• Skip to main content
  • Skip to primary sidebar
  • Skip to footer
  • Home
  • About
  • Contact

Serhat Engül

Istanbul Gezi Rehberi

Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları

10 August 2021 by Serhat Engül Leave a Comment

İstanbul’un tarihini anlattığım yazı serisine Tetrarşi Dönemi ile başlamıştım. Zira İstanbul’un “Konstantinopolis” adıyla Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti ilan edilmesini sağlayan olaylar zinciri Tetrarşi’den (Dörtlü Yönetim) itibaren başlamıştı. Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları yazısında ise Konstantinopolis’teki ilk Roma imparatorlarından bahsediyor olacağız.

Roma, İmparator Augustus döneminde cumhuriyetten, imparatorluğa evrildi. “Pax Romana” adı verilen barış ve refah dolu bir dönemden sonra 235 ile 285 yılları arasında süren iç savaş dönemi başladı. Bir önceki yazıda bu dönemin ardından gelen Diocletianus reformlarını ve onun kurduğu Tetrarşi sistemini anlatmıştım.

Geçici bir süre barış getiren ve sonrasında yine iç savaşlara sahne olan Tetrarşi Dönemi’nin sonunda İmparator Konstantin tahta çıkmış ve başkenti İstanbul’a taşımıştı. Bu yazıda göreceğimiz imparatorlar, Konstantin’in (İng. Constantine) halefleridir.

İçerik Listesi

  • Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları
    • 1. İmparator I. Konstantin
      • Byzantium’un Stratejik Önemi
      • Konstantinopolis’in Kuruluşu
      • İznik Konsili
    • 2. İmparator II. Constantius
      • Augustus ve Caesar ile İkili Yönetim
    • 3. İmparator Julianus
      • Julianus “Dönek İmparator” Olarak Bilinir
    • 4. İmparator Jovianus
    • 5. İmparator I. Valentinianus
      • Konstantinopolis’teki Sahte İmparator
      • Valens Tahtı Geri Alıyor
      • Batı Roma’daki Problemler
      • Valentinianus’un Zamansız Ölümü
    • 6. İmparator Valens
      • Gotlar’ın Roma Topraklarına Yerleşmesi
      • Hadrianapolