• Skip to main content
  • Skip to primary sidebar
  • Skip to footer
  • Home
  • About
  • Contact

Serhat Engül

Istanbul Gezi Rehberi

Sekizinci Yüzyılda Bizans İmparatorları

25 February 2022 by Serhat Engül Leave a Comment

Bir önceki yazıda Yedinci Yüzyılda Bizans İmparatorları‘ndan bahsetmiştik. İmparator Phocas’tan başlayan ve İmparator II. Justinianos’a kadar uzanan bu liste, Bizans İmparatorluğu’nda çalkantılı bir dönemi konu alıyordu. Sekizinci Yüzyılda Bizans yazısı, bıraktığımız yerden devam ediyor olacak.

Bu yeni yazıda, Bizans tarihini derinden etkileyen İkonoklazm Dönemi’ni başlatan hükümdarları konu alacağız. III. Leon ile başlayan İkona Kırıcılık bir asır kadar sürdü ve Bizans’ta toplumsal yaşamı ve sanatı derinden etkiledi.

Başta sıkıcı ve karışık gözüken, fakat derine indikçe “Taht Oyunları” kıvamında bir heyecan fırtınası yaşatan Bizans tarihini, en başından sonuna kadar ayrıntısı ile sizlerle paylaşıyor olacağım. Size naçizane tavsiyem, ilk yazıdan başlamanız ve tüm olayları hazmederek okumanız.

İçerik Listesi

  • Sekizinci Yüzyılda Bizans İmparatorları
    • 1. İmparator Philippikos Bardanes
    • 2. İmparator III. Leon
      • Arapların İkinci Konstantinopolis Kuşatması
      • İkonoklazm Dönemi
      • Venedik Cumhuriyeti’nin Kuruluşu
      • İkonaların Yasaklanması
      • III. Leon’un Mirası
    • 3. İmparator V. Konstantinos (Kopronimos)
      • V. Konstantinos’un Dini Görüşü
      • Hieria Konsili ve Din Adamlarına Saldırılar
      • V. Konstantinos’un Askeri Başarıları
      • İtalya’daki Olumsuz Gelişmeler
    • 4. İmparator IV. Leon
    • 5. İmparator VI. Konstantinos
      • İkinci İznik Konsili (Yedinci Ekümenik Konsil)
      • VI. Konstantinos’un Yükselişi ve Düşüşü
    • 6. İmparatoriçe Irene
      • Kutsal Roma İmparatorluğu’nun Kuruluşu
      • Irene’nin Tahttan İndirilmesi
  • Yazarın Notları

Sekizinci Yüzyılda Bizans İmparatorları

Sekizinci Yüzyılda Bizans İmparatorları listesi İmparator Philippikos ile başlıyor. Ancak yazılarda çok kısa süre tahtta kalmış hükümdarları satır aralarında geçiyoruz. Ana başlıklarda bahsettiğimiz imparatorlar ise tarihte iz bırakan kişilerden oluşuyor. Bu sebeple Philippikos başlığı altında II. Anastasios ve III. Theodoros’tan kısaca bahsedip, Bizans tarihinde çığır açan III. Leon’a geçeceğiz.

1. İmparator Philippikos Bardanes

II. Justinianos’un ölümünden sonra tahta geçen Philippikos Bardanes, imparator olacak niteliklere sahip değildi. Kendini zevke ve sefaya fazla kaptıran imparator, kısa sürede halkın tepkisini çekti.

Üstelik küllenmiş dini çatışmaları yeniden alevlendirecek işlere girişti. IV. Konstantinos döneminde toplanan ve Monotelizm’i (Bkz: Monothelitism) lanetleyen 6. Ekümenik Konsil’in hükümlerini reddeden Bardanes, Papa’nın da tepkisini üzerine çekti.

II. Justinianos’un öldürülmesi, Bulgar Kralı Tervel’e de Bizans’a saldırmak için bahane yaratmıştı. Eski imparatorun dostu olan Tervel, Trakya’yı baştan başa yağmaladı ve Konstantinopolis surlarına kadar geldi.

Bulgarlar Bizans’ın müttefiki olduğu için Trakya’daki savunma sistemi son yıllarda ihmal edilmişti. Bu sayede Tervel bir solukta başkentin surlarına kadar gelmeyi başardı. İmparatorun Bulgarları savuşturmak için güvenebileceği tek askeri güç ise Marmara ordusuydu.

Thema (Bkz: The Themes) adı verilen idari bölümlere ayrılmış olan Bizans ordusunun Marmara’daki birlikleri, “Opsikion” adını taşıyordu. Ancak Opsikion, imparatora hiçbir bağlılık duymuyordu. Onlara göre Philippikos tahtı işgal eden bir gaspçıdan başka bir şey değildi. Bu sebeple de 713 yılında Philippikos’u tahttan indirdiler ve II. Anastasios’u imparator ilan ettiler.

II. Anastasios selefine göre daha makul biriydi. İlk iş olarak 6. Ekümenik Konsil’in hükümlerini yeniden tanıdı. Opsikion ile yaptığı işbirliği sayesinde Bulgarlar Trakya’dan çıkarıldı. Ancak Araplarla mücadele etmek için hazırlanırken o da bir darbe ile tahttan indirildi ve manastıra kapatıldı.

III. Theodosios, Bizans İmparatorluğu’nun başına son 20 yılda geçen altıncı imparatordu. Mesleği vergi tahsildarlığı olan Theodosios, aslında imparator olmayı kendisi istememişti. Bizans, kuruluşundan beri en istikrarsız dönemini yaşıyordu ve böyle bir dönemde imparator olmak, canını tehlikeye atmaktı. Kaçmak için elinden geleni yapan Theodosios, Opsikion birliklerinin baskısı ile ateşten gömleği giymek zorunda kaldı.

2. İmparator III. Leon

Leon, II. Justinianos döneminde kendini göstermiş olan bir subaydı. İlk önceleri muhafız alayında görev yapan Leon, sonra Anadolu eyaletlerinin valisi oldu. Araplara karşı başarılı bir savunma yapan Leon, bazı kaynaklara göre onlarla göstermelik de olsa ittifak kurdu.

Leon’un gelecekte imparator olacağına inanan Araplar, onu bir kukla haline getirmeye çalıştılar. Suriye kökenli olan ve Arapça bilen Leon, iki ayrı ordu ile Anadolu’yu işgal etmeye çalışan Arapları uzun süre oyaladı. Ancak Halife Süleyman’ın kardeşi Maslama (Bkz: Maslama ibn Abd Al-Malik) yönetilen ordular, sonunda Konstantinopolis’e doğru harekete geçmişti.

Apar topar başkente gelen Leon, patrikle ve senato ile toplantılar yaptı. İmparatorluğun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı bu günlerde başa güçlü bir lider geçmeliydi. Din adamlarının ve elitlerin desteğini alan Leon, III. Theodosios’u kendi rızasıyla tahttan çekilmeye ikna etti.

Kendisinin ve ailesinin hayatı hakkında güvence alan III. Theodosios, tahttan feragat etti ve Efes kentindeki bir manastırda inzivaya çekildi. Böylece yeni imparator, 717 yılında III. Leon (Bkz: Leo III the Isaurian) adıyla tahta çıktı.

Arapların İkinci Konstantinopolis Kuşatması

Araplar, 674 yılında ilk kez Konstantinopolis’i kuşattığında İslam Orduları’nın başında Muaviye vardı. Dört yıl süren kuşatma başarısız olmuş ve 678 yılında sonlanmıştı. Bu savaşta şehri yedinci yüzyılın en başarılı Bizans imparatoru olan IV. Konstantin savunmuştu. Ayrıca Rum Ateşi adı verilen savunma silahı ilk kez bu savaşta kullanılmıştı.

Bizans İmparatorluğu’nun şansı ikinci kuşatmada da yaver gitti. Çünkü şimdi imparatorluğun başında Heraklius’tan beri en büyük hükümdar olan III. Leon vardı. Leon her ne kadar başarılı bir asker olsa da, tek başına Arapları durduramazdı. Ona en büyük desteği verenler ise başta Konstantinopolis’in aşılmaz surları (Bkz: Theodosian Walls) olmak üzere, çetin kış koşulları ve Bulgarlar oldu.

717 yılının yaz aylarında Maslama kumandasındaki İslam Orduları önce Bergama’yı (Pergamon) ele geçirdi ve ardından da Marmara’ya ilerledi. Başkenti kuşatan Araplar oldukça hazırlıksız gelmişlerdi. Çöl sıcakları için üretilmiş çadırları, soğuk havaya dayanıklı değildi. Kuşatma uzayınca kış aylarına kaldılar ve o sene görülmemiş sertlikte bir soğuk oldu. Arap ordusu hem soğuk, hem de açlıkla mücadele ediyordu. Bu sebeple salgın baş gösterdi ve hastalık orduyu kırıp geçirdi.

Arap ordusuna son darbeyi indiren ise Bulgarlar oldu. Bulgar milleti her ne kadar Bizans’ı sevmese de, Konstantinopolis’in Müslümanların eline geçmesini istemiyordu. Bu sebeple harekete geçtiler. Yorgun Araplar, Balkanlardan gelen Bulgar saldırısı nedeniyle çok adam kaybetti ve kuşatmayı kaldırmaya karar verdi.

