• Skip to main content
  • Skip to primary sidebar
  • Skip to footer
  • Home
  • About
  • Contact

Serhat Engül

Istanbul Gezi Rehberi

Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

10 August 2021 by Serhat Engül Leave a Comment

İstanbul’un tarihini en başından anlattığımız yazı serisine Tetrarşi Dönemi ile başlamıştık. Birleşik Roma’nın son yıllarını ve Doğu Roma’nın (Bizans) ilk yıllarını 4 heyecanlı yazı ile kavradık. Şimdi ise sıra Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısına geldi.

Bir önceki yazıda Bizans İmparatorluğu’nun gelmiş geçmiş en ünlü hükümdarı olan İmparator Justinianus’tan bahsettik. Elbette yazıda I. Anastasius ve Mavrikios gibi başka önemli imparatorlar da vardı. Ancak aslan payını Ayasofya’yı inşa etmiş olan Jüstinyen’e ayırdık.

4. yüzyıldan başlayarak, 15. yüzyıla kadar devam edecek olan bu yazı serisinde tüm Bizans imparatorlarını işliyor olacağız. Böylece İstanbul’da Osmanlı öncesi inşa edilen tarihi eserleri de daha yakından tanıyacağız.

İçerik Listesi

  • Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları
    • 1. İmparator Phocas
    • 2. İmparator Heraklius
      • Pers İstilası
      • Bizans’ta Askeri Reformlar
      • Heraklius’un Doğu Seferi
      • İslam’ın Yükselişi
      • Yermük Savaşı
      • İmparator Heraklius’un Mirası
    • 3. İmparator III. Konstantinos
    • 4. İmparator II. Konstans
      • Kahire’nin Kuruluşu
      • Muaviye’nin İslam Donanması
      • Hristiyan Dünyası Neden Bölünmüştü?
      • Muaviye’nin Kara ve Deniz Fetihleri
      • Bizans’ta Mezhep Kavgaları
      • II. Konstans’ın İtalya Seferi
    • 5. İmparator IV. Konstantinos
      • Arapların Konstantinopolis Kuşatması
      • Bulgar Devleti’nin Kurulması
      • Altıncı Ekümenik Konsil
    • 6. İmparator II. Justinianos
      • Trullo Konsili (Quinisextum)
      • II. Justinianos’un Tahttan İndirilmesi
      • Sürgündeki Bizans İmparatoru
      • Burnu Olmayan İmparator
      • II. Justinianos’un Dinmeyen Öfkesi
      • Bizans İmparatoru İhanete Uğruyor
      • Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!
  • Yedinci Yüzyıl’da Bizans Yazısı Kaynakları

Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

Yedinci Yüzyıl’da Bizans imparatorları arasında I. Phocas, Heraklius (Herakleios), III. Konstantinos, II. Konstans, IV. Konstantinos ve II. Justinianos var.

Yedinci Yüzyıl, yıkılmanın eşiğinden dönen Bizans İmparatorluğu için bir dönüm noktası olmuştu. Bu yazıda Doğu Roma’nın ezeli düşmanı olan Pers İmparatorluğu’nu Heraklius döneminde nasıl dizginlediğini göreceğiz.

Buna karşın karşılarına yeni ve daha büyük bir düşman çıkıyor olacak. Halifelikler döneminden itibaren Orta Doğu’ya yayılan Arap orduları, takip eden yüzyıllarda Bizans’ın yeni rakibi olacak. Şimdi dilerseniz tarihin bu eşsiz anlarına birlikte tanıklık edelim.

1. İmparator Phocas

İmparator Phocas, asker kökenli ve oldukça sert mizaçlı biriydi. Tahta çıktığı yıllarda Bizans İmparatorluğu çok hassas bir durumdaydı. Doğu’da Sasani İmparatorluğu, Batı’da ise Avarlar ve Slavlar askeri tehdit oluşturuyordu. Selefi Mavrikios kadar becerikli bir yönetim gösteremeyen Phokas, imparatorluğu sadece birkaç yılda yıkılmanın eşiğine getirdi.

Phokas’ın başa geçmesi, öncelikle Persler ile olan barış antlaşmasının bozulmasına sebep olmuştu. Pers kralı II. Hüsrev, tahta geçerken Mavrikios’tan yardım aldığı için ona sadıktı. Ancak içten içe Bizans İmparatorluğu’na saldırmak ve fetihler yapmak istiyordu. Phokas’ın teamüllere aykırı bir şekilde tahta çıkması, II. Hüsrev’e istediği savaş bahanesini vermişti. II. Hüsrev, 603 yılında büyük bir ordu ile Bizans’a saldırdı.

Güneydoğu Anadolu’dan saldırıya geçen II. Hüsrev’in karşısında büyük bir Bizans ordusu vardı. Ancak ordunun başındaki General Narses, İmparator Phokas’ın iradesini kabul etmemişti. Mavrikios’un sadık adamlarından biriydi ve onu öldüren gaspçı imparator için savaşmak istemiyordu.

İmparatora başkaldıran Narses, Edessa’yı (Urfa) işgal etti. İşlerin kötüye gittiğini gören Phokas, Narses’i barış yapma bahanesiyle başkente çağırdı. Diplomatik geleneklere göre imparatorun himayesinde başkente giren birinin canına kimse dokunamazdı. Ancak Phokas sözünde durmadı ve Narses’i öldürttü. Zaten Phokas’ın dönemi Bizans’ın, Roma İmparatorluğu’ndan aldığı devlet geleneklerinin çiğnendiği bir dönem oluyordu.

Kendisine muhalefet eden herkesi öldüren veya zindanlara atan Phokas, Bizans’ın en iyi generallerinden mahrum kalmıştı. Bizans ordusunun bu şartlarda başarılı olması zaten imkansızdı. Balkan Eyaletleri, Avarlar ve Slavlar tarafından yağmalanırken, Doğu’da ise Pers orduları başkente kadar gelmişti. Pers askerleri, Konstantinopolis’in karşı kıyısındaki Khalkedon’da (Kadıköy) kamp kurdular.

Her şey zaten yeterince kötüyken, Bizans imparatoru Phocas’ın aldığı başka bir karar, devleti toptan kaosa sürüklendi. Phokas’ın son buyruğuna göre Bizans topraklarındaki tüm Museviler derhal Hristiyan olmalıydı, aksi takdirde zulüm göreceklerdi.

Bu son olaydan sonra Antiokheia’daki (Antakya) Musevi cemaati ayaklandı ve Hristiyanlara saldırdı. Bizans topraklarındaki tüm Yahudiler, Pers orduları ile işbirliği yapmaya ve onları kurtarıcı gibi görmeye başlamışlardı.

Her şey böyle umutsuz bir durumdayken sahneye bir kurtarıcı çıktı. Önceki imparator Mavrikios’un ordusundaki generallerden biri olan Kartaca Valisi Herakleios, Afrika’da bir ordu toplamıştı. Yaşı ileri olan baba Herakleios, kendisi ile aynı adı taşıyan oğlunu, bu yeni ordunun başına geçirdi. Kartaca’dan donanması ile çıkan genç Heraklius, Bizanslıların yeni umudu olmuştu.

Uğradığı tüm limanlarda coşkuyla karşılanan Heraklius, 3 Ekim 610 günü Konstantinopolis’e ulaştı. Şehrin içindeki nüfuzlu kişilerle bağlantısı vardı. Bu sayede Konstantinopolis’teki birçok askeri ve sivil topluluk Heraclius adına örgütlenmişti.

İmparator Phokas’tan yaka silken halk, Heraclius’un tahtı ele geçirmesine en ufak bir tepki bile göstermedi. Böylece yeni Bizans imparatoru Heraklius olmuştu.

2. İmparator Heraklius

Yedinci Yüzyılda Bizans İmparatorları

İmparator Heraklius (Herakleios), Bizans tarihinin en uzun süre tahtta kalan imparatorlarından biriydi. Genç bir komutan olarak Konstantinopolis’e ayak bastığında bir kurtarıcı gibi karşılandı ve herkesin desteğini arkasına aldı. Çünkü imparatorluğun içine düştüğü felaket durumdan çıkması için tek umuttu.

Gerçekten de Bizans’ı bir felaketten kurtardı ve güzel günlere taşıdı. Ancak uzun hükümdarlık yılları içerisinde hem bu kadar zirveye çıkıp, hem de böylesine dibi gören imparator azdır. Şimdi Bizans imparatoru Heraklius’un öyküsüne beraber göz atalım.

Pers İstilası

Heraklius, Phokas’ın felakete sürüklediği bir imparatorluğu devralmıştı. Bu sebeple ilk zamanlar kayda değer bir şey yapamadı. Heraklius’un hükümdarlığının ilk yıllarında imparatorluğun kayıpları sürmekteydi. Bizans’ın en kıymetli topraklarından Antakya, Şam ve Kudüs ardı ardına Perslerin eline geçti. Pers generali Şahrbaraz savaş meydanında fırtına gibi esiyordu.

Kudüs’ün Persler tarafından alınması sırasında büyük olaylar çıkmıştı. Şehri savunan Hristiyanlar, Kudüs’teki İran asıllıları ve Yahudileri katletmişti. Bunun intikamını almak isteyen Şahrbaraz ise şehri aldıktan sonra taş üstünde taş bırakmadı. Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği gerçek haç çalınmış ve Kutsal Kabir Kilisesi ateşe verilmişti. Bu felaket haberleri, Konstantinopolis’i kedere boğmuştu.

Heraklius, radikal bir karar almanın arifesindeydi. Memleketi Kartaca’ya gitmek ve kadim Roma topraklarından topladığı askerlerle bir ordu kurmak istiyordu. Kağıt üzerinde mantıklı görünen bu karar, Konstantinopolis’teki bürokratları ve din adamlarını çok korkuttu.

Pers askerleri boğazın karşı kıyısında pusuda iken, imparatorun uzaklara gitmesi şehirde kaosa sebep olabilirdi. Patrik Sergios’un başını çektiği bir grup, imparatoru başkentte kalmaya ikna etti.

Bizans imparatoru Heraklius’un ilk askeri seferine çıkması için 12 sene geçmesi gerekecekti. Çünkü imparatorluk hazinesi boştu, ordunun morali bozuktu ve bürokrasinin çarkları çalışmıyordu. Phokas döneminin yarattığı yıkımın tamir edilmesi gerekiyordu.

Bizans’ta Askeri Reformlar

Heraklius’un yaptığı en önemli işlerden biri İmparator Mavrikios’un yolunu izlemek oldu. Mavrikios büyük askeri reformlar yapmış bir imparatordu. Ravenna ve Kartaca’da iki büyük askeri valilik kurmuş, Heraklius’un babası da onun sayesinde Kartaca’ya vali olmuştu.

Mavrikios ayrıca askeri konulardaki engin bilgilerini Strategikon isimli kitapta toplayarak, kendinden sonra gelen kuşaklara aktarmıştı. Bu kitapta Bizans’ın tüm düşmanları ve onların savaş tarzları ile ilgili bilgiler vardı. Ayrıca Bizans ordularının düşmanları ile başa çıkması için hangi konularda kendisini geliştirmesi gerektiği anlatılıyordu.

İmparator Heraklius döneminde Persler, Antakya’yı ele geçirmişti. Hatta Pers ordusu Khalkedon’da kamp kurmuştu. Ancak Anadolu topraklarının büyük bir kısmı halen Bizans’ın idaresindeydi. İmparator Heraklius, Anadolu’yu dört askeri bölgeye ayırdı ve bunların her birine “Thema” adını verdi. Her bir Thema bir Strategos’un, yani askeri valinin denetimi altındaydı.

Topraklar yörenin köklü ailelerine dağıtılmıştı. Barış zamanında toprağı ekip biçen yerliler, savaş zamanında ise orduya katılmakla görevliydi. Böylece devamlı olarak savaşmaya hazır, yerel bir asker-çiftçi sınıfı yaratılmıştı.

Bu sistem sayesinde uzun yıllardır Bizans ordusunun çekirdeğini oluşturan paralı askerlerden kurtulmuş olacaklardı. Orduya sadakatle bağlı olmayan barbar asıllı askerler, savaş meydanında güven vermiyordu.

Heraklius’un Doğu Seferi

İmparator Heraklius, uzun bir hazırlık döneminden sonra nihayet 622 yılında sefere çıkabilirdi. Tahta çıkalı 12 yıl olmuştu. İşleri biraz yoluna koyana kadar böylesine uzun bir süre geçmesi gerekmişti. İmparatorun hedefi Antakya, Şam ve Kudüs gibi stratejik noktaları geri almak ve Pers ordularını Kafkasya’ya doğru süpürmekti.

Heraklius’un Pers orduları ile yaptığı savaşlar toplamda 6 yıl sürdü. Bu zaman zarfı içinde Kapadokya, Azerbaycan ve Mezopotamya topraklarında muharebeler oldu. Perslerin en ünlü komutanları olan Şahrbaraz, Şahin ve Razates gibi generaller yenilgiye uğratıldı.

Persler birkaç yıl önce Antakya ve Kudüs gibi Hristiyan şehirlerini yağmalamıştı ve imparator da bu işgallerin intikamını almanın peşindeydi. Heraklius, Pers İmparatorluğu’nun içlerine kadar ilerlerdi ve başkent Ktesifon’a (Tizpon) ulaştı. Perslerin en kutsal Zerdüşt tapınaklarını ve saraylarını yakıp yıktı.

Heraklius askeri seferlerin hemen hepsinde başarılı oldu ve Kudüs’ten çalınan gerçek haçı geri aldı. 628 yılında başkent Konstantinopolis’e bir kahraman gibi geri döndü. İktidarının ilk yarısı böyle parlak başarılarla geçmişti.

Hristiyan aleminin en büyük kahramanı olmak istiyordu. Gerçek haçı ait olduğu yere, yani Kudüs’e götürmek için Hac ziyaretine gitti. Hz. İsa’nın yaptığı gibi haçı Kudüs sokaklarında taşıdı ve yeniden inşa edilen Kutsal Kabir Kilisesi’ne yerleştirdi. Buraya kadar her şey mükemmeldi.

İslam’ın Yükselişi

Ancak Heraklius’un Sasani İmparatorluğu’na karşı sefere çıktığı 622 yılı aynı zamanda Hicret’in gerçekleştiği yıldı. Roma tarihi boyunca kendi içine kapalı bir toplum olarak yaşamış olan Araplar, Hz. Muhammed’in getirdiği yeni din ile müthiş bir motivasyon kazanmışlardı. Bölgenin iki süper gücü olan Bizanslılar ve Persler birbirini yerken, Araplar büyük ordular kurmuşlardı ve onları durduracak bir güç kalmamıştı.

Arapların Bizans topraklarına yaptıkları ilk akınlar sırasında durumun vehameti tam anlaşılamadı. Sıradan yağmacı gruplar olduğu düşünüldü. Ancak olayları bastırmaya giden bir Bizans ordusu tamamen yok edilince, ciddi bir tehlikenin kapıda olduğu fark edildi. Yenilgiye uğrayan ordunun başında imparatorun kardeşi Theodoros vardı.

Yermük Savaşı

Bizans imparatoru Heraklius, güneyden gelen saldırıları durdurmak için dev bir ordu topladı. Bu ordunun 80.000 kişiden oluştuğu söylense de, rakamlar kesin değildir. Bizanslılar ve Araplar arasındaki ilk ciddi çarpışma 636 yılında meydana geldi. Yermük Muharebesi olarak bilinen meydan savaşı 6 gün sürmüş ve İslam ordularının ezici üstünlüğü ile sona ermişti.

Bizanslıların en büyük şanssızlığı, İslam ordularının başında Halid bin Velid gibi bir general olmasıydı. İslam tarihinin en büyük kumandanlarından olan Halid, zekice taktiklerle Bizans ordusunu çember içine almış ve yarısını yok etmişti. Persler ile uzun savaşlar sırasında çok kayıp veren Bizans ordusu için, bu telafi edilemez bir felaketti.

Yermük Savaşı’nı kazanmak, Araplara moral üstünlüğü kazandırmıştı. Büyük yara alan Bizans ordusu, savunmaya çekildi. Bizans İmparatorluğu, hiç beklemediği yerden gelen bu darbe karşısında şaşırmıştı. Çünkü Arap Yarımadası’nda neler olup bittiğini tam anlayamamışlardı. Büyük insan topluluklarının tek bir inancın bayrağı altında toplandığından ve 100 yıl sürecek bir “Fetih” dalgasının başlayacağından haberleri yoktu.

İmparator Heraklius’un Mirası

İmparator Heraklius, Konstantinopolis’te tahta çıktığında, Boğaz’ın karşı kıyısında Pers askerleri kamp kurmuştu. İmparatorluk hem Batı, hem de Doğu’dan saldırı altındaydı. Yaptığı askeri ve ekonomik reformlar ile Bizans’ı toparladı. Çıktığı efsanevi Doğu seferinde, Sasani İmparatorluğu’nun başkenti Ktesifon’a kadar ilerledi.

Heraklius olmasa, Bizans İmparatorluğu yok olabilirdi. Anadolu’da yaptığı toprak reformları ile asker-çiftçi sınıfını oluşturdu ve Bizans ordusunu devamlı bir insan kaynağı sağladı.

Onun yaptığı çalışmalar olmasa, ne Persler yenilgiye uğratılabilir, ne de sonradan ortaya çıkan Arap akınlarına karşı durulabilirdi. Bizanslılar ne kadar üst üste yenilgiler alsalar da, uzun vadede Anadolu’yu ellerinde tutmayı başardılar.

Heraklius henüz ölmeden İskenderiye, Kudüs ve Şam gibi imparatorluğun önemli şehirleri kaybedilmişti. Eziyetli bir hastalığa yakalanan Heraklius, mutsuz bir adam olarak öldü. Ancak yıkılmakta olan bir imparatorluğa can suyu verdiği için her zaman büyük bir imparator olarak anıldı.

Heraklius’un yaptığı en önemli şeylerden biri de Konstantinopolis’teki Latin mirasını tamamen ortadan kaldırması olmuştu. Roma İmparatorluğu’ndan kalan tüm unvanlar ve rütbeler tedavülden kalktı ve yerine Yunanca karşılıkları getirildi. Tahta çıkanlar artık Latince kökenli Augustus olarak değil, Yunanca’da kral anlamına gelen Basileus unvanını taşıyacaktı.

Yedinci Yüzyıl’da tahta çıkan Bizans İmparatorları arasında tarihte en çok iz bırakan İmparator Herakleios oldu. Heraklius ile ilgili değinmemiz gereken son bir konu da, mezhepler arası kavgayı sona erdirmek için çok çalışmış olmasıdır. Ancak Patrik Sergios ile birlikte öne sürdükleri Monotelizm (Tek İrade) tezi, genel kabul görmemiştir.

3. İmparator III. Konstantinos

Heraklius, öldükten sonra atalarının mezar yeri olan Havariyyun Kilisesi’ne defnedildi. İktidarının son yıllarında yaptığı ikinci evlilik nedeniyle çok eleştirilmişti. İmparatoriçe Martina, aynı zamanda İmparator Heraklius’un yeğeniydi. Heraklonas adında bir çocukları olmuştu ve Heraklius onu tahta ortak ederek teamüllere karşı gelmişti.

Normalde tahta çıkma hakkı, Heraklius’un ilk karısından olma Konstantinos’taydı. Heraklius’un ardından İmparator III. Konstantinos adıyla Bizans imparatoru oldu olmasına, ancak üvey kardeşi Heraklonas da tahta ortak edilmişti. Küçük yaşta bir çocuk olan Heraklonas’ın annesi Martina, devlet işlerine doğrudan müdahale ediyordu.

Bizans imparatoru III. Konstantinos, babasının lahtini açtırdı ve başındaki mücevherli tacı aldırdı. Bu babasına olan öfkesinin sembolik bir yansımasıydı. Ne var ki III. Konstantinos fazla yaşamadı. Zayıf bir bünyeye sahipti ve kısa süre sonra hastalandı. Dinlenmek için gittiği Khalkedon’da hayata gözlerini yumdu. Halk onun ölümünden Martina’yı sorumlu tutuyordu.

İmparatoriçe Martina uzun yıllardır imparatorluğun günah keçisiydi. İmparator Heraklius ile yaptığı evliliği ensest ilişki olarak gören kilise ve halk, onu hiç istemiyordu. Hatta Heraklius’un son yıllardaki çöküşünden de onu sorumlu tutuyorlardı.

Persleri yenip kahraman olan Heraklius, Martina ile olan evliliğinden kısa süre sonra kazandığı tüm toprakları Araplara kaybetmiş ve ağır bir hastalığa yakalanıp ölmüştü.

Orta Çağ’ın her olaydan bir anlam çıkarmaya çalışan insanları, tüm bu olanların faturasını Martina’ya kesmişti. Bu sebeple III. Konstantinos’un ölümünden sonra onu oğluyla beraber Rodos Adası’na sürgüne gönderdiler. Tahta ise Heraklius’un ilk karısından olma 11 yaşındaki II. Konstans geçti.

4. İmparator II. Konstans

İmparator II. Konstans, iktidarının ilk yıllarında Roma Senatosu’nun gölgesinde kaldı. Roma İmparatorluğu’ndan beri devam eden bir gelenek olan senato, İmparator Justinianus döneminde gücünü yitirmiş ve onun ölümünden sonra tekrar güçlenmişti. Toplumun en nüfuzlu ve zengin insanlarından oluşan senato, birkaç yıl boyunca yeniden altın dönemini yaşadı.

Bu zaman zarfında İmparator II. Konstans ağır bir temel eğitim alıyordu. Çocukluğu imparatorluğun tarihini, coğrafyasını ve askerliği öğrenerek geçti. Üzerindeki yük gerçekten ağırdı. Ancak yaşı büyüdükçe, kendisine yapılan yatırımın boşuna olmadığını gösterdi. Doğu Roma Senatosu’nun ummadığı bir şekilde otoriter bir hükümdar oldu. İmparatorluktan gelen tüm yetkilerini kullanmaya ve yönetime müdahale edenleri uzaklaştırmaya başladı.

Bizans imparatoru II. Konstans’ın 27 yıllık hükümdarlığı İslam orduları ile mücadele etmekle geçti. Kudüs, Şam ve Antakya gibi önemli şehirleri zaten ele geçirmiş olan Müslümanlar, Mısır’ı ellerinde tutmakta zorlanıyordu. Bizans donanması halen denizlere hakimdi ve İskenderiye’yi almış olan Amr bin Âs için bir tehdit oluşturuyordu.

Kahire’nin Kuruluşu

General Amr, Antik Mısır’ın kalbi olan İskenderiye’yi terk ederek, yeni bir kent kurmaya karar verdi. Bir liman kenti olan İskenderiye, yeterince koruma sağlamıyordu ve denizden gelen her saldırıya açıktı. Onun yerine Mısır’ın iç kısımlarında Fostat adında bir şehir kuruldu. Bu şehir daha sonra büyüyüp gelişecek ve Kahire adını alacaktı.

Bu arada Hz. Ömer’in vefatı sebebiyle, Amr bin Âs, geçici olarak Medine’ye gitmek zorunda kaldı. Bu dönemde Bizanslılar şehri tekrar geri alsalar da, iki yıl sonra Amr’a geri kaptırdılar. İslam Devleti’nin başına Hz. Osman geçmişti. Muaviye’nin önerisine kulak veren Halife Osman, bir Arap donanması kurulmasına izin verdi.

Muaviye’nin İslam Donanması

Bizans Savaş Gemisi Dromon

Araplar özünde çölde yaşayan insanlardı ve denizciliğe çok yatkın değillerdi. Ancak Muaviye’nin büyük çabaları ile kısa sürede denizciliği öğrendiler. Aslında bunda yeni fethedilen şehirlerdeki halkın da büyük yardımı oldu. Denizciliği iyi bilen Rumlar, Arap donanmasına katılmış ve büyük katkılar sağlamışlardı.

Bizans İmparatorluğu içindeki din çatışmasını bilmeyenlere bu olay garip gelecektir. Nasıl olur da yüzlerce yıllık Roma halkları, İslam Devleti’nin donanmasına katılmışlardı? Nasıl Antik Roma’nın mirasçısı olan Doğu Roma İmparatorluğu’na (Bizans) düşman olmuşlardı?

Hristiyan Dünyası Neden Bölünmüştü?

Bunun kökenleri İmparator Konstantin dönemine kadar gitmektedir. Hristiyanlık Roma’da en başından beri tek bir inanç çatısı altında birleşememişti. Konstantin döneminde Ortodoks Hristiyanlar ile Ariusçular arasında bir çatışma vardı.

Hristiyan Romalılar devletin çizgisinden giderek Ortodoks mezhebini benimserken, Barbar Kavimler (Gotlar, Vandallar v.b.) daha ılımlı olan Arisçuluk mezhebine mensuptu.

Arisçuluk, Birinci İznik Konsili’nde aforoz edildi. Ancak ondan sonra daha büyük bir ayrılık yaşandı. Ortodokslar ile Monofizitler arasındaki inanç kavgası asırlar boyunca devam etti. Bizans tarihinin en büyük imparatorlarından Justinianus bu sorunu çözmek için çok uğraştı, ancak o da başarısız oldu.

Bizans İmparatorluğu, din konusunda kendi içinde adeta ikiye bölünmüştü. Batı eyaletleri Ortodoks iken, İslam Devleti’nin hakimiyetine giren Doğu eyaletleri Monofizit inanca sahipti. Khalkedon Konsili’nde (451) aforoz edilmiş olan Monofizitler, ezelden beri merkezi yönetimle sorun yaşıyordu. Çeşitli imparatorlar döneminde zorla Ortodoks yapılmak istendikleri için Konstantinopolis’e sadakat ile bağlı değillerdi.

Bu gücenmişlik onların önceleri Pers istilasına, sonra da İslam fetihlerine rıza göstermesine sebep oldu. Müslümanlar hiçbir zorlamada bulunmadığı ve onları inançlarında serbest bıraktıkları için rahattılar.

Tüm bu sebeplerden dolayı Doğu Akdeniz’in birçok şehrinde İslam Devleti’nin donanmasına gönüllü katılımlar oldu. Günün sonunda artık düzen değişmişti ve yeni düzende hayatlarını idame ettirmek için çalışmak istiyorlardı.

Muaviye’nin Kara ve Deniz Fetihleri

Şam valisi Muaviye, Bizans’ın başına büyük dertler açmıştı. Doğu eyaletlerini ele geçirmiş ve üstüne bir de donanma kurmuştu. İslam orduları Muaviye’nin komutasında Ermenistan eyaletine girdi ve Kayseri’ye kadar ilerledi. Yerli halk, Bizans-Arap savaşlarının yıkımından korunmak için Kapadokya’daki yeraltı şehirlerine inmişti.

Birkaç senede hazır edilen Arap donanması, önce Kıbrıs’a saldırdı. Ardından Anadolu’nun güneybatı kıyılarını yağmalamaya başladı. Bizans donanması, İmparator II. Konstans komutasında Marmara Denizi’nden, Likya’ya yelken açtı. Akdeniz kıyılarında karşı karşıya gelen iki donanma kıyasıya bir savaşa girişti.

Zâtüssavârî Muharebesi’nde yeni kurulmuş olan Arap donanması, Bizans’ı yenilgiye uğratmıştı. II. Konstans kılık değiştirerek canını zor kurtardı. İmparatorun kıyafetlerini giyen bir subay Araplar tarafından öldürüldü. Durum Bizans açısından çıkmaza girmişken, Hz. Osman’ın bir suikastle öldürülmesi İslam dünyasını karıştırdı.

Muaviye acilen Medine’ye döndü ve yeni Halife olarak seçilen Hz. Ali’yi bu olaydan sorumlu tuttu. 661 ile 665 yılı arasında süren karmaşa dönemi, Bizans İmparatorluğu’nun kendisini toplamasına yaradı. İslam dünyasının da içinde bölündüğü bu dönemde, Hz. Ali de bir suikaste kurban gitti. Böylece güç Muaviye’nin eline geçmişti.

Bizans’ta Mezhep Kavgaları

İmparator II. Konstans bir yandan da dini ayrılıklar ile uğraşıyordu. Dedesi Heraklius döneminde devlet politikası olarak dayatılan Monotelizm, başına dert olmuştu. Ortodoks ve Monofizit inançlar arasında bir orta yolu bulmak için uydurulmuş bir teoriydi. Ancak iki tarafta da kabul görmemişti.

II. Konstans, Vatikan’dan gelen tüm baskılara karşın Monotelizm inancının aforoz edilmesine izin vermedi. Asırlardır süren bu mezhep kavgalarından bıkan Konstans, din adamlarına Hz. İsa’nın doğası hakkında teoriler üretmeyi Typos adında bir ferman (Type of Constans) ile yasakladı. Papalık, Typos adlı imparatorluk kararnamesini kabul etmedi ve aforoz etti. Konstans da bunun üzerine Papa Martinus hakkında tutuklama emri çıkardı.

İtalya’da tutuklanan Papa Martinus, başkent Konstantinopolis’e getirildi ve mahkemeye çıkarıldı. Azılı haydutlarla aynı koğuşa kapatılan Papa, türlü işkencelere maruz kaldı. Sonunda Patrik Paulos’un (Konstantinopolis Patriği) ricasıyla hapis cezası sürgüne çevrildi ve Kırım’a gönderildi.

II. Konstans’ın İtalya Seferi

Bizans imparatoru II. Konstans, Muaviye’nin İslam Devleti’ndeki iç çekişmeler sebebiyle meşgul olmasından yararlanarak, gözünü Batı’ya çevirmişti. Kuzey Afrika’daki İslam donanmasının Sicilya’yı taciz etmesini engellemek ve İtalya topraklarında Bizans otoritesini sağlamlaştırmak için 662 yılında sefere çıktı.

İtalya’nın hatırı sayılır bir kısmı halen Bizans himayesi altındaydı. Ancak Heraklius döneminden beri kaybedilen savaşlar ve süregelen mezhep kavgaları nedeniyle, Bizans otoritesi ciddi anlamda sarsılmıştı. Özellikle Papa Martinus’un sürgüne gönderilmesinden sonra, Bizans’tan nefret eden Latinlerin sayısı artmıştı.

Tüm bu olumsuz havaya rağmen II. Konstans, İtalya’da saygıyla karşılandı. Papa Vitalianus tarafından Roma ziyaretinde kendisine bizzat eşlik edildi.  II. Konstans, Büyük Justinianus döneminden beri, Roma’da Bizans otoritesini hissettiren ilk imparatordu.

İmparator II. Konstans, Roma ziyaretinden sonra Sicilya’ya yerleşti. Oradaki sarayda yaşamaya başlamıştı. Amacı Akdeniz’in kuzeyinde Roma varlığını perçinlemekti. Ancak 668 yılında şaibeli bir şekilde öldü. Hizmetçilerinden birisi beklenmedik bir cinnet geçirmiş ve imparatora banyo yaptığı sırada saldırmıştı.

Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları arasında, başkent Konstantinopolis yerine başka bir yerde (Sicilya) yaşamayı seçen tek imparator II. Constans olmuştu.

5. İmparator IV. Konstantinos

İmparator IV. Konstantinos, selefi II. Konstans’ın üç oğlundan en büyüğü idi. İktidarının ilk yıllarında kardeşlerini de tahta ortak etmek isteyen çevrelerin baskısı altında kaldı. Ancak zamanla tüm muhalifleri saf dışı bırakmayı başardı.

Devletin başına IV. Konstantinos gibi kararlı bir liderin geçmesi, Bizans İmparatorluğu için büyük bir şanstı. Çünkü İslam Devleti’nin kendi içinde yaşadığı karmaşa sona ermişti. Hz. Ali’nin bir suikastle öldürülmesinden sonra yaşanan kaos ortamı sonlanmış ve Muaviye yönetimi tek elde toplamıştı. Yönetim artık Emevi Hadenanlığı’nın elindeydi.

Arapların Konstantinopolis Kuşatması

Arapların İstanbul Kuşatması

Muaviye, gözünü Konstantinopolis’e dikmişti. Şayet başkenti ele geçirirse, Bizans’ın tüm gücünü kaybedeceğini biliyordu. Bu amaçla 674 yılında hem karadan, hem de denizden bir saldırı başlattı. Yaklaşık 4 yıl süren kuşatma başarısız oldu.

Arapların yenilmesine sebep olan en büyük etkenlerden biri, Rum Ateşi denilen kimyasal karışımdı. Kimyager Kallinikos tarafından icat edilen bu yeni silah, düşman donanmaları için ölümcül bir tehditti. Düşman gemilerine püskürtülen bir çeşit yanıcı madde olan Rum Ateşi (Grejuva) suyla söndürülemiyordu. Bu sebeple de ahşap gemilerden oluşan donanmalar yanıp kül oluyordu.

678 yılında Araplar ve Bizanslılar arasında zoraki bir barış antlaşması imzalandı. Muaviye’nin ordusu 4 yıl içinde tüm kaynaklarını tüketmiş ve geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu sebeple barışın süreceği yıllar boyunca Bizans’a senelik vergi vermek zorunda kaldı. Böylece yeni kurulan Emevi Devleti’nin iç işleri ile ilgilenebilecekti.

Bulgar Devleti’nin Kurulması

Araplarla süregelen savaşlar bitince, Bizans imparatoru IV. Konstantinos da devletin diğer işlerine yoğunlaştı. Öncelikle Batı’da sorun çıkartan Bulgar kabilelerini dize getirmek ve sınırlara saldırmaktan men etmek istiyordu. Ancak askeri sefer başarısızlıkla sonuçlandı. Bizans ordusunu önüne katıp kovalayan Bulgarlar, bugün halen var oldukları coğrafyaya yerleştiler.

Altıncı Ekümenik Konsil

İsa’nın tek iradesi olduğunu iddia eden öğreti (Monotelitizm) halen sorun yaratmaya devam ediyordu. IV. Konstantinos’un davetiyle tüm Hristiyan dünyası bu konuyu kalıcı olarak çözmeye karar verdi. Papa’nın çağrısıyla tüm dünyadan 174 temsilci Konstantinopolis’e geldi.

680 yılında başlayan ve yaklaşık 10 ay süren toplantılar sonunda, Monotelitizm aforoz edildi. İmparator Heraklius döneminde Monotelitizm’i kabul eden tüm din adamları (Papa Honorius da dahil) lanetlendi. Fakat bu hadise “Papaların yanılmazlığı” ilkesiyle ters düşmüştü ve uzun vadede teolojik problemlere yol açacaktı.

Bizans imparatoru IV. Konstantinos, henüz 33 yaşında iken dizanteri hastalığından öldü. Yedinci Yüzyılda hüküm süren Bizans İmparatorları arasında, devleti en güçlü ve huzurlu halde miras bırakan IV. Konstantin oldu.

6. İmparator II. Justinianos

İmparator II. Justinianos, önceki imparator IV. Konstantinos’un oğluydu. Bizans tarihinin en büyük imparatoru olarak kabul edilen I. Justinianus ile aynı adı taşıyordu. Kimi tarihçilere göre aynı selefi gibi adını tarihe kazımak istemişti. Ancak ne kadar ismi anılan bir imparator olmayı başarmışsa da, bu şöhreti olumlu anlamda değildir.

İmparator II. Justinianos, iktidarının ilk yıllarında Anadolu’nun ıslahı için çalıştı. Büyük dedesi olan Heraklius’un yaptığı toprak reformlarını tamamlayan bir yasa çıkardı. “Çiftçi Yasası” olarak tanımlanan bu kanunlar, tarımsal verimliliğin devamını sağlamayı hedefliyordu. Üretim çarklarının dönmesine herhangi bir şekilde engel olanlar için ise çok ağır cezalar içeriyordu.

Trullo Konsili (Quinisextum)

İmparator II. Justinianus devlet adamlığı ile olduğu kadar, dini önderliği ile de tanınmak istiyordu ve babası gibi bir konsil toplamak istemişti. Trullo Konsili (Quinisextum) olarak bilinen Hristiyan konsilinde, önceki konsillerde alınan kararlardaki boşluklar doldurulmak istenmişti. Ancak detaylarına bakıldığında Antik Roma’dan miras kalan son pagan adetlerini de ortadan kaldırmayı amaçladığı görülmektedir.

İmparator bir oldu bittiyle bu konsilden çıkan tüm kararları Papa I. Sergius’a onaylatmak istemişse de, olumsuz cevap almıştır. Trullo Konsili’nin Bizans imparatoru ve Papa arasında yarattığı gerginlik, ancak II. Justinianos’un iktidarının son yıllarında çözülebilecekti.

II. Justinianos’un Tahttan İndirilmesi

İmparator II. Justinianos’un adını taşıdığı Büyük Justinianus’a en çok benzeyen icraatı, vergi toplama konusunda oldu. Zira I. Justinianus döneminde “Kapadokyalı Ioannes” adındaki vergi tahsildarı halkı canından bezdirmişti. Meşhur Nika Ayaklanması çıktığında da halk Ioannes’in azlini istemişti. II. Justinianos da aynı şekilde zalim ve nefret edilen vergi tahsildarlarını (Theodoros ve Stephanos) göreve getirmiş ve halkı çileden çıkarmayı başarmıştı.

Ancak Bizans imparatoru II. Justinianos’un baskıcı politikaları, 695 yılında geri tepti. Acımasız vergi uygulamaları ile hem yoksulların, hem de zenginlerin nefretini kazanmıştı. Ayrıca din adamları nezdinde de saygı görmüyordu.

Bu sebeple Leontios adında bir subayın başlattığı isyan hareketi her kesimden destek gördü. Emrindeki askerler ile başkente yürüyen Leontios, hem senatonun, hem de patriğin desteğini arkasına almayı başamış ve yönetimi ele geçirmişti.

II. Justinianos’tan bıkmış olan halk da destek verince imparator devrildi. Emrindeki tüm sadık adamları idam edildi. Babası IV. Konstantinos’un anısına duyulan saygıdan ötürü, oğlu II. Justinianus idam edilmemişti. Ancak bir daha tahta çıkamasın diye burnunu kesmeye karar vermişlerdi.

Bu yöntem özellikle Yedinci Yüzyıl’da Bizans’ta sıkça uygulanmaya başlamıştı. İmparator olanlar, kendilerine tehdit oluşturan diğer hanedan üyelerini kötürüm bırakıyorlardı. Bizans yasalarına göre kötürüm olan biri imparator olamayacağı için böyle bir yöntem benimsenmişti.

Sürgündeki Bizans İmparatoru

Devrik imparator II. Justinianus, Kırım’a sürgüne gönderildi. Ancak hükümdarlığı henüz bitmemişti. Onu Bizans tarihinde ismi en çok anılan imparatorlardan biri yapan özelliği, burnu olmayan birinin de imparatorluk yapabileceğini kanıtlamasıydı.

II. Justinianos’un sürgünde kaldığı 10 yıl boyunca Leontios ve onu da deviren Tiberios görev yaptılar. Yani II. Justinianos’u indiren Leontios da sadece 3 yıl tahtta kaldıktan sonra aynı akıbete uğramıştı.

Çevresinde bir grup insan toplamayı başaran Justinianos, Doğu Karadeniz’e kaçtı ve Hazar Kağanı’ndan yardım istedi. Ona yardım eden Kağan Ibuzir, kızını da Justinianos’a gelin verdi. Justinianos’un yeni eşine, Büyük Justinianus’un eşinin adı olan Theodora adı verildi.

II. Justinianus’un palazlanması, Bizans yönetimini endişelendiriyordu. Bu sebeple Konstantinopolis’ten onu öldürmek için bazı suikastçiler gönderildi. Ancak Justinianos onları atlatmayı başardı. Akabinde ise Bulgar Kralı Tervel ile ittifak kurdu.

Anlaşmaya göre Tervel ona tahtını geri alması için yardım edecek,  Justinianos ise onu “Caesar” yani eş imparator ilan edecekti. Bu ne Roma, ne de Bizans tarihinde görülmemiş bir şeydi.

Hanedan ailesinden gelmeyen birine bu unvan layık görülmeyeceği gibi, barbar bir kavimden gelen ve Romalı olmayan birine verilecek olması ikinci bir skandaldı. Ancak II. Justinianus her şeyi göze almıştı. Hem tahtını geri istiyor, hem de intikam için yanıp tutuşuyordu.

Burnu Olmayan İmparator

II. Justinianus, 706 yılında Bulgar ordusu ile birlikte Konstantinopolis’i kuşattı. Yaklaşık 30 yıl önce Araplara karşı efsanevi bir direniş gösteren şehir, bu kuşatmada aynı gayreti göstermedi. Şehri almayı başaran II. Justinianos, hem Tiberios’u, hem de ondan önceki devrik imparator Leontios’u idam ettirdi.

İmparator, infazları herkese ibret olsun diye şehrin en önemli toplanma yeri olan Hipodrom’da gerçekleştirmişti. Yine herkesin önünde Bulgar Kralı Tervel’i, Sezar, yani ikinci imparator ilan etti.

II. Justinianus, başkente dönüp iktidarı aldığında, önceki yıllarda yarım kalmış her şeyi tamamlama niyetindeydi. Bunlar arasında en önemli şeylerden biri de Trullo Konsili’nde alınmış kararları Papa’ya onaylatmaktı.

Önceki Papa I. Sergios, konsilden çıkan Quinisextum isimli yasayı onaylamamıştı. Yıllarca askıda kalan Quinisextum, yeni Papa I. Constantinus tarafından onaylandı.

II. Justinianos’un Dinmeyen Öfkesi

Bizans imparatoru II. Justinianos, geriye dönük işleri halletmeye yıllarca sürgün kaldığı Kırım’ı cezalandırarak devam etmek istedi. Tam olarak sebebi bilinmese de sürgünde kaldığı Khersones isimli liman kentindeki herkesten nefret ediyordu. İntikam amacıyla Kırım’a büyük bir ordu gönderdi ve şehrin ileri gelenlerinden bazılarını idam ettirdi.

Görevini tamamladıktan sonra Konstantinopolis’e geri çağrılan ordu, fırtınaya yakalandı ve büyük kayıplar verdi. Üstelik bölgede hak iddia eden diğer bir güç olan Hazar Kağanlığı, şehri almak için asker göndermişti. II. Justinianos, ne kadar Hazarlar ile evlilik bağı ile ilişki kurmuş olsa da, Kırım’daki askeri manevraları tehdit olarak algılanmıştı.

Kırım’da kalan Bizans askerleri şehri kendilerinden sayıca çok üstün olan Hazar birliklerine karşı savunmadılar. Önemli liman kenti Khersones düşmüştü. II. Justinianos diplomasi yoluyla işi çözmeye çalıştı, ancak faydalı olmadı.

Khersones halkı II. Justinianos’u imparator olarak tanımadıklarını açıkladılar. Şehirdeki en yüksek rütbeli asker olan Ermeni asıllı Bardanes’i imparator ilan ettiler. Bardanes, Filippikos adını aldı.

Roma tarihinde çeşitli eyaletlerinde, bir generalin kendi askerleri tarafından imparator ilan edilmesi, çok sık görülen bir vakaydı. Romalılar tarafından “Gaspçı” olarak görülen bu tarz kişilerin başkente gelip iktidarı devralması, ordu içindeki gücüne ve halkın verdiği desteğe bağlıydı.

Bu tarz girişimlerin çoğu olumsuz sonuçlanırdı. Ancak bu yazının en başındaki İmparator Phocas örneğinde olduğu gibi, başarıya ulaşma ihtimali de vardı.

İmparator II. Justinianos, kendi halkı tarafından sevilmiyordu. Bu sebeple daha önce Leontias da onu tahtından indirmeyi başarmıştı. Ancak ikinci iktidar dönemindeki eylemleri ile daha da çok düşman kazanmıştı. Ne halk, ne de ordu nezdinde popüler değildi. Bu sebeple yeni rakibi Filippikos Bardanes’in eli güçlüydü.

Bizans İmparatoru İhanete Uğruyor

Bizans imparatoru II. Justinianus, yeni bir ordu toplamış ve Khersones’e göndermişti. Şehri yakıp yıkmalarını ve Filippikos’u getirmelerini istemişti. Ancak Kırım’a yelken açan ordu, Khersones’e gittiğinde başarısız oldu. Ordunun başındaki General Mauros, geri dönüp II. Justinianos’un gazabına uğramaktansa, askerleri ile birlikte Filippikos’un tarafına geçmeye karar verdi.

Ermenistan eyaletinde çıkmış bir ayaklanmayı bastırmak için başkentten ayrılmış olan II. Justinianos, ihanet haberini aldığında çok geçti. Başkent Konstantinopolis’ten çok uzaklaşmıştı.

Filippikos Bardanes ve adamları ondan önce başkente vardılar ve tahtı ele geçirdiler. Şehre yaklaşan II. Justinianos, yenildi ve esir alındı. Akabinde ise idam edildi. Böylece İmparator Heraklius ile başlayan ve 85 yıl süren Herakleios Hanedanı da son buldu.

Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!

II. Justinianos’un tahttan indirilmesinden sonrasını Sekizinci Yüzyılda Bizans yazısından okuyabilirsiniz. Bir sonraki yüzyılda Bizans tarihinin en tartışmalı konularından İkonoklazm dönemini de işliyor olacağız.

Yedinci Yüzyıl’da Bizans Yazısı Kaynakları

Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısı kaynakları arasında İngiliz yazar John Julius Norwich’in Byzantium adlı eseri var. Bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe olarak da basıldı. Oldukça başarılı bir çeviriye sahip olan kitabı tavsiye ederim.

Bizans İmparatorluğu ile ilgili oldukça ayrıntılı bir kaynak olan Robin Pierson’un The History of Byzantium podcast yayınına bakabilirsiniz.

Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları by Serhat Engul

Filed Under: Bizans Tarihi, Popular

Reader Interactions

Leave a Reply Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Primary Sidebar