İmparator Leon, çok doğru bir zamanda ortaya çıkmış ve uzun yıllardır istikrarını kaybetmiş yönetimi derleyip toparlamıştı. 695 ile 711 yılları arasında süren 20 yıllık anarşi (Bkz: Twenty Years’ Anarchy) döneminde 6 imparator değişmiş ve imparatorluk yıkılmanın eşiğine gelmişti. Bu krizin doruğunda tahta çıkan Leon, her ne kadar Bizans’ı çöküşten kurtarsa da, tarihteki şöhreti başka bir olaya dayanır.

İkonoklazm Dönemi

Sekizinci Yüzyılda Bizans

Musevilik ve Müslümanlık tasvirleri kesin olarak reddediyordu. Hristiyanlık dünyasında ise bu hep bir tartışma konusu olagelmişti. Dini figürlerin resmedilmesi ve heykelleştirilmesi, Roma’dan beri gelen bir gelenekti ve Batı dünyasında büyük destek görüyordu. Bu konu Greko-Romen geçmişten gelen sanatın da devamı için hayati önem taşıyordu.

Ancak imparatorluk içinde tasvirlere karşı olan büyük bir kesim de vardı. İsa’nın iki kutuplu doğası hakkında bir türlü uzlaşmaya varamamış olan Hristiyan dünyası, tasvirler konusunda da ikiye bölünmüştü. İsa’nın “Tanrısal” doğasını ön plana çıkaran Doğu vilayetleri, onun bir insan gibi tanıtılmasını uygun görmüyordu.

III. Leon, Suriye topraklarında doğmuştu. İmparatorluğun Doğu vilayetlerinde Başkent’teki Ortodoks öğretiye aykırı bir mezhep olan Monofizitlik yaygındı. Monofizitler, Ortodoks inançta İsa’nın ayrılmaz iki parçası olan “Tanrı” ve “İnsan” doğasından yalnızca birini kabul ediyordu.

III. Leon, hükümdarlığının erken döneminde bu konudaki eğilimlerini belli etmemişti. Ancak sonradan tasvirlere olan karşıtlığı su yüzüne çıktı. Ani bir kararla sarayın ana kapısındaki (Bkz: Chalke Gate) İsa heykelini indirmeye karar verdi. Askerler ikonayı indirirken bir grup kadının direnişi ile karşılaştı ve onları katlettiler.

İmparatorun ikonalara karşı giriştiği savaş, büyük bir iç karışıklığın fitilini ateşledi. Bazı ordu birliklerinde isyanlar oldu. Tepkiler bununla sınırlı kalmamış ve imparatorluğun tüm Batı eyaletlerine sıçramıştı. Papa Gregorius da ikona kırıcı hareketi şiddetle kınadı.

Venedik Cumhuriyeti’nin Kuruluşu

Bizans’ın, İtalya’da Roma İmparatorluğu’ndan miras kalan bir etki alanı vardı. Ravenna şehrindeki bir Vali, Kuzey İtalya’da Bizans varlığını sürdürüyordu. Ancak İkonoklazma ile başlayan zincirleme etki buranın Bizans’ın elinden çıkmasına sebep oldu. Kentte baş gösteren isyanda Bizans Valisi öldürüldü ve Venedik’te bir Dükalık kuruldu.  “Doge” ünvanı ile başa geçen dük, Venedik Cumhuriyeti‘nin ilk hükümdarı idi. Böylece Kuzey İtalya’da güç dengeleri değişti.

İkonaların Yasaklanması

İmparatorluk büyük bir sarsıntı geçiriyor olsa da, imparatorun kararı değişmedi. Başkentteki ikona yanlısı Patrik Germanos görevinden azledildi ve yerine “Mülayim” lakaplı Anastasios getirildi. Akabinde ise imparatorluk sınırları içindeki tüm ikonaların yok edilmesi talimatı verildi.

Bu karar asırlık kiliselerin ve manastırların muhteşem koleksiyonlarının yok olması demekti. Birçok keşiş kurtarabildiği kadar ikona ile İtalya’ya kaçtı. Bir kısmı ise Kapadokya’nın vadilerine saklandı. Kapadokya’nın mağaraları asırlar önce Roma zulmünden kaçan Hristiyanlara da sığınak olmuştu. Şimdi ise zulmünden kaçılan kişi, kendisi de Hristiyan olan bir Doğu Roma imparatoru idi.

III. Leon, kararlarına şiddetle karşı çıkan Papa Gregorius’u (Bkz: Pope Gregory III) tutuklamak için bir donanma gönderdi. Ancak gemiler fırtınaya tutularak Adriyatik’in sularına gömüldü. Papa’nın elini zayıflatmak isteyen imparator, Avrupa’da halen Bizans egemenliğinde olan kiliseleri Roma’dan alıp, Konstantinopolis’e bağladı. Böylece Papa’nın hem maddi, hem de manevi olarak etki alanı küçülecekti.

Ancak Leon’un bu hamlesi Batı ve Doğu kiliseleri arasındaki ayrılığı körükledi. 1054’teki “Büyük Ayrışma” gerçekleşene kadar 300 yıl boyunca ilişkiler bir daha asla normale dönmeyecekti.

III. Leon’un Mirası

III. Leon’un son yılları genel anlamda sakin geçti. İmparatorluğun askeri ve bürokratik makamları ikona karşıtı politikaları güçlendirmekle meşguldü.

III. Leon, Arap akınlarını durdurmuş ve Avrupa’yı olası bir Arap işgalinden kurtarmıştı. Bir benzerini İmparator Heraklius yaklaşık bir asır önce yapmış ve Persler’in en güçlü oldukları dönemde Avrupa’ya geçişini engellemişti. Ancak İmparator Heraklius ömrünü mezhep kavgalarını yatıştırmak üzere geçirmişken, III. Leon ise bu kavgaları körüklemişti.

Yetenekli bir asker olan III. Leon, arkasında toprak bütünlüğü sağlanmış bir imparatorluk bıraktı. Ancak aynı imparatorluk manevi anlamda ortadan ikiye bölünmüştü ve için için kaynıyordu.

3. İmparator V. Konstantinos (Kopronimos)

Konstantinos, babasının ikona karşıtı hareketlerini kendine örnek almıştı. Bu sebeple de iktidarı boyunca ikonalara karşı olan devlet politikası tüm şiddetiyle devam etti.

V. Konstantinos, Araplara karşı çıktığı bir sefer sırasında kayınbiraderi Artavasdos tarafından saldırıya uğramış ve geçici olarak tahttan indirilmişti. Bir yıldan biraz daha uzun süren Artavasdos’un saltanatı, Sardes kentindeki bir savaş ile bitti ve V. Konstantinos tahtını geri aldı.

Artavasdos döneminde ikona karşıtı politikalar askıya alınmış ve başkentte kamu binalarına altın ikonalar yerleştirilmişti. V. Konstantinos geri döndüğünde bunları yok ettiği gibi, ikona yandaşlarına karşı eşi görülmemiş bir savaş açtı.

Babası Leon’dan bile ateşli bir ikona karşıtı olan V. Konstantinos, ikona karşıtlığının sanata verdiği zararın farkındaydı. Bu sebeple ikonaların yokluğundan ortaya çıkan sanat eksikliğini gidermeye çalıştı. Böylece çeşitli kiliseler, devlet binaları ve sarayların duvarlarına ağaçlar, kuşlar ve meyveler ile süslü figürler çizildi.

Bu geometrik süslemelerden pek bir örnek kalmamış olsa da, günümüzde Aya İrini’nin merkezindeki kemeri süsleyen taç incelenebilir. Aya İrini Kilisesi, İkonoklazma döneminde bir deprem nedeniyle yıkılıp yeniden inşa edildiği için o dönemin sade ve zarif sanatından küçük örnekler taşır.

V. Konstantinos’un Dini Görüşü

V. Konstantinos’un dini görüşleri, imparatorluğun Doğu eyaletlerinde yaygın olan Monofizit mezhebine yakındı. İsa’nın Tanrısal doğasını ön plana çıkaran bu mezhep, Bakire Meryem kültüne mesafeliydi. Monofizitlere göre Meryem Ana, İsa’nın dünyaya gelmesine sadece vesile olmuştu ve ona bir kutsallık atfedilemezdi.

İkonalara dua etmek, puta tapınmaya eşdeğerdi ve hoş görülemezdi. Azizlere de gereğinden fazla önem verilmesinden hoşlanmıyordu. Tanrı ile olan iletişimde arada bir aracı olmamalıydı. V. Konstantinos, hükümdarlığı boyunca teolojik görüşlerini savunan birçok tez yazdı.

V. Konstantinos, her ne kadar şiddetli bir ikona karşıtı olsa da; yapmak istediği şeyleri babası gibi aceleye getirmedi. İnsanlara şiddetli bir baskı uygulamanın isyanlara yol açacağını ve onu tahtından edeceğini biliyordu. Bu sebeple politikasını uzun bir zamana yaydı ve askeri zaferlerden aldığı güçle orantıladı.

Tüm bunlara rağmen imparatorun gücünün de sınırları vardı. Öncelikle Konstantinopolis dışındaki dini merkezler üzerindeki otoritesi sınırlıydı. Başkentte din işlerine direkt etki edebildiği halde; Antakya, Kudüs ve İskenderiye patriklerine doğrudan müdahale edemiyordu. Roma da dahil tüm dini merkezlerin ikona yanlısı tavır alması, imparatoru zor duruma düşürmüştü.