Sosyal Medya Linkleri

  • Facebook
  • Instagram
  • Pinterest
  • Twitter
  • YouTube

Istanbul Turist Rehberi

blankMerhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

serhatengul

Günlük No: 13 Sanırım bu arşivimdeki en sevdi Günlük No: 13 Sanırım bu arşivimdeki en sevdiğim fotoğraflardan biri. 2016 yılında çekmişim. 2020'de Ayasofya camiye çevrildikten sonra girişler eskiden çıkış kapısı olan yerden yapılmaya başlanmıştı. Bu alışık olduğumuz gezi güzergahının çok dışındaydı ve insanların Ayasofya'nın koridorlarından geçerek iç mekana doğru heyecanla ilerlemesini engelliyordu. Direkt olarak iç koridora giren ziyaretçiler ne olduğunu anlamadan kendini Ayasofya'nın içinde buluyordu. Şimdi ise gezi rotasını müze olduğu zamandaki haline döndürdüler. Böylece Ayasofya'nın bahçesindeki tarihi eserleri görerek yapıya yaklaştığımız ve koridorlardan heyecanla ana mekana doğru ilerlediğimiz eski sistem geri geldi. Ben de bu fotoğrafı Ayasofya ile ilgili yazdığım yazılarda o hissi aktarabilmek için çekmiştim. Avludan henüz içeriye adım atmışken imparator kapısını ve Ayasofya'nın içini görüyoruz. Böylece ana mekan bizi bir mıknatıs gibi kendine doğru çekiyor. İmparatorluk kapısına yaklaştıkça da yavaş yavaş kubbenin de ihtişamını görmeye başlıyoruz. Ayasofya ziyaretinin hakkını veren bu eski sistemin geri gelmesine sevindim. Umarım bu iyileştirmeler devam eder. #istanbul #istanbulblog #istanbulfotoğrafları #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbultrip #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulpage #istanbulmoments #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 12 Rehberlik yaparken uzun saatler yürüyoruz ve ayakta dikiliyoruz. Sırt, bel ve bacak ağrısı çekmemek için hem zinde olmaya, hem de iyi bir ayakkabıya ihtiyaç var. Şimdilerde Pandemi dönemi boyunca düzenli olarak spora gitmenin meyvelerini topluyorum. İşler kesatken ve web sitelerini güncellemek ile meşgul iken, hareketsizliğimi dengelemek için devamlı kardiyo ve ağırlık çalıştım. Bir gün pandemiden çıkıldığında milletin çılgınlar gibi seyahat edeceğini tahmin ediyordum. Ki şimdi bu patlamanın emarelerini görmeye başladık. Bu güzel havalarda sokaklarda dolaşmak insana gerçekten iyi hissettiriyor. Baharın gelişi yalnızca mevsim değişimini değil de, uzun ve karanlık bir tünelin çıkışını da simgeliyor sanki! Yıllar önce iki tane Adidas Energy Boost almış ve parçalayana kadar dönüşümlü giymiştim. Hayatımda kullandığım fiyat/performans oranı en yüksek ve en konforlu ayakkabıydı. Sonradan Energy Boost 2,3 ve 4 gibi serileri çıktı ama bence hiçbiri ilki kadar iyi değildi. Bir süre Adidas'ı bırakıp Skechers'a geçtim. Skechers Go Walk serisi çok rahat ama çok dayanıksız. Uzun saatler yürüdükten sonra ayağı saran kısımları ve tabanı iyice gevşiyor ve ideal şeklini kaybediyor. Yıllarca Skechers modellerini kullandıktan sonra Adidas'ta nihayet Energy Boost 1'in muadilini buldum ve Adidas'a dönüş yaptım. :) Evet arkadaşlar böyle bir arayışta olan varsa "Adidas Ultra Boost" süper bir ayakkabıya benziyor. Henüz sahada test etmemiş olsam da ilk izlenim mükemmeldi. Bu sayfayı hakikaten iyice günlüğe çevirdim. Hintli kızın fotoğrafının altında ayakkabı modellerinden bahsediyorum. 3-5 kişi azmedip okuyorsa onları da kaçıracağım :))) Bu arada bu fotoğrafı 2010'da yaptığım Hindistan seyahatinde Delhi'deki Jama Masjid'te (Jama Camii) çekmiştim. #instagood #instapic #instadaily #instaphoto #instaart #instatravel #photooftheday #picoftheday #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 11 Dün yaklaşık 10 kişilik bir Türk gruba Fener Balat turu yaptım. Son birkaç aydır turlarım hep Sultanahmet'te geçiyordu. Fener ve Balat civarlarını çok özlemiştim. Sert bir kışın ardından gelen bahar gibi, turizm de 2 senelik pandemi uykusundan uyandı ve işlerimiz yoğunlaşmaya başladı. Eve kapandığımız dönemler ise benim için İngilizce ve Türkçe sitelerdeki 400 yazıyı yeniden düzenlemek ve güncellemek için altın bir fırsattı. Şimdi bakıyorum da yoğunlaşan işlerin getirdiği yazışmalar ve turlar başlayınca bu işe bir daha kalkışamazmışım. Kendi çapımda krizi fırsata çevirmiş oldum. Ama herkes gibi bu dönemde ben de çok sıkıldım. Zaman insan hayatında o kadar önemli ki! Bir yandan onu en iyi şekilde kullanmaya çalışırken, diğer yandan da onu cömertçe harcamak zorundayız. Çünkü hiçbir şey zaman ve emek harcamadan olmuyor. Bir yerde "İnsanlara kendinizi sevdirmeye çalışmayın! Yalnızca olduğunuz gibi davranıp her şeyi zamana bırakın!" gibi bir cümle okumuştum. O zaman bu cümlenin kıymetini pek anladığımı sanmıyorum. Ama "yaş almak" bana sabır etmeyi öğrettikçe, zamanın hayatta her şeyin en iyi ilacı olduğunu anladım. Turlar sırasında sıkça gittiğim bir restoranda garson arkadaşımdan bir espresso istedim. "Ne demek, sen iste buraya espresso makinesini getiririm!" dedi. Bunu öylesine samimi bir şekilde söyledi ki çok mutlu oldum. Dün Balat'ta ziyaret ettiğim caminin bekçisine arkası dönükken seslenip "Ne zamandır görüşemedik, sesimden tanıdın mı?" dedim. Bana dönüp kocaman bir gülümseme ile "Hatırlamaz mıyım? Sen sahilden konuşsan buradan duyulur!" dedi. Grubumla camiyi ziyaret ettim ve çıkarken bana "Eski rehberler çok azaldı. Buralara yeni gelmeye başlayanların da tadı yok!" gibi bir şeyler mırıldandı. O an bu işte biraz eskimeye başladığımı fark ettim. Bakıyorum da ilk Balat turumu yapalı 13 sene olmuş. Rehberlik kokartımı alalı ise 18 sene doldu. Bu fotoğrafı 2008 yılında İspanya'nın Sevilla kentinde çekmiştim. Flamenko ezgileri eşliğinde bu sarayı keşfetmek, seyahatimin en güzel anlarından biriydi. İnsan böyle bakınca fotoğraf çekmenin önemini bir kez daha anlıyor. Yoksa bu anı nereden hatırlayacaktım ki! #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No: 10 Bugün İranlı bir aileye rehber #Günlük No: 10 Bugün İranlı bir aileye rehberlik yaptım. Ailenin büyük oğlu yıllar önce çalışmak için İsveç'e gitmiş ve şimdi İsveçli bir kızla nişanlanmak üzereler. Sanırım bu Türkiye gezisi de ailenin tüm üyelerini yabancı gelin adayı ile tanıştırmak üzerine düzenlenmiş. Anne baba çok şeker bir çift ve huzur veren cinsten insanlar. Büyük oğul kendini çok iyi yetiştirmiş ve İsveçte tıp alanında çalışıyor. 20'li yaşlarda bir erkek kardeşi ve 16 yaşında da bir kız kardeşi var. Kendisi hariç tüm ailesi İran'da yaşıyorlar. Bazen bu kadar farklı milletlerden insanlar tanımamı sağlayan bir iş yaptığıma şükür ediyorum. Yoksa her millete yapıştırılan etiketlere bağımlı kalacak ve belki hiçbir şey bilmediğim için bazılarından nefret edecektim. Oysa turizmde geçen 20 yılı aşkın sürede o kadar çok memleketten insan tanıdım ki, hiçbir ülkeye ön yargım kalmadı diyebilirim. Devlet politikaları ile sıradan insanların ajandası ve hayata yaklaşımları kesinlikle çok farklı. Az buçuk mürekkep yalamış ve sağduyulu bir insan dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın birçok şeye karşı objektif bir bakış açısı geliştirebiliyor. Bir de böyle farklı millet ve ırklardan insanların birlikte mutlu olduğunu görmek çok hoşuma gidiyor. Hakikaten çeşitlilik bir zenginlik. Geçenlerde Afroamerikan bir erkek ve Asyalı bir kızı gezdirmiştim onların da uyumu çok hoşuma gitmişti. Hem de her ilişkinin kendine has bir öyküsü var ve onları dinlemek çok hoşuma gidiyor. Önceki günlüklerde seyahat arşivlerimi açacağımdan bahsetmiştim. Geçmişte Facebook'ta "Objektifime Gülümseyenler" adlı bir albümüm vardı ve onlarca milletten insanın portre fotoğraflarını paylaşıyordum. İşte bu fotoğraf da onlardan biri. 2010 yılında Endonezya'daki Bali Adası'na gittiğimde çekmiştim. Dikkat ettim de son yıllarda hiç portre çekmemişim. Hep geniş açı mimari çekim yapmışım. Fotoğraf çekmek insana dijital bir hafıza da sağlıyor. Hayatınızın hangi yöne gittiğini de görüyorsunuz. Fark ediyorum ki insanlardan uzaklaşmışım ve yanlış yapmışım. Pandemi ertesi birçok şeyi değiştirmek istiyorum. Hadi bakalım hayırlısı! #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No: 9 Dün Kadıköy'ün Balık Pazarı #Günlük No: 9 Dün Kadıköy'ün Balık Pazarı ile Bahariye Caddesi arasındaki kısmını gezdim. Her ne kadar Moda'yı başka bir güne saklamış olsam da ucundan bazı yeni kafelerini de keşfetmekten geri kalamadım. Pandemi döneminde hangi restoranlar ve kafeler açılmış veya kapanmış diye bakarken bu görseldeki kafenin daha önce hiç içine girmediğimi fark ettim. Kafenin dışı zaten çok güzel ve Küba esintisi yaratıyor. Ancak içinde çok daha hoş bir Küba atmosferi var. Anılarım depreşti ve fark ettim ki Küba'yı çok özlemişim. Eski harici sabit diskimi bilgisayara bağlamak zor oluyor diye arşivleri düzenlemeyi erteledikçe erteliyordum. En sonunda sabit disk bozulma sinyalleri vermeye başlayınca apar topar her şeyi yedekledim. Şimdiki sabit disk çok pratik bağlanıyor ve hızlı çalışıyor. Hal böyleyken bir ara Küba arşivlerini de açmak lazım. Her şeye olduğu gibi şu Instagram'a da çok geç ısındım. Bunun tek iyi tarafı elimde paylaşacak tonlarca materyal olması. Ha bu arada Küba Kafe'den sonra mutluluğun resminin çizildiği yere gittim. Orası "Çiya Restaurant". Yemek resmi paylaşmayı sevmesem de anlatması güzel oluyor. Şimdi efendim Çiya'ya gidiyorsunuz, meze tabağına zahter, kısır ve humus koyduruyorsunuz. Onu zevkle mideye indirdikten sonra bir de lahmacun ve ekşi ayran. İşte mutluluğun resmi! Ha bir de bunun üzerine Baylan'da Mus Şokola ile çay. Biraz ara verdikten sonra da Balık Pazarı'nı tepeden izleyen bir kafe olan Montag'in aromalı çekirdeklerinden bir espresso. Mmmmh! İşte bu! I love you İstanbul! Seni turist gibi gezmek çok güzel! #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 8 Göze hoş gelen fotoğraflar çekm Günlük No: 8 Göze hoş gelen fotoğraflar çekmek ne kadar kolaylaşmış yav! Ya da ben mağaradan yeni çıktım! Bundan uzun yıllar önce (90'ların sonu 2000'lerin başı) analog fotoğraf makineleri (hani şu içinde 36'lık film makarası olanlar) demode olmuş ve yerine DSLR makineler çıkmıştı. Yeni nesil DSLR fotoğrafları dijital olarak saklayan bir hafıza kartına sahipti ve yüzlerce fotoğraf çekme imkanı sağlıyordu. İşte o zamanlar birçok romantik insan bu makinelere geçmeyi reddetti. Fotoğraf forumlarında Analog SLR makinenin orijinalliğine dair bir sürü paylaşım yapıldı. Ama yıllar içinde o eski makinelerin hepsinin yerini dijital fotoğraf makineleri aldı. O dönem analog ile dijitalin karşılaştırılmasını çok anlamsız buluyordum. Dijital ne çektiğini anında gösteriyordu bir kere! Süper çekimler yaptım diyorsun, resimler banyo ediliyor, o da ne! yok karanlık çıkmış, yok kamera titremiş! Hadi bakalım yandı gülüm keten helva! Amma velakin ben de cep telefonlarını keşfetmekte, dijital makineleri yok sayıp eski püskü analog makineler ile boğuşan dinozorlar kadar geç kaldım! Bugün yanıma profesyonel DSLR makinemi aldığım halde çantadan çıkarmayıp yine cep telefonu ile çektiğimi fark edince bu işin (benim için) ömrünün dolduğuna kanaat getirdim. Cep telefonu geniş açı çekiyor, insan gözü ile çekiyor, zoom çekiyor. Bak sen şu işe! Benim küçük canavarın yaptıklarını yapabilmem için eskiden Nikon ile birlikte 11-16mm Tokina, 17-50mm Tamron ve 35mm Nikon lenslerimi yanımda taşımam gerekirdi. Yok arkadaş ben karar verdim hamallık yapamayacağım artık! İyi fotoğraf DSLR + bir çanta dolusu lens ile çekilir demiyorum artık. Samsung A72 cebimde... Üstelik renk ayarlarını bile otomatik yapıyor. Ha bu görsel çok ahım şahım bir fotoğraf değil. Ama numune olarak koydum işte kameradan çıktığı gibi her şeyi hazır. Valla bravo! #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:7 Aziz Antuan Kilisesi gerçekten de #Günlük No:7 Aziz Antuan Kilisesi gerçekten de İstanbul'un en güzel yapılarından biri. Bu kilisenin avlusuna girdiğim zaman kendimi Venedik'te gibi hissediyorum. Sadece kilise değil, kiliseyi çevreleyen binaların da mimarisi çok güzel. Özellikle de binaları birleştiren koridorlardaki sütunlar ve revaklar muhteşem. Venedik şehrini gezerken en çok pencereler ve balkonları süsleyen sütunlara ve nişlere hayran kalmıştım. Burası oradan bir esinti sunuyor. Bana kalırsa burası İstanbul'da fotoğraf çekmek isteyenler için en özel yerlerden biri. Arşivde çok fotoğrafı var da, üşendiğim için ortaya çıkarmamışım. Şimdi peyderpey paylaşacağım. #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:6 İstanbul öyle bir şehir ki, ne k #Günlük No:6 İstanbul öyle bir şehir ki, ne kadar gezerseniz gezin bitmiyor. Bu şehre yıllarını vermiş sanat tarihçisi, arkeolog ve rehberlerin söyleşilerini dinliyorum ve onlar da hala İstanbul ile ilgili yeni şeyler öğrenmenin peşindeler. Ben Kadıköy'de doğdum ve ilköğretim yıllarım Acıbadem'de geçti. Şimdi fark ediyorum da Tarihi Yarımada'ya odaklanmaktan, Kadıköy'ü baya ihmal etmişim. Geçtiğimiz günlerde katıldığım Yeldeğirmeni turunda Kadıköy ile ilgili ne kadar az şey bildiğimi fark ettim. Örneğin Bahariye Caddesi üzerinde bulunan Surp Levon Kilisesi'ne daha önce hiç gitmemişim. Tur sırasında uğradığımızda bu kilisenin rahibi bizlere harika bir konuşma yaptı. Kendisi teoloji alanında doktora seviyesinde öğrenim görmüş ve belli ki çok dolu biri. Böyle çok bilgili insanlar konuşmaya başladığında (hele de ilgimi çeken bir konudan bahsediyor ise) çok keyif alıyorum. Yılların okuyup yazmışlığı ve yaşanmışlığı bir kapsüle hapsedilmiş gibi bize aktarılıyormuş gibi hissediyorum. Böyle zamanlarda bilgiyi havada yakalayasım geliyor. Bu aralar turların haricinde bol bol kendim için gezmeye başladım. Sanırım pandemi boyunca tüm vaktimi alan web sitesi güncelleme işlerinin bitmesi de önümü açtı. Dün de Galataport'u enine boyuna gezdim, haritasını çıkardım ve İngilizce siteye yazmaya başadım. Hakikaten güzel olmuş. En sevdiğim pastanelerden biri olan Baylan'ın burada butik bir şube açmasına da sevindim. Bu arada ne kadar gezersem gezeyim sonunda yine Eminönü'ne dönüyorum. Mısır Çarşısı ve çevresindeki restoranlar, kafeler, camiler, ara sokaklar beni inanılmaz cezbediyor. Bu semtin nostaljik atmosferine ve insanı tazeleyen enerjisine hayranım. #serhatengul #istanbulturistrehberi #istanbulblog
#Günlük No:5 Dün Kadıköy'ün Yeldeğirmeni se #Günlük No:5 Dün Kadıköy'ün Yeldeğirmeni semtine yoğunlaşan harika bir tura katıldım. Arada İstanbul'u başka rehberlerden dinlemek insanın ufkunu açıyor. Özellikle de eski ve tecrübeli rehberlerin anlatımlarını dinlemekten büyük keyif alıyorum. Okunmuş yüzlerce kitap ve sahada geçmiş onlarca yıldan süzülüp gelen bilgileri aktarıyorlar. Öyle değerli ki! Gezi sırasında fark ettim ki, gördüğümüz binaların tarihi ve mimari özelliklerinden çok, hocaların tarihi olaylardan çıkarımlarını dinlemeyi seviyorum. İçinde bulunduğumuz bilgi çağında bir binanın tarihi hakkındaki genel bilgileri bulmak oldukça kolay. Ama hocanın bir adım geri çekilip o dönemdeki İstanbul'u anlatması ve gözümüzde bir dönem filmi gibi canlandırması harikaydı! Bir de böyle ileri yaştaki rehberleri sahada dimdik ve enerjik görmek çok hoşuma gidiyor. Böylece rehberlikte "emeklilik" diye bir şey olmadığını bir kez daha kavrıyorum. Ne de olsa İstanbul'un tarihi Çin kutusu gibi, açtıkça içinden başka şeyler çıkıyor. Elbette hiçbir zaman "her şeyi" biliyor olmayacağız! Ama en azından şarap gibi yıllandıkça, dünyanın dört bir yanından gelen tarih sever insanlarla daha olgun ve kaliteli bilgiler paylaşacağız. Bu arada çoğu zaman olduğu gibi anlattıklarımın resimle bir ilgisi yok. :) "Büyük Postane" İstanbul'daki en sevdiğim binalardan birisi ve onu geniş açıyla çekmeye çalışmışım. Bu binanın çevresindeki hareketlilik çok hoşuma gidiyor. Genelde tur harici gezdiğimde hep buralarda yemek yiyor, kahve içiyor ve keyifli zaman geçiriyorum. #istanbulblog #visitistanbul #istanbultravel #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:4 Bugün Amerika Birleşik Devletleri #Günlük No:4 Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nden (New Jersey) gelen pırıl pırıl bir genç çifti gezdirdim. Her ne kadar yarım günlük bir tur olsa da baya keyifli vakit geçirdik. Mutlu insanlarla vakit geçirmek, eşlik eden kişiye de mutluluk aşılıyor olsa gerek. Geçen gün 3 yaşındaki muhabbet kuşumu kaybettiğim için çok üzülmüştüm. Aslında hala etkisinden çıkamadım, çünkü evin içinde devamlı gözüm onu arıyor. Bir de dinlediğim müziğe kadar her şey ile özdeşleşmiş kerata... Onun back vokalleri olmadan müzik bile dinlemenin keyfi kalmadı. Neyse ki dün ve bugün çok aksiyonlu geçti de çok sevdiğim bir hayvanı kaybetmenin acısını biraz hafifletti. Alakasız olacak ama yıllar önce Osman Pamukoğlu'nun bir kitabını okumuştum. Çelik gibi bir iradeye sahip olan bu adam, hayatını anlatırken zorluklara katlanmanın da reçetesini veriyordu. "Depresyonun en iyi ilacı hareket etmektir." gibi bir cümlesi vardı ve onu hiç unutmamışım. Zaten genelde okuduğunuz bir kitaptan akılda birkaç vurucu cümle kalır ve gerisi unutulur gider. Ama bazen o sözler de sizin hayat felsefenize büyük katkı yapar. Ne zaman sıkıntılı ve acılı bir dönemden geçtiğimi düşünsem, ilk üzüntü geçtikten hemen sonra kendime aksiyon yaratmaya çalışıyorum. Hakikaten de insan bir şeylerle meşgul olmadan, kafasına üşüşen kötü düşünceleri kovamıyor. Ölüm gerçekten insan aklının kabullenmekte çok zorlandığı bir şey. Bu bir insan da olsa, aileden saydığınız bir ev hayvanı da, ölümü çok zor kabulleniyorsunuz. Ama yine de durup yarayı kanırttıkça kimseye pek bir faydası olmuyor. Bu arada dünkü yürüyüşte çektiğim bir kareyi paylaşmak istedim. Aslında bu fotoğraf ters ışıkta çekilmiş ve teknik açıdan kusurlu ama telefonların yapay zekası öyle gelişmiş ki, bu berbat ışıkta bile maksimum iyileştirmeyi yapabiliyor. Bu fotoğrafı Nikon ile çeksem, herhalde felaket çıkardı. Bu arada şu Eminönü'nün hiç bitmeyen enerjisine hayranım. Şu meydanda asırlardır yaşam hiç durmadan akıyor. Osmanlı döneminde ve hatta ondan öncesinde Bizans döneminde bile böyleydi bu... Şehrin en sevdiğim yeri. #istanbulblog #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbullove #tarihnotlari #tarihiyerler #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:3 Bugün uzun zamandan sonra İstanbu #Günlük No:3 Bugün uzun zamandan sonra İstanbul'u bir turist gibi gezdim. Son zamanlarda turlarda gezdirdiğim yerler haricinde keyfi olarak "sadece kendim için" gezmemiştim. Uzun zamandır Rüstem Paşa Camii'ne gider o güzel çinilerin fotoğraflarını çekerim diyordum. Sonunda bugün yaptığım "uzun yürüyüş turunda" yolumu buraya düşürdüm. Gezmeye önce Sirkeci'den başladım, Eminönü'ne gittim, sonra Mahmutpaşa Pazarı'nı fotoğraflamak için Beyazıt'a doğru çıktım. Sonra tekrar Eminönü'ne inip, Galata Köprüsü'nden Karaköy'e geçtim. Oradan Tünel aracılığı ile Meşrutiyet Caddesi, İstiklal Caddesi, Cihangir ve sonunda Tophane'ye inerek günü tamamladım. Böylece geçenlerde aldığım Samsung A72'nin fotoğraf çekme kabiliyetini de test etmiş oldum ve ilk sonuçlar gayet başarılı. Düşünüyorum da eskiden ultra geniş açı (10-20mm arası) için başka, insan gözünün gördüğü 50mm yakınlarında çekim yapmak için başka objektif kullanıyorduk. O tuğla gibi lensleri yanımızda taşımaktan belimiz kambur oldu. Şimdi cep telefonlarına ultra geniş açı özelliği gelmiş. Ve elbette benim Tamron 11-16 kadar kaliteli çekmese de, ona yakın bir sonuç veriyor. Üstelik bir düğmeye basarak standart zoom lense geçebiliyorsunuz. Bunun için 2 ve hatta bazen ayrı 3 lens taşımak gerekirdi. Hey gidi teknoloji ve hey gidi yapay zeka! O değil de İstanbul'da turist olmak güzel şey ya! En sevdiğin semtlerde yürümek, en sevdiğin restoranlara gitmek ve en sevdiğin kafelerde mola vermek. Her ne olursa olsun İstanbul'da yaşamaktan vazgeçemem herhalde! Tarihi Yarımada'da Rüstem Paşa Camii'nde, Mısır Çarşısı'nda bolca fotoğraf çektim. Beyoğlu'nda ise Meşrutiyet Caddesi'ne yoğunlaştım. Böylece yazdığım ve yazacağım yazılara bolca görsel materyal çıktı. Peyderpey Instagram'da da paylaşacağım. #istanbulblog #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbullove #istanbulfotoğrafları #blogger #instablog #tarihnotlari #tarihiyerler #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No:2 Dün Topkapı Sarayı'nın 4. avlusu Günlük No:2 Dün Topkapı Sarayı'nın 4. avlusundan paylaşım yapmıştım. Bugün de aynı yerden devam edeyim bari. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından Sultan IV. Mehmed döneminde yaptırılmış olan bu köşk avlunun en güzel yerinde konumlanıyor. Bir önceki gönderide Instagram'ı artık bir günlük gibi kullanacağımı söylemiştim. Ama ertesi gün kendimle ilgili not edecek önemli bir şey olacağını düşünmemiştim. Evet arkadaşlar maalesef bugün 3 yaşındaki muhabbet kuşumu kaybettim. Her ne kadar küçük olsa da aileden biriydi. Şu covid dönemindeki sıkıntılı zamanlarda beni en çok oyalayan ve eğlendiren canlıydı kendisi. Bir sürü kelime öğrenmişti ve benim ses tonumdan mükemmel bir telaffuzla söylüyordu kerata... Kahve öğütme makinesi, su sesi, saç kurutma makinesi ve bilumum gürültülü şeyden hoşlanır ve keyifle şakırdı! Matkap sesi bile duysa hoşuna giderdi, yeter ki cümbüş olsun! İnsan sağken bir ev hayvanının hayatında bu kadar yer kapladığını fark edemiyor. Ama gidince evde kocaman bir sessizlik oldu. 2019'un Aralık ayında sabah kahvaltısı için kahve hazırlarken penceremin önünde bulmuştum onu... Soğuk bir kış günü, hastalanmadığını umarak eve almıştım ve o günden sonra evin ayrılmaz bir parçası oldu. Üstelik onu eve aldığımda evde kedi de vardı! Ama birlikte yaşatmanın bir yolunu bulmuştuk. Sonra kedimiz böbrek yetmezliğinden ölünce onun acısını çabuk atlatmama yardımcı olmuştu bizim sevimli "Bıcır". Koskoca Covid döneminde ben blog yazılarına gömülmüşken bana şarkılarıyla eşlik etti. Ve onun sayesinde hiç sıkılmamıştım. Ama şimdi bir anda hayatımdan çıkınca valla çok sıkıldım! Umarım bu acı çabuk geçer. Huzurla uyu Cici Bıcır! 15. Şubat. 2022
Günlük No:1 Instagram sayfamı artık bir günlük gibi kullanmaya karar verdim. Yoksa buraya arada sırada görüntü olsun diye fotoğraf koymak o kadar anlamsız geliyor ki! Yıllardır blog yazan biriyim. Yeri geliyor bir blog yazısını kurgulamak, yazmak ve İngilizceye çevirip Istanbul Clues'a eklemek için tüm günümü harcıyorum. Ama buraya bir fotoğraf eklemeye üşeniyorum. Aklıma gelen şeyleri, yaptıklarımı ve yapacaklarımı buraya not edeyim de bari bir işe yarasın. Artık girişte resimle alakalı bir iki kelam edip altına da içimde ne varsa döküvereyim bari! Biraz önce Super Bowl'un Devre Arası şovunu izledim. Yav arkadaş bu nedir yav! Böyle bir şov olamaz. Tüm tüylerim diken diken oldu! Son beş yıldır yok jet düştü, yok bomba patladı, yok Covid yayıldı diye biz eğlenmeyi unutmuşuz! Rock 'n Coke'a, Küçük Çiftlik Park'a filan abone olduğum yıllar aklıma geldi. Vallahi 2000'leri hatırlayınca üzüldüm. Galiba biz bu hengamede yaşamayı da unuttuk! 50 CENT, Eminem, Snoop Dogg babalar bir araya gelmiş inanılmaz bir şov yapmışlar. Bu arada bakıyorum da Amerika'da Covid kaygısı filan kalmamış. On binlerce kişi stadyumda çılgınlar gibi eğleniyor. Buradan Amerikan yetkililerine sesleniyorum: Kardeş şu Türkiye'ye seyahat uyarısını kaldırın da Amerigalı turistlerimiz geri gelsin, ortalık bir şenlensin! Gerçi son günlerde benim bloglardaki hareketliliğe bakarsak geri dönüyorlar yavaş yavaş. Trafik arttı, İstanbul ile ilgili soru soranlar arttı. Covid filan derken eve iyice alıştık gezmeyi unuttuk! Bari müşteriler gelsin de sağda solda yeni açılan yerleri birlikte keşfedelim! Mesela Sirkeci'deki muhteşem Legacy Ottoman Otel'in üstünde yeni bir restoran açılmış. Adella isimli bir balık restoranı sanırsam. Sosyetik müşterilerimden biriyle birlikte deneyimlerim artık! Gülmeyin valla son zamlardan sonra İstanbul'daki restoranları, kafeleri filan otlakçılık yoluyla deneyimlemek durumundayız! Yoksa Nusret'te, 360'ta, Çırağan'da filan yemek neyimize artık! :( Bunları bari buraya not edeyim de unutmayayım! Nasıl olsa kimsenin resim altındaki yazıları okuduğu yok. :)) Lan yoksa!! O değil de resimdeki Topkapı Sarayı'nın 4. bahçesi ne güzel ya! Aynı Elhamra Sarayı gibi valla! :)
İtalya gezisi sırasında Bologna'dan, Floransa'y İtalya gezisi sırasında Bologna'dan, Floransa'ya giderken Pisa şehrine de günübirlik uğramıştım. Pisa Kulesi gerçekten de şöhretinin adını verecek kadar güzeldi. Her ne kadar çoğu insan Pisa'ya kulenin şöhreti için gidiyor olsa da, oraya vardıklarında Mucizeler Meydanı'nın (Piazza dei Miracoli) büyüsüne kapılıyorlar. Pisa Katedrali ve onu çevreleyen meydandaki yapılar öyle güzel bir bütünlük oluşturuyor ki, adeta zamanda yolculuğa çıkmış gibi heyecanlanıyorsunuz. İtalya'yı kuzeyden güneye gezdiğim 3 haftalık gezide onlarca katedral ve kilise ziyaret ettim. Pisa Katedrali ise beni en çok etkileyenlerden biri oldu. Sanırım bu hoş kiliseyi listenin ilk 5'ine hiç düşünmeden eklerdim. Pisa Kulesi ile ilgili araştırmayı derinleştirdikçe ilginç detaylara rastlıyorsunuz. Örneğin kule daha yapım aşamasında eğilmeye başlamış. 1170'lerde inşaatın daha ikinci katı yapılırken kule eğilmeye başlayınca (toplam 8 kat var) mimarlar "Eyvah .ıçtık" demiş olsa gerek. Amma velakin katedral bir kez inşa edilince çan kulesinin de yanına yapılması gerekiyordu ve durmamış devam etmişler. Pisa Kulesi eğilmiş eğilmesine ama yumuşak zeminin azizliği olmasa belki de bu kadar ünlü olmayacaktı. Ben İtalyanların heykellerine kafayı takmış biri olarak kuleyi feda edip heykeli kadrajın ortasına almışım. Ama Kule-Heykel-Bulut üçlemesini 15 yıl önceki fotoğraf makinemin görüş açısına ancak bu kadar sığdırabilmiştim. Bu arada başarılı bir denizci kavim olan Pisalılar, İstanbul tarihine de çok uzak değiller. Zira biz her ne kadar tarih kitaplarından Venedikliler ve Cenevizlileri hatırlasak da, 12. yüzyılda Konstantinopolis'in limanında Pisa ticaret kolonisi de faaliyet gösteriyordu. #italya #pisa #pisatower #seyahat #gezi #geziblog #seyahatblog #sanattarihi #instaphoto #serhatengul #istanbulturistrehberi
Covid, enflasyon, ekonomik kriz derken bir süre d Covid, enflasyon, ekonomik kriz derken bir süre daha seyahate çıkamayacağız gibi gözüküyor. Arşivlerle yetinmemiz gereken bu günlerde İtalya dosyasını karıştırmaya başladım. 2007 yılında çıktığım seyahatte sırt çantamı kapıp Venedik'e gitmiştim ve 21 günlük ziyaretimde ziyaret ettiğim ilk yer Frari Santa Maria Bazilikası'ydı. İtalya'nın vaat ettiği sonsuz sanatsal zenginliği adeta kana kana içmek istiyordum. Kaldığım yere en yakın tarihi yapı olan bu katedral de beni hayal kırıklığına uğratmadı doğrusu! İçi muhteşem heykellerle süslü bu katedralde koca bir tur atmış ve bolca fotoğraf çekmişim. Ama en net hatırladığım şey arka taraftaki avluda bulunan bu heykeldi. Bir gizli hazine! Bu İtalyanların içtiği sudan mıdır, yediği yemekten midir neye ellerini atsalar bir sanat eserine dönüşüyor. Araba yapsalar Ferrari oluyor, giysi tasarlasalar Gucci oluyor. Zaten içinde bulunduğum şehir bir sanat eseriyken, onun içindeki bir katedraldeki bir melek heykelini hiç unutmamışım. Gerçi ben Fransa'nın Lyon şehrine de bir heykel görmek için gitmiştim. İspanya'nın Toledo şehrine de tek bir resim. (El Greco'nun) Orta boy bir sırt çantası ama bavullar dolu merak ile seyahat ettiğim günlerdi o zamanlar. Şimdi bakıyorum da anılarımı sadece İstanbul'la sınırlı tuttuğum bu sayfa bana dar gelmeye başladı. E o zaman açalım arşivleri, gözümüz ne gördüyse paylaşalım! Aynı deliler gibi yurt dışı seyahat yazıları yazdığımız zamanlardaki gibi! #italya #seyahat #blog #gezi #gezirehberi #geziblog #seyahat #seyahatblog #venedik #venice #travelphotography #fotoğrafçılık #instatravel
Alman Çeşmesi (German Fountain) Alman Çeşmesi (German Fountain)
Spice Bazaar (Mısır Çarşısı) June, 2020. #is Spice Bazaar (Mısır Çarşısı) June, 2020. #istanbul #travelblogger #travelphotography
Ayasofya #istanbul #tarih #blog Ayasofya #istanbul #tarih #blog
Süleymaniye Camii'nin kubbesi. Maalesef eskisi gi Süleymaniye Camii'nin kubbesi. Maalesef eskisi gibi canım istediğinde gidip fotoğraf çekemiyorum. Umarım Covid-19 salgını en kısa zamanda biter de daha güzel fotoğraflarını çekerim. Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı ve Süleymaniye hepinizi çok özledim.
Fransız Geçidi, Karaköy. Karaköy semti ile ilg Fransız Geçidi, Karaköy. Karaköy semti ile ilgili daha fazla bilgi: https://serhatengul.com/karakoy-gezilecek-yerler/ More information on Karakoy Neighborhood: https://istanbulclues.com/istanbul-karakoy-neighborhood/
Load More Follow on Instagram

Footer

Istanbul Tarih Yazıları

Merhaba ben Serhat Engül. Sayfamda İstanbul’un tarihine dair yazılar bulabilirsiniz. Roma döneminden başlayıp, Bizans ile devam eden ve Osmanlı İmparatorluğu ile sona eren bir yazı dizisi olmasını planlıyorum.

İstanbul ile ilgili daha ayrıntılı bir gezi rehberi okumak isterseniz, IstanbulTuristRehberi.com isimli sitemi de ziyaret edebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.

Son Yazılar

  • Fener Balat Turu Gezi Rehberi ve Gezilecek Tarihi Yerler
  • Sekizinci Yüzyılda Bizans İmparatorları
  • Sultanahmet Meydanı (Hipodrom)
  • Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları
  • Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

Powered by Reborn Travel

blank

İçerikler İzinsiz Kopyalanamaz © 2022