Hieria Konsili ve Din Adamlarına Saldırılar

Bizans İmparatoru V. Konstantinos
Görsel: Wikipedia.org

V. Konstantinos 754 yılında Kadıköy’deki Hieria Sarayı’nda küçük bir konsil (Council of Hieria) topladı ve burada kendi dini eğilimlerine paralel kararlar çıkmasını sağladı. Bu konsilde alınan kararlar neticesinde Patrik Germanos ve Şamlı Ioannes gibi ikonodül (tasvir yanlısı) liderler aforoz edildi.

İmparator tüm öfkesini imparatorluğu içten kemirdiğine inandığı manastırlara yöneltmişti. İmparatorun din kurumlarına açtığı savaştaki en önemli müttefiki dönemin önemli Bizans generallerinden Michael Lachanodrakon idi.

Zulümlerin arttığı bu dönemde manastırların altın ve gümüşlerine el koyuldu ve manevi mirasları yok edildi. İmparatorluk politikalarına karşı çıkan Aziz Stephanos (Bkz: Stephen the Younger) gibi başkeşişler ise idam edildi.

İmparatorun din kurumlarına bu kadar hiddetle saldırmasının sebebi, manastırların inanları verimsiz bir hayata sevk etmesiydi. V. Konstantinos’un hükümdarlık yılları (741-775) arasındaki bir dönemde büyük bir veba salgını olmuş ve nüfusun üçte birini yok etmişti.

İmparatorluğun azalan insan kaynaklarının manastırlara yönelmesi ve kısır bir hayatı tercih etmesi ölümcül bir zaafiyet yaratıyordu. Öte yandan imparatorun uyguladığı sert politikalar dindar halkın ondan nefret etmesine sebep oluyordu. Bu sebeple imparatora kötü bir anlama gelen “Kopronimos” sıfatını yakıştırdılar.

V. Konstantinos’un Askeri Başarıları

V. Konstantinos’un iktidarı çirkin takma adı ve zalim politikaları ile gölgelenmiş olsa da, imparatorluğun istikrarı açısından başarılı bir dönemdi. Savaş meydanlarında iyi bir komutan olan V. Konstantinos, iktidarı boyunca en çok askerleri tarafından sevildi.

İmparatorun iktidarının erken yıllarında Bizans-Arap savaşları (Bkz: Byzantine-Arab Wars) tüm şiddetiyle devam ediyordu. Ancak sonrasında Araplar bir iç karışıklık yaşadılar. Bu iç savaşların sonucunda 750 yılında Emeviler (Şam) yenildi ve Abbasiler (Bağdat) başa geçti.

Emeviler, Muaviye döneminden beri hep Batı’ya doğru ilerlemeye çalışmışlardı. Ancak Abbasiler’in böyle bir niyeti yoktu. Onlar Asya’nın içlerine doğru bir etki alanı yaratmanın peşindeydi.

Bu yeni gelişmeler V. Konstantinos’a ilaç gibi geldi. Çünkü Bizans’ın Batı sınırlarında Bulgarlar her geçen gün daha büyük bir tehdit haline geliyordu. İmparator Bulgarlara karşı düzenli seferlere çıktı. Ve 763’te Kral Teletz’in ordusunu tamamen yok etti.

İtalya’daki Olumsuz Gelişmeler

Bizans İmparatorluğu‘nun İtalya’da Roma döneminden beri süregelen bir etki alanı vardı. İmparatorlar, Roma’daki Papa üzerinde kısmi de olsa otorite sahibiydi. Ancak Bizans’ın Batı ve Doğu sınırlarındaki savaşlar ve imparatorluğu içten içe yiyen din kavgaları yüzünden İtalya ihmal edildi.

Elbette tek sebep Bizans’ın İtalya’daki askeri varlığının zayıflaması değildi. Bizans otoritelerinin aleni tasvir düşmanlığı da Batı Hristiyanları ile Konstantinopolis’in (zaten çok iyi olmayan) ilişkilerini bozmuştu.

Bizans’ın İtalya’daki son önemli kalesi olan Ravenna, 751’de Lombard Kralı Aistulf tarafından ele geçirildi. Böylece 200 yıl önce (Justinianus döneminde) İtalya’nın tamamına sahip olan Bizans’ın elinde hiçbir şey kalmamıştı.

Kendisini Lombard istilacıları ile baş başa bulan Papa, Roma’da imparatorluk otoritesini yeniden tesis etmek için Franklar ile ittifak kurmaya karar verdi. Alpleri aşarak Fransa’ya giden Papa, Bodur Pippin’i (Bkz: Pepin the Short) Frank Kralı olarak kutsadı.

Pippin, Papa’nın (Bkz: Pope Zachary) ona sağladığı meşruiyete karşılık, İtalya’nın önemli bir bölümünü Lombard Krallığı’ndan geri aldı ve Papa’ya teslim etti. Böylece iki taraf da birbirine hak etmediği şeyleri sağlamış oldu. Çünkü Pippin, Frank tacını Childeric III’den gayrimeşru bir şekilde almıştı. Papa’nın Pippin sayesinde devraldığı topraklar ise aslında Bizans’a aitti.

Sonuç olarak Papa’nın, Frank Krallığı ile bu yeni işbirliği; kısa bir süre sonra Kutsal Roma İmparatorluğu’nun kurulmasına yol açacaktı. Böylece Bizans, Roma İmparatorluğu’ndan miras aldığı (İtalya üzerindeki) meşru hak iddiasını tamamen kaybedecekti.

V. Konstantinos, sekizinci yüzyılda Bizans imparatorları arasındaki en fanatik ikona düşmanıydı. Ancak imparatorun bu aşırı davranışlarının altında (yazının içinde sıkça değindiğimiz gibi) oldukça haklı sebepler vardı.

4. İmparator IV. Leon

V. Konstantin ömrünün son yıllarını Bulgarlarla savaşarak geçirmişti. 775’te bu askeri seferlerden birinden dönerken öldü. Yerine ise bir Hazar prensesinden olan oğlu IV. Leon (Bkz: Leo IV the Khazar) geçti. IV. Leon, çok genç yaştan beri “Caesar” unvanı ile tahta ortaktı. 17 yaşındayken Irene adındaki Atinalı bir kadınla (Bkz: Irene of Athens) evlenmişti.

Irene, Atina’dan Bizans sarayına gelin gelmiş olan ikinci kadındı. Bunlardan ilki, II. Theodosius’un eşi olan Athenais (Bkz: Aelia Eudocia) idi. Athenais, Bizans tarihinde bir bilgelik ve soyluluk timsali olarak iz bırakırken, Irene ise yıkıcı bir ihtirasa sahip olan entrikacı biri olarak bellendi.

IV. Leon, babasına göre daha ılımlı bir karaktere sahipti. İkonodül olan karısının da etkisiyle devletin tasvir karşıtı politikalarını biraz esnetti. Emevilerin yerine gelen Abbasiler ile savaşan IV. Leon, Tüberküloz hastalığı sebebiyle iktidarının henüz 5. yılında öldü.

IV. Leon fiziksel olarak zayıf biriydi ve uzun yıllar hastalıklarla boğuştu. Bu onun maneviyatına da etki etmişti. İmparatorun zayıflığını fırsat bilen Irene, kocasının iktidarının erken yıllarından itibaren devlet işlerinde etkili olmaya başlamıştı.

5. İmparator VI. Konstantinos

IV. Leon’un aniden ölmesiyle yerine çocuk yaştaki VI. Konstantinos geçmişti. İmparator henüz 9 yaşında olduğu için tahtı annesiyle paylaşmak zorundaydı. Böylece Irene, Bizans İmparatorluğu’nu fiilen yönetecekti.

Irene’nin ihtiraslı bir ikonodül olması, Bizans’ın 50 yıldır devlet politikası olarak belirlediği ikonoklast geleneği tehdit ediyordu. Bu karşıtlık Irene’nin iktidarının ilk yıllarından itibaren devlet kurumlarında büyük çatışmalara sebep oldu.

Irene daha kocası (IV. Leon) ölmeden tasvir karşıtlığını yumuşatmak için girişimler yapmaya başlamıştı. Ancak ikonoklast gelenekten gelen ordu ve bürokrasi bu girişimlere muhalefet ettiler. Irene her ne kadar oğlunun imparator olmasıyla tüm gücü ele geçirse de, açıktan açığa tasvir yanlısı bir yönetim sergilemek için yerini sağlamlaştırana kadar beklemek zorundaydı.

Aslında ordu Irene’nin yönetimi devralacağını bildiği için tahta IV. Leon’un oğlu Konstantinos yerine, kardeşlerinden birinin geçmesini istemişti. Ancak bu konuda direten ordu mensupları görevinden azledildi ve Leon’un kardeşleri de zorla rahip yapılarak manastıra kapatıldı.

Irene’nin yaptıkları Bizans ordusunun maneviyatına kötü etki etmişti. Ancak yine de ona yakın olan birlikler Yunanistan’daki Slav isyanlarını bastırmakta başarılı oldu.

Bu başarıyı fırsat bilen Irene, tasvirleri geri getirmek istediğini Papa I. Hadrianus’a (Bkz: Pope Adrian I) bir mektup ile bildirdi. Irene ve oğlu Konstantinos, 786’da İstanbul’da toplanacak konsil için papadan temsilci göndermesini istediler.

Papa bir yandan onları destekliyor, diğer yandan ise Güney İtalya, Sicilya ve İlirya piskoposluklarının kendisine bağlanmasını şart koşuyordu. Sonuç olarak Papa, 786’da Kutsal Havariler Kilisesi‘nde toplanacak konsil için elçilerini göndermeyi kabul etti.

Ancak Irene’nin imparatorluk üzerindeki kudreti henüz sandığı kadar sağlam değildi. Havariyyun Kilisesi’nde toplanan konsil, ikonoklast askerlerin baskınına uğradı ve dağıtıldı.

İkinci İznik Konsili (Yedinci Ekümenik Konsil)

Sekizinci Yüzyılda Bizans Konsilleri

Irene, konsili dağıtan birlikleri Araplarla savaş bahanesi ile Doğu Anadolu’ya gönderdi ve yerine kendisine sadık askerleri getirdi. Genel olarak Bizans’ın Batı garnizonları Irene’ye bağlıydı. Çünkü Batı vilayetleri Ortodoks inanca bağlıydı ve tasvir yanlısı idiler.

Buna karşılık Doğu vilayetlerindeki birlikler Monofizit inanca yakın oldukları için, tasvirlere de karşıydılar. İsa’yı normal bir insanmış gibi resmeden ikonalara sıcak bakmıyorlardı.

Sonuç olarak 787’de yılında İznik kentinde bir konsil toplandı. Bu konsil, İmparator Konstantin döneminde toplanmış olan Birinci İznik Konsili ile aynı yerde bir araya gelmişti.

Konsilde Konstantinopolis’in dini görüşünü Irene’ye çok yakın eski bir bürokrat olan Tarasius (Bkz: Tarasios of Constantinople) temsil ediyordu. Toplantıdan çıkan kararlarda V. Konstantinos döneminde toplanan Hieria Konsili’ndeki ikona karşıtı kararlar iptal edildi.

VI. Konstantinos’un Yükselişi ve Düşüşü

İmparator Konstantinos, en başından beri annesinin gölgesinde kalmış ve bir kukla imparator gibi davranmıştı. Ancak Irene’ye karşı olan muhalefet güçleri, 790 yılından itibaren Konstantinos’un çevresinde toplanmaya başladılar.

İktidarı kaptırmak istemeyen (taht naibi) Irene, oğlunun yetki alanını kısıtlamaya başladı. Bu da yeterli olmayınca Konstantinos’u hapse attırdı ve tüm ordu komutanlarının kendisine sadakat yemini etmesini istedi.

Irene’nin hem dini görüşlerinden, hem de devleti yönetme şeklinden hoşlanmayan doğu ordusu ayaklandı. İmparatoriçeyi bir saraya hapsettiler ve Konstantinos’u tek yetkili hükümdar kıldılar.

Ancak Konstantinos devleti yönetecek olgunluğa sahip değildi. Abbasiler 791’de Bizans’ın doğu sınırlarına girdiklerinde, imparator savaşmaktan kaçındı ve yüklü bir savaş tazminatı ödemek pahasına barışa razı oldu.

Bundan daha kötü bir olay ise bir yıl sonra Bulgar ordusuna karşı savaş meydanına çıktığı, Marcellae’de (Bkz: Battle of Marcellae) yaşandı. Bulgar Kralı Kardam’ın ordusu, Bizanslıları dağıttı ve imparator utanç verici bir şekilde savaş meydanından kaçtı.

Irene’den yaka silken Bizans ordusu, adeta yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştu. Konstantinos’tan umudu kestikleri için önceki imparator IV. Leon’un kardeşlerinden birini tahta çıkarmak istediler, ancak başarılı olamadılar.

VI. Konstantinos’un Bizans’a verdiği zarar bunlarla da kalmadı. Eşi Maria’dan sebepsiz yere ayrılan ve Theodote adlı bir saray nedimesi ile evlenmek isteyen imparator, koyu dindar keşişlerin büyük tepkisini çekti.

Konstantin’in Theodote’den bir oğlu oldu. Ancak manastır başkeşişleri bu evliliği gayrimeşru gördükleri gibi, bu çocuğu da yasal bir varis olarak tanımadıklarını açıkladılar. Bu sebeple bazı keşişler Selanik’e sürüldü.

Kilisenin tasvir karşıtları ve tasvir yanlıları arasında ayrıldığı yetmiyormuş gibi yeni bir hizip daha çıkmıştı. Bu bölünme ise Patrik Tarasios’un başını çektiği devlete yakın ve ılımlı ikona yanlıları ile, imparatoru kınayan koyu dindar ikona yanlıları (ekseriyetle manastır keşişleri) arasında olmuştu.

6. İmparatoriçe Irene

İkonoklast muhalifleri hayal kırıklığına uğratan, ordunun desteğini kaybeden ve en sonunda yaptığı aykırı evlilikle manastırları da karşısına alan VI. Konstantinos, artık annesi Irene’ye karşı savunmasızdı.

VI. Konstantinos çaresiz bir şekilde askeri başarılar kazanmak ve geçmişteki utanç verici yenilgilerini affettirmek istiyordu. Bu amaçla 797 yılında doğuya sefere çıktı. Ancak ünlü Abbasi halifesi Harun Reşid (Bkz: Harun al-Rashid) karşısında başarısız oldu.

Bu son olay Irene’ye istediği fırsatı vermişti. Konstantinopolis, imparatorun ödlek olduğu ve yine savaş meydanından kaçtığı söylentileri ile çalkalanırken, imparator bir saray darbesi ile esir alındı ve gözlerine mil çekildi.

Ağır yaralanan VI. Konstantinos kısa bir zaman sonra öldü ve Irene tek başına hükümdar oldu. İmparatoriçenin halk nezdindeki imajı zaten kötüydü, bu olaydan sonra iyice kötüleşti.

İmparatoriçe Irene de bu olumsuz imajı silebilmek için Bizans’ın hazinesinin kaldıramayacağı vergi indirimleri yaptı. Üstelik Bizans’ın sınırlarına gelmiş geçmiş en büyük Abbasi halifesi dayanmıştı. Irene, Harun Reşid’in Anadolu’ya askeri sefer düzenlemesini engellemek için büyük miktarda haraç ödüyordu.

Bizans İmparatorluğu’nun tahtında bir kadının oturuyor olması tüm geleneklere aykırıydı. Konstantinopolis, Roma İmparatorluğu‘ndan gelen meşru hakları sayesinde geçmişin tüm din merkezleri (Roma da dahil) üzerinde söz hakkında sahipti. Ancak o dönemki bakış açısıyla Irene’nin başında bulunduğu bir Bizans, otorite boşluğuna sebep oluyordu.

Kutsal Roma İmparatorluğu’nun Kuruluşu

Papa Şarlman'a Taç Giydiriyor

Irene’nin varlığı, Roma’ya uzun süredir istediği bir fırsatı verdi. Vatikan çok uzun zamandır Roma (yani Bizans) ile ilişkileri koparmayı göze almış ve kendine yeni müttefikler bulmuştu. Bu amaçla Pippin (tahtı gayrimeşru olarak ele geçirmiş olsa bile) “Frank Kralı” olarak kutsanmış ve meşru ilan edilmişti.

Bu stratejinin devamı olarak Pippin’in oğlu Şarlman (Bkz: Charlemagne veya Charles the Great) Roma imparatoru olarak taç giydi. Papa III. Leon (Bkz: Pope Leo III), Şarlman’a bizzat tacını takdim etmiş ve onu Kutsal Roma İmparatorluğu’nun kralı ilan etmişti.

Böylece artık Hristiyan dünyanın başındaki tek meşru hükümdar Bizans İmparatoru olmayacaktı. Yıkılan Batı Roma İmparatorluğu’ndan doğan 400 yıllık otorite boşluğu doldurulmuş ve Avrupa, hem dini (Papa) ve hemde siyasi (Şarlman) anlamda Kutsal Roma İmparatorluğu altında birleşmişti.

Şarlman bu oldu bittinin kendisine tam meşruiyet sağlayacağından şüpheliydi. Bu sebeple Doğu ve Batı’yı birleştirmek ve kendi imparatorluğunun meşru temellerini sağlamlaştırmak adına 802 yılında Irene’ye evlenme teklif etti.

Irene’nin Tahttan İndirilmesi

Konstantinopolis halkının gözünden Batı’da olanlar kabul edilemezdi. Roma imparatoru ve Kilise’nin kurucusu (İznik Konsili ile) Büyük Konstantin’in mirası kesintisiz olarak onun halefleri aracılığı ile Konstantinopolis’te devam ediyordu. Roma’nın başına hiçbir meşru dayanağı olmayan bir ” barbar kökenli” getirilmesi düşünülemezdi.

Bu sebeple her ne kadar Irene, Şarlman ile evlenip kendisini içinde bulunduğu çıkmazdan (sonuçta halk da, ordu da ondan nefret ediyordu) kurtarmak istemiş olsa da, Konstantinopolis’teki bürokratlar buna izin vermedi.

Irene 802 yılında üst düzey bürokratların topladığı bir meclisin kararıyla tahttan indirildi ve başkentten sürüldü. Yerine ise imparatorluğun hazinedarı olan Nikephoros geçecekti.

Yazarın Notları

Sekizinci Yüzyılda Bizans yazısının başlıca kaynağı, John Julius Norwich’in “Byzantium” adlı eseridir. Ancak bazı noktalarda Robin Pierson’un “The History of Byzantium” podcast yayınında anlatılanlardan da faydalandım. Buna ek olarak yazı içinde referans verdiğim Wikipedia sayfalarından bu yüzyılın başlıca karakterlerinin hayatlarını gözden geçirdim.

Aslına bakarsanız bu yazıları okuduğum konuları unutmamak için yazıyorum. Bu özet yazıları bir anlamda okuduğum kitaplarda altını çizdiğim yerlerin bir derlemesi ve ihtiyaç duyduğumda güvenilir bir kaynak görevi görüyorlar.

Bu yazıları çok az kişinin okuyacağını biliyorum. Ancak notlarımın kütüphanemdeki bir defter yerine burada durması bir kişiye bile fayda sağlasa bir şeydir. Ayrıca bu modern sitelerin arama kutuları o kadar işlevsel çalışıyor ki, bir karakteri merak ettiğimde site içinde aratıp hangi yazının neresinde geçtiğini anında bulabiliyorum. Velhasıl teknoloji güzel bir şey. : )

Bu yazıda geçen olayların devamı için Dokuzuncu Yüzyılda Bizans yazısını okuyabilirsiniz. Keyif alacağınızı umarak, iyi okumalar diliyorum.

Serhat Engül

Filed Under: Bizans Tarihi, Popular

Reader Interactions

Leave a Reply Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Primary Sidebar

Sosyal Medya Linkleri

  • Facebook
  • Instagram
  • Pinterest
  • Twitter
  • YouTube

Istanbul Turist Rehberi

blankMerhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

serhatengul

Günlük No: 13 Sanırım bu arşivimdeki en sevdi Günlük No: 13 Sanırım bu arşivimdeki en sevdiğim fotoğraflardan biri. 2016 yılında çekmişim. 2020'de Ayasofya camiye çevrildikten sonra girişler eskiden çıkış kapısı olan yerden yapılmaya başlanmıştı. Bu alışık olduğumuz gezi güzergahının çok dışındaydı ve insanların Ayasofya'nın koridorlarından geçerek iç mekana doğru heyecanla ilerlemesini engelliyordu. Direkt olarak iç koridora giren ziyaretçiler ne olduğunu anlamadan kendini Ayasofya'nın içinde buluyordu. Şimdi ise gezi rotasını müze olduğu zamandaki haline döndürdüler. Böylece Ayasofya'nın bahçesindeki tarihi eserleri görerek yapıya yaklaştığımız ve koridorlardan heyecanla ana mekana doğru ilerlediğimiz eski sistem geri geldi. Ben de bu fotoğrafı Ayasofya ile ilgili yazdığım yazılarda o hissi aktarabilmek için çekmiştim. Avludan henüz içeriye adım atmışken imparator kapısını ve Ayasofya'nın içini görüyoruz. Böylece ana mekan bizi bir mıknatıs gibi kendine doğru çekiyor. İmparatorluk kapısına yaklaştıkça da yavaş yavaş kubbenin de ihtişamını görmeye başlıyoruz. Ayasofya ziyaretinin hakkını veren bu eski sistemin geri gelmesine sevindim. Umarım bu iyileştirmeler devam eder. #istanbul #istanbulblog #istanbulfotoğrafları #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbultrip #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulpage #istanbulmoments #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 12 Rehberlik yaparken uzun saatler yürüyoruz ve ayakta dikiliyoruz. Sırt, bel ve bacak ağrısı çekmemek için hem zinde olmaya, hem de iyi bir ayakkabıya ihtiyaç var. Şimdilerde Pandemi dönemi boyunca düzenli olarak spora gitmenin meyvelerini topluyorum. İşler kesatken ve web sitelerini güncellemek ile meşgul iken, hareketsizliğimi dengelemek için devamlı kardiyo ve ağırlık çalıştım. Bir gün pandemiden çıkıldığında milletin çılgınlar gibi seyahat edeceğini tahmin ediyordum. Ki şimdi bu patlamanın emarelerini görmeye başladık. Bu güzel havalarda sokaklarda dolaşmak insana gerçekten iyi hissettiriyor. Baharın gelişi yalnızca mevsim değişimini değil de, uzun ve karanlık bir tünelin çıkışını da simgeliyor sanki! Yıllar önce iki tane Adidas Energy Boost almış ve parçalayana kadar dönüşümlü giymiştim. Hayatımda kullandığım fiyat/performans oranı en yüksek ve en konforlu ayakkabıydı. Sonradan Energy Boost 2,3 ve 4 gibi serileri çıktı ama bence hiçbiri ilki kadar iyi değildi. Bir süre Adidas'ı bırakıp Skechers'a geçtim. Skechers Go Walk serisi çok rahat ama çok dayanıksız. Uzun saatler yürüdükten sonra ayağı saran kısımları ve tabanı iyice gevşiyor ve ideal şeklini kaybediyor. Yıllarca Skechers modellerini kullandıktan sonra Adidas'ta nihayet Energy Boost 1'in muadilini buldum ve Adidas'a dönüş yaptım. :) Evet arkadaşlar böyle bir arayışta olan varsa "Adidas Ultra Boost" süper bir ayakkabıya benziyor. Henüz sahada test etmemiş olsam da ilk izlenim mükemmeldi. Bu sayfayı hakikaten iyice günlüğe çevirdim. Hintli kızın fotoğrafının altında ayakkabı modellerinden bahsediyorum. 3-5 kişi azmedip okuyorsa onları da kaçıracağım :))) Bu arada bu fotoğrafı 2010'da yaptığım Hindistan seyahatinde Delhi'deki Jama Masjid'te (Jama Camii) çekmiştim. #instagood #instapic #instadaily #instaphoto #instaart #instatravel #photooftheday #picoftheday #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 11 Dün yaklaşık 10 kişilik bir Türk gruba Fener Balat turu yaptım. Son birkaç aydır turlarım hep Sultanahmet'te geçiyordu. Fener ve Balat civarlarını çok özlemiştim. Sert bir kışın ardından gelen bahar gibi, turizm de 2 senelik pandemi uykusundan uyandı ve işlerimiz yoğunlaşmaya başladı. Eve kapandığımız dönemler ise benim için İngilizce ve Türkçe sitelerdeki 400 yazıyı yeniden düzenlemek ve güncellemek için altın bir fırsattı. Şimdi bakıyorum da yoğunlaşan işlerin getirdiği yazışmalar ve turlar başlayınca bu işe bir daha kalkışamazmışım. Kendi çapımda krizi fırsata çevirmiş oldum. Ama herkes gibi bu dönemde ben de çok sıkıldım. Zaman insan hayatında o kadar önemli ki! Bir yandan onu en iyi şekilde kullanmaya çalışırken, diğer yandan da onu cömertçe harcamak zorundayız. Çünkü hiçbir şey zaman ve emek harcamadan olmuyor. Bir yerde "İnsanlara kendinizi sevdirmeye çalışmayın! Yalnızca olduğunuz gibi davranıp her şeyi zamana bırakın!" gibi bir cümle okumuştum. O zaman bu cümlenin kıymetini pek anladığımı sanmıyorum. Ama "yaş almak" bana sabır etmeyi öğrettikçe, zamanın hayatta her şeyin en iyi ilacı olduğunu anladım. Turlar sırasında sıkça gittiğim bir restoranda garson arkadaşımdan bir espresso istedim. "Ne demek, sen iste buraya espresso makinesini getiririm!" dedi. Bunu öylesine samimi bir şekilde söyledi ki çok mutlu oldum. Dün Balat'ta ziyaret ettiğim caminin bekçisine arkası dönükken seslenip "Ne zamandır görüşemedik, sesimden tanıdın mı?" dedim. Bana dönüp kocaman bir gülümseme ile "Hatırlamaz mıyım? Sen sahilden konuşsan buradan duyulur!" dedi. Grubumla camiyi ziyaret ettim ve çıkarken bana "Eski rehberler çok azaldı. Buralara yeni gelmeye başlayanların da tadı yok!" gibi bir şeyler mırıldandı. O an bu işte biraz eskimeye başladığımı fark ettim. Bakıyorum da ilk Balat turumu yapalı 13 sene olmuş. Rehberlik kokartımı alalı ise 18 sene doldu. Bu fotoğrafı 2008 yılında İspanya'nın Sevilla kentinde çekmiştim. Flamenko ezgileri eşliğinde bu sarayı keşfetmek, seyahatimin en güzel anlarından biriydi. İnsan böyle bakınca fotoğraf çekmenin önemini bir kez daha anlıyor. Yoksa bu anı nereden hatırlayacaktım ki! #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No: 10 Bugün İranlı bir aileye rehber #Günlük No: 10 Bugün İranlı bir aileye rehberlik yaptım. Ailenin büyük oğlu yıllar önce çalışmak için İsveç'e gitmiş ve şimdi İsveçli bir kızla nişanlanmak üzereler. Sanırım bu Türkiye gezisi de ailenin tüm üyelerini yabancı gelin adayı ile tanıştırmak üzerine düzenlenmiş. Anne baba çok şeker bir çift ve huzur veren cinsten insanlar. Büyük oğul kendini çok iyi yetiştirmiş ve İsveçte tıp alanında çalışıyor. 20'li yaşlarda bir erkek kardeşi ve 16 yaşında da bir kız kardeşi var. Kendisi hariç tüm ailesi İran'da yaşıyorlar. Bazen bu kadar farklı milletlerden insanlar tanımamı sağlayan bir iş yaptığıma şükür ediyorum. Yoksa her millete yapıştırılan etiketlere bağımlı kalacak ve belki hiçbir şey bilmediğim için bazılarından nefret edecektim. Oysa turizmde geçen 20 yılı aşkın sürede o kadar çok memleketten insan tanıdım ki, hiçbir ülkeye ön yargım kalmadı diyebilirim. Devlet politikaları ile sıradan insanların ajandası ve hayata yaklaşımları kesinlikle çok farklı. Az buçuk mürekkep yalamış ve sağduyulu bir insan dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın birçok şeye karşı objektif bir bakış açısı geliştirebiliyor. Bir de böyle farklı millet ve ırklardan insanların birlikte mutlu olduğunu görmek çok hoşuma gidiyor. Hakikaten çeşitlilik bir zenginlik. Geçenlerde Afroamerikan bir erkek ve Asyalı bir kızı gezdirmiştim onların da uyumu çok hoşuma gitmişti. Hem de her ilişkinin kendine has bir öyküsü var ve onları dinlemek çok hoşuma gidiyor. Önceki günlüklerde seyahat arşivlerimi açacağımdan bahsetmiştim. Geçmişte Facebook'ta "Objektifime Gülümseyenler" adlı bir albümüm vardı ve onlarca milletten insanın portre fotoğraflarını paylaşıyordum. İşte bu fotoğraf da onlardan biri. 2010 yılında Endonezya'daki Bali Adası'na gittiğimde çekmiştim. Dikkat ettim de son yıllarda hiç portre çekmemişim. Hep geniş açı mimari çekim yapmışım. Fotoğraf çekmek insana dijital bir hafıza da sağlıyor. Hayatınızın hangi yöne gittiğini de görüyorsunuz. Fark ediyorum ki insanlardan uzaklaşmışım ve yanlış yapmışım. Pandemi ertesi birçok şeyi değiştirmek istiyorum. Hadi bakalım hayırlısı! #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No: 9 Dün Kadıköy'ün Balık Pazarı #Günlük No: 9 Dün Kadıköy'ün Balık Pazarı ile Bahariye Caddesi arasındaki kısmını gezdim. Her ne kadar Moda'yı başka bir güne saklamış olsam da ucundan bazı yeni kafelerini de keşfetmekten geri kalamadım. Pandemi döneminde hangi restoranlar ve kafeler açılmış veya kapanmış diye bakarken bu görseldeki kafenin daha önce hiç içine girmediğimi fark ettim. Kafenin dışı zaten çok güzel ve Küba esintisi yaratıyor. Ancak içinde çok daha hoş bir Küba atmosferi var. Anılarım depreşti ve fark ettim ki Küba'yı çok özlemişim. Eski harici sabit diskimi bilgisayara bağlamak zor oluyor diye arşivleri düzenlemeyi erteledikçe erteliyordum. En sonunda sabit disk bozulma sinyalleri vermeye başlayınca apar topar her şeyi yedekledim. Şimdiki sabit disk çok pratik bağlanıyor ve hızlı çalışıyor. Hal böyleyken bir ara Küba arşivlerini de açmak lazım. Her şeye olduğu gibi şu Instagram'a da çok geç ısındım. Bunun tek iyi tarafı elimde paylaşacak tonlarca materyal olması. Ha bu arada Küba Kafe'den sonra mutluluğun resminin çizildiği yere gittim. Orası "Çiya Restaurant". Yemek resmi paylaşmayı sevmesem de anlatması güzel oluyor. Şimdi efendim Çiya'ya gidiyorsunuz, meze tabağına zahter, kısır ve humus koyduruyorsunuz. Onu zevkle mideye indirdikten sonra bir de lahmacun ve ekşi ayran. İşte mutluluğun resmi! Ha bir de bunun üzerine Baylan'da Mus Şokola ile çay. Biraz ara verdikten sonra da Balık Pazarı'nı tepeden izleyen bir kafe olan Montag'in aromalı çekirdeklerinden bir espresso. Mmmmh! İşte bu! I love you İstanbul! Seni turist gibi gezmek çok güzel! #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 8 Göze hoş gelen fotoğraflar çekm Günlük No: 8 Göze hoş gelen fotoğraflar çekmek ne kadar kolaylaşmış yav! Ya da ben mağaradan yeni çıktım! Bundan uzun yıllar önce (90'ların sonu 2000'lerin başı) analog fotoğraf makineleri (hani şu içinde 36'lık film makarası olanlar) demode olmuş ve yerine DSLR makineler çıkmıştı. Yeni nesil DSLR fotoğrafları dijital olarak saklayan bir hafıza kartına sahipti ve yüzlerce fotoğraf çekme imkanı sağlıyordu. İşte o zamanlar birçok romantik insan bu makinelere geçmeyi reddetti. Fotoğraf forumlarında Analog SLR makinenin orijinalliğine dair bir sürü paylaşım yapıldı. Ama yıllar içinde o eski makinelerin hepsinin yerini dijital fotoğraf makineleri aldı. O dönem analog ile dijitalin karşılaştırılmasını çok anlamsız buluyordum. Dijital ne çektiğini anında gösteriyordu bir kere! Süper çekimler yaptım diyorsun, resimler banyo ediliyor, o da ne! yok karanlık çıkmış, yok kamera titremiş! Hadi bakalım yandı gülüm keten helva! Amma velakin ben de cep telefonlarını keşfetmekte, dijital makineleri yok sayıp eski püskü analog makineler ile boğuşan dinozorlar kadar geç kaldım! Bugün yanıma profesyonel DSLR makinemi aldığım halde çantadan çıkarmayıp yine cep telefonu ile çektiğimi fark edince bu işin (benim için) ömrünün dolduğuna kanaat getirdim. Cep telefonu geniş açı çekiyor, insan gözü ile çekiyor, zoom çekiyor. Bak sen şu işe! Benim küçük canavarın yaptıklarını yapabilmem için eskiden Nikon ile birlikte 11-16mm Tokina, 17-50mm Tamron ve 35mm Nikon lenslerimi yanımda taşımam gerekirdi. Yok arkadaş ben karar verdim hamallık yapamayacağım artık! İyi fotoğraf DSLR + bir çanta dolusu lens ile çekilir demiyorum artık. Samsung A72 cebimde... Üstelik renk ayarlarını bile otomatik yapıyor. Ha bu görsel çok ahım şahım bir fotoğraf değil. Ama numune olarak koydum işte kameradan çıktığı gibi her şeyi hazır. Valla bravo! #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:7 Aziz Antuan Kilisesi gerçekten de #Günlük No:7 Aziz Antuan Kilisesi gerçekten de İstanbul'un en güzel yapılarından biri. Bu kilisenin avlusuna girdiğim zaman kendimi Venedik'te gibi hissediyorum. Sadece kilise değil, kiliseyi çevreleyen binaların da mimarisi çok güzel. Özellikle de binaları birleştiren koridorlardaki sütunlar ve revaklar muhteşem. Venedik şehrini gezerken en çok pencereler ve balkonları süsleyen sütunlara ve nişlere hayran kalmıştım. Burası oradan bir esinti sunuyor. Bana kalırsa burası İstanbul'da fotoğraf çekmek isteyenler için en özel yerlerden biri. Arşivde çok fotoğrafı var da, üşendiğim için ortaya çıkarmamışım. Şimdi peyderpey paylaşacağım. #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:6 İstanbul öyle bir şehir ki, ne k #Günlük No:6 İstanbul öyle bir şehir ki, ne kadar gezerseniz gezin bitmiyor. Bu şehre yıllarını vermiş sanat tarihçisi, arkeolog ve rehberlerin söyleşilerini dinliyorum ve onlar da hala İstanbul ile ilgili yeni şeyler öğrenmenin peşindeler. Ben Kadıköy'de doğdum ve ilköğretim yıllarım Acıbadem'de geçti. Şimdi fark ediyorum da Tarihi Yarımada'ya odaklanmaktan, Kadıköy'ü baya ihmal etmişim. Geçtiğimiz günlerde katıldığım Yeldeğirmeni turunda Kadıköy ile ilgili ne kadar az şey bildiğimi fark ettim. Örneğin Bahariye Caddesi üzerinde bulunan Surp Levon Kilisesi'ne daha önce hiç gitmemişim. Tur sırasında uğradığımızda bu kilisenin rahibi bizlere harika bir konuşma yaptı. Kendisi teoloji alanında doktora seviyesinde öğrenim görmüş ve belli ki çok dolu biri. Böyle çok bilgili insanlar konuşmaya başladığında (hele de ilgimi çeken bir konudan bahsediyor ise) çok keyif alıyorum. Yılların okuyup yazmışlığı ve yaşanmışlığı bir kapsüle hapsedilmiş gibi bize aktarılıyormuş gibi hissediyorum. Böyle zamanlarda bilgiyi havada yakalayasım geliyor. Bu aralar turların haricinde bol bol kendim için gezmeye başladım. Sanırım pandemi boyunca tüm vaktimi alan web sitesi güncelleme işlerinin bitmesi de önümü açtı. Dün de Galataport'u enine boyuna gezdim, haritasını çıkardım ve İngilizce siteye yazmaya başadım. Hakikaten güzel olmuş. En sevdiğim pastanelerden biri olan Baylan'ın burada butik bir şube açmasına da sevindim. Bu arada ne kadar gezersem gezeyim sonunda yine Eminönü'ne dönüyorum. Mısır Çarşısı ve çevresindeki restoranlar, kafeler, camiler, ara sokaklar beni inanılmaz cezbediyor. Bu semtin nostaljik atmosferine ve insanı tazeleyen enerjisine hayranım. #serhatengul #istanbulturistrehberi #istanbulblog
#Günlük No:5 Dün Kadıköy'ün Yeldeğirmeni se #Günlük No:5 Dün Kadıköy'ün Yeldeğirmeni semtine yoğunlaşan harika bir tura katıldım. Arada İstanbul'u başka rehberlerden dinlemek insanın ufkunu açıyor. Özellikle de eski ve tecrübeli rehberlerin anlatımlarını dinlemekten büyük keyif alıyorum. Okunmuş yüzlerce kitap ve sahada geçmiş onlarca yıldan süzülüp gelen bilgileri aktarıyorlar. Öyle değerli ki! Gezi sırasında fark ettim ki, gördüğümüz binaların tarihi ve mimari özelliklerinden çok, hocaların tarihi olaylardan çıkarımlarını dinlemeyi seviyorum. İçinde bulunduğumuz bilgi çağında bir binanın tarihi hakkındaki genel bilgileri bulmak oldukça kolay. Ama hocanın bir adım geri çekilip o dönemdeki İstanbul'u anlatması ve gözümüzde bir dönem filmi gibi canlandırması harikaydı! Bir de böyle ileri yaştaki rehberleri sahada dimdik ve enerjik görmek çok hoşuma gidiyor. Böylece rehberlikte "emeklilik" diye bir şey olmadığını bir kez daha kavrıyorum. Ne de olsa İstanbul'un tarihi Çin kutusu gibi, açtıkça içinden başka şeyler çıkıyor. Elbette hiçbir zaman "her şeyi" biliyor olmayacağız! Ama en azından şarap gibi yıllandıkça, dünyanın dört bir yanından gelen tarih sever insanlarla daha olgun ve kaliteli bilgiler paylaşacağız. Bu arada çoğu zaman olduğu gibi anlattıklarımın resimle bir ilgisi yok. :) "Büyük Postane" İstanbul'daki en sevdiğim binalardan birisi ve onu geniş açıyla çekmeye çalışmışım. Bu binanın çevresindeki hareketlilik çok hoşuma gidiyor. Genelde tur harici gezdiğimde hep buralarda yemek yiyor, kahve içiyor ve keyifli zaman geçiriyorum. #istanbulblog #visitistanbul #istanbultravel #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:4 Bugün Amerika Birleşik Devletleri #Günlük No:4 Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nden (New Jersey) gelen pırıl pırıl bir genç çifti gezdirdim. Her ne kadar yarım günlük bir tur olsa da baya keyifli vakit geçirdik. Mutlu insanlarla vakit geçirmek, eşlik eden kişiye de mutluluk aşılıyor olsa gerek. Geçen gün 3 yaşındaki muhabbet kuşumu kaybettiğim için çok üzülmüştüm. Aslında hala etkisinden çıkamadım, çünkü evin içinde devamlı gözüm onu arıyor. Bir de dinlediğim müziğe kadar her şey ile özdeşleşmiş kerata... Onun back vokalleri olmadan müzik bile dinlemenin keyfi kalmadı. Neyse ki dün ve bugün çok aksiyonlu geçti de çok sevdiğim bir hayvanı kaybetmenin acısını biraz hafifletti. Alakasız olacak ama yıllar önce Osman Pamukoğlu'nun bir kitabını okumuştum. Çelik gibi bir iradeye sahip olan bu adam, hayatını anlatırken zorluklara katlanmanın da reçetesini veriyordu. "Depresyonun en iyi ilacı hareket etmektir." gibi bir cümlesi vardı ve onu hiç unutmamışım. Zaten genelde okuduğunuz bir kitaptan akılda birkaç vurucu cümle kalır ve gerisi unutulur gider. Ama bazen o sözler de sizin hayat felsefenize büyük katkı yapar. Ne zaman sıkıntılı ve acılı bir dönemden geçtiğimi düşünsem, ilk üzüntü geçtikten hemen sonra kendime aksiyon yaratmaya çalışıyorum. Hakikaten de insan bir şeylerle meşgul olmadan, kafasına üşüşen kötü düşünceleri kovamıyor. Ölüm gerçekten insan aklının kabullenmekte çok zorlandığı bir şey. Bu bir insan da olsa, aileden saydığınız bir ev hayvanı da, ölümü çok zor kabulleniyorsunuz. Ama yine de durup yarayı kanırttıkça kimseye pek bir faydası olmuyor. Bu arada dünkü yürüyüşte çektiğim bir kareyi paylaşmak istedim. Aslında bu fotoğraf ters ışıkta çekilmiş ve teknik açıdan kusurlu ama telefonların yapay zekası öyle gelişmiş ki, bu berbat ışıkta bile maksimum iyileştirmeyi yapabiliyor. Bu fotoğrafı Nikon ile çeksem, herhalde felaket çıkardı. Bu arada şu Eminönü'nün hiç bitmeyen enerjisine hayranım. Şu meydanda asırlardır yaşam hiç durmadan akıyor. Osmanlı döneminde ve hatta ondan öncesinde Bizans döneminde bile böyleydi bu... Şehrin en sevdiğim yeri. #istanbulblog #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbullove #tarihnotlari #tarihiyerler #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:3 Bugün uzun zamandan sonra İstanbu #Günlük No:3 Bugün uzun zamandan sonra İstanbul'u bir turist gibi gezdim. Son zamanlarda turlarda gezdirdiğim yerler haricinde keyfi olarak "sadece kendim için" gezmemiştim. Uzun zamandır Rüstem Paşa Camii'ne gider o güzel çinilerin fotoğraflarını çekerim diyordum. Sonunda bugün yaptığım "uzun yürüyüş turunda" yolumu buraya düşürdüm. Gezmeye önce Sirkeci'den başladım, Eminönü'ne gittim, sonra Mahmutpaşa Pazarı'nı fotoğraflamak için Beyazıt'a doğru çıktım. Sonra tekrar Eminönü'ne inip, Galata Köprüsü'nden Karaköy'e geçtim. Oradan Tünel aracılığı ile Meşrutiyet Caddesi, İstiklal Caddesi, Cihangir ve sonunda Tophane'ye inerek günü tamamladım. Böylece geçenlerde aldığım Samsung A72'nin fotoğraf çekme kabiliyetini de test etmiş oldum ve ilk sonuçlar gayet başarılı. Düşünüyorum da eskiden ultra geniş açı (10-20mm arası) için başka, insan gözünün gördüğü 50mm yakınlarında çekim yapmak için başka objektif kullanıyorduk. O tuğla gibi lensleri yanımızda taşımaktan belimiz kambur oldu. Şimdi cep telefonlarına ultra geniş açı özelliği gelmiş. Ve elbette benim Tamron 11-16 kadar kaliteli çekmese de, ona yakın bir sonuç veriyor. Üstelik bir düğmeye basarak standart zoom lense geçebiliyorsunuz. Bunun için 2 ve hatta bazen ayrı 3 lens taşımak gerekirdi. Hey gidi teknoloji ve hey gidi yapay zeka! O değil de İstanbul'da turist olmak güzel şey ya! En sevdiğin semtlerde yürümek, en sevdiğin restoranlara gitmek ve en sevdiğin kafelerde mola vermek. Her ne olursa olsun İstanbul'da yaşamaktan vazgeçemem herhalde! Tarihi Yarımada'da Rüstem Paşa Camii'nde, Mısır Çarşısı'nda bolca fotoğraf çektim. Beyoğlu'nda ise Meşrutiyet Caddesi'ne yoğunlaştım. Böylece yazdığım ve yazacağım yazılara bolca görsel materyal çıktı. Peyderpey Instagram'da da paylaşacağım. #istanbulblog #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbullove #istanbulfotoğrafları #blogger #instablog #tarihnotlari #tarihiyerler #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No:2 Dün Topkapı Sarayı'nın 4. avlusu Günlük No:2 Dün Topkapı Sarayı'nın 4. avlusundan paylaşım yapmıştım. Bugün de aynı yerden devam edeyim bari. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından Sultan IV. Mehmed döneminde yaptırılmış olan bu köşk avlunun en güzel yerinde konumlanıyor. Bir önceki gönderide Instagram'ı artık bir günlük gibi kullanacağımı söylemiştim. Ama ertesi gün kendimle ilgili not edecek önemli bir şey olacağını düşünmemiştim. Evet arkadaşlar maalesef bugün 3 yaşındaki muhabbet kuşumu kaybettim. Her ne kadar küçük olsa da aileden biriydi. Şu covid dönemindeki sıkıntılı zamanlarda beni en çok oyalayan ve eğlendiren canlıydı kendisi. Bir sürü kelime öğrenmişti ve benim ses tonumdan mükemmel bir telaffuzla söylüyordu kerata... Kahve öğütme makinesi, su sesi, saç kurutma makinesi ve bilumum gürültülü şeyden hoşlanır ve keyifle şakırdı! Matkap sesi bile duysa hoşuna giderdi, yeter ki cümbüş olsun! İnsan sağken bir ev hayvanının hayatında bu kadar yer kapladığını fark edemiyor. Ama gidince evde kocaman bir sessizlik oldu. 2019'un Aralık ayında sabah kahvaltısı için kahve hazırlarken penceremin önünde bulmuştum onu... Soğuk bir kış günü, hastalanmadığını umarak eve almıştım ve o günden sonra evin ayrılmaz bir parçası oldu. Üstelik onu eve aldığımda evde kedi de vardı! Ama birlikte yaşatmanın bir yolunu bulmuştuk. Sonra kedimiz böbrek yetmezliğinden ölünce onun acısını çabuk atlatmama yardımcı olmuştu bizim sevimli "Bıcır". Koskoca Covid döneminde ben blog yazılarına gömülmüşken bana şarkılarıyla eşlik etti. Ve onun sayesinde hiç sıkılmamıştım. Ama şimdi bir anda hayatımdan çıkınca valla çok sıkıldım! Umarım bu acı çabuk geçer. Huzurla uyu Cici Bıcır! 15. Şubat. 2022
Günlük No:1 Instagram sayfamı artık bir günlük gibi kullanmaya karar verdim. Yoksa buraya arada sırada görüntü olsun diye fotoğraf koymak o kadar anlamsız geliyor ki! Yıllardır blog yazan biriyim. Yeri geliyor bir blog yazısını kurgulamak, yazmak ve İngilizceye çevirip Istanbul Clues'a eklemek için tüm günümü harcıyorum. Ama buraya bir fotoğraf eklemeye üşeniyorum. Aklıma gelen şeyleri, yaptıklarımı ve yapacaklarımı buraya not edeyim de bari bir işe yarasın. Artık girişte resimle alakalı bir iki kelam edip altına da içimde ne varsa döküvereyim bari! Biraz önce Super Bowl'un Devre Arası şovunu izledim. Yav arkadaş bu nedir yav! Böyle bir şov olamaz. Tüm tüylerim diken diken oldu! Son beş yıldır yok jet düştü, yok bomba patladı, yok Covid yayıldı diye biz eğlenmeyi unutmuşuz! Rock 'n Coke'a, Küçük Çiftlik Park'a filan abone olduğum yıllar aklıma geldi. Vallahi 2000'leri hatırlayınca üzüldüm. Galiba biz bu hengamede yaşamayı da unuttuk! 50 CENT, Eminem, Snoop Dogg babalar bir araya gelmiş inanılmaz bir şov yapmışlar. Bu arada bakıyorum da Amerika'da Covid kaygısı filan kalmamış. On binlerce kişi stadyumda çılgınlar gibi eğleniyor. Buradan Amerikan yetkililerine sesleniyorum: Kardeş şu Türkiye'ye seyahat uyarısını kaldırın da Amerigalı turistlerimiz geri gelsin, ortalık bir şenlensin! Gerçi son günlerde benim bloglardaki hareketliliğe bakarsak geri dönüyorlar yavaş yavaş. Trafik arttı, İstanbul ile ilgili soru soranlar arttı. Covid filan derken eve iyice alıştık gezmeyi unuttuk! Bari müşteriler gelsin de sağda solda yeni açılan yerleri birlikte keşfedelim! Mesela Sirkeci'deki muhteşem Legacy Ottoman Otel'in üstünde yeni bir restoran açılmış. Adella isimli bir balık restoranı sanırsam. Sosyetik müşterilerimden biriyle birlikte deneyimlerim artık! Gülmeyin valla son zamlardan sonra İstanbul'daki restoranları, kafeleri filan otlakçılık yoluyla deneyimlemek durumundayız! Yoksa Nusret'te, 360'ta, Çırağan'da filan yemek neyimize artık! :( Bunları bari buraya not edeyim de unutmayayım! Nasıl olsa kimsenin resim altındaki yazıları okuduğu yok. :)) Lan yoksa!! O değil de resimdeki Topkapı Sarayı'nın 4. bahçesi ne güzel ya! Aynı Elhamra Sarayı gibi valla! :)
İtalya gezisi sırasında Bologna'dan, Floransa'y İtalya gezisi sırasında Bologna'dan, Floransa'ya giderken Pisa şehrine de günübirlik uğramıştım. Pisa Kulesi gerçekten de şöhretinin adını verecek kadar güzeldi. Her ne kadar çoğu insan Pisa'ya kulenin şöhreti için gidiyor olsa da, oraya vardıklarında Mucizeler Meydanı'nın (Piazza dei Miracoli) büyüsüne kapılıyorlar. Pisa Katedrali ve onu çevreleyen meydandaki yapılar öyle güzel bir bütünlük oluşturuyor ki, adeta zamanda yolculuğa çıkmış gibi heyecanlanıyorsunuz. İtalya'yı kuzeyden güneye gezdiğim 3 haftalık gezide onlarca katedral ve kilise ziyaret ettim. Pisa Katedrali ise beni en çok etkileyenlerden biri oldu. Sanırım bu hoş kiliseyi listenin ilk 5'ine hiç düşünmeden eklerdim. Pisa Kulesi ile ilgili araştırmayı derinleştirdikçe ilginç detaylara rastlıyorsunuz. Örneğin kule daha yapım aşamasında eğilmeye başlamış. 1170'lerde inşaatın daha ikinci katı yapılırken kule eğilmeye başlayınca (toplam 8 kat var) mimarlar "Eyvah .ıçtık" demiş olsa gerek. Amma velakin katedral bir kez inşa edilince çan kulesinin de yanına yapılması gerekiyordu ve durmamış devam etmişler. Pisa Kulesi eğilmiş eğilmesine ama yumuşak zeminin azizliği olmasa belki de bu kadar ünlü olmayacaktı. Ben İtalyanların heykellerine kafayı takmış biri olarak kuleyi feda edip heykeli kadrajın ortasına almışım. Ama Kule-Heykel-Bulut üçlemesini 15 yıl önceki fotoğraf makinemin görüş açısına ancak bu kadar sığdırabilmiştim. Bu arada başarılı bir denizci kavim olan Pisalılar, İstanbul tarihine de çok uzak değiller. Zira biz her ne kadar tarih kitaplarından Venedikliler ve Cenevizlileri hatırlasak da, 12. yüzyılda Konstantinopolis'in limanında Pisa ticaret kolonisi de faaliyet gösteriyordu. #italya #pisa #pisatower #seyahat #gezi #geziblog #seyahatblog #sanattarihi #instaphoto #serhatengul #istanbulturistrehberi
Covid, enflasyon, ekonomik kriz derken bir süre d Covid, enflasyon, ekonomik kriz derken bir süre daha seyahate çıkamayacağız gibi gözüküyor. Arşivlerle yetinmemiz gereken bu günlerde İtalya dosyasını karıştırmaya başladım. 2007 yılında çıktığım seyahatte sırt çantamı kapıp Venedik'e gitmiştim ve 21 günlük ziyaretimde ziyaret ettiğim ilk yer Frari Santa Maria Bazilikası'ydı. İtalya'nın vaat ettiği sonsuz sanatsal zenginliği adeta kana kana içmek istiyordum. Kaldığım yere en yakın tarihi yapı olan bu katedral de beni hayal kırıklığına uğratmadı doğrusu! İçi muhteşem heykellerle süslü bu katedralde koca bir tur atmış ve bolca fotoğraf çekmişim. Ama en net hatırladığım şey arka taraftaki avluda bulunan bu heykeldi. Bir gizli hazine! Bu İtalyanların içtiği sudan mıdır, yediği yemekten midir neye ellerini atsalar bir sanat eserine dönüşüyor. Araba yapsalar Ferrari oluyor, giysi tasarlasalar Gucci oluyor. Zaten içinde bulunduğum şehir bir sanat eseriyken, onun içindeki bir katedraldeki bir melek heykelini hiç unutmamışım. Gerçi ben Fransa'nın Lyon şehrine de bir heykel görmek için gitmiştim. İspanya'nın Toledo şehrine de tek bir resim. (El Greco'nun) Orta boy bir sırt çantası ama bavullar dolu merak ile seyahat ettiğim günlerdi o zamanlar. Şimdi bakıyorum da anılarımı sadece İstanbul'la sınırlı tuttuğum bu sayfa bana dar gelmeye başladı. E o zaman açalım arşivleri, gözümüz ne gördüyse paylaşalım! Aynı deliler gibi yurt dışı seyahat yazıları yazdığımız zamanlardaki gibi! #italya #seyahat #blog #gezi #gezirehberi #geziblog #seyahat #seyahatblog #venedik #venice #travelphotography #fotoğrafçılık #instatravel
Alman Çeşmesi (German Fountain) Alman Çeşmesi (German Fountain)
Spice Bazaar (Mısır Çarşısı) June, 2020. #is Spice Bazaar (Mısır Çarşısı) June, 2020. #istanbul #travelblogger #travelphotography
Ayasofya #istanbul #tarih #blog Ayasofya #istanbul #tarih #blog
Süleymaniye Camii'nin kubbesi. Maalesef eskisi gi Süleymaniye Camii'nin kubbesi. Maalesef eskisi gibi canım istediğinde gidip fotoğraf çekemiyorum. Umarım Covid-19 salgını en kısa zamanda biter de daha güzel fotoğraflarını çekerim. Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı ve Süleymaniye hepinizi çok özledim.
Fransız Geçidi, Karaköy. Karaköy semti ile ilg Fransız Geçidi, Karaköy. Karaköy semti ile ilgili daha fazla bilgi: https://serhatengul.com/karakoy-gezilecek-yerler/ More information on Karakoy Neighborhood: https://istanbulclues.com/istanbul-karakoy-neighborhood/
Load More Follow on Instagram

Footer

Istanbul Tarih Yazıları

Merhaba ben Serhat Engül. Sayfamda İstanbul’un tarihine dair yazılar bulabilirsiniz. Roma döneminden başlayıp, Bizans ile devam eden ve Osmanlı İmparatorluğu ile sona eren bir yazı dizisi olmasını planlıyorum.

İstanbul ile ilgili daha ayrıntılı bir gezi rehberi okumak isterseniz, IstanbulTuristRehberi.com isimli sitemi de ziyaret edebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.

Son Yazılar

  • Fener Balat Turu Gezi Rehberi ve Gezilecek Tarihi Yerler
  • Sekizinci Yüzyılda Bizans İmparatorları
  • Sultanahmet Meydanı (Hipodrom)
  • Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları
  • Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

Powered by Reborn Travel

blank

İçerikler İzinsiz Kopyalanamaz © 2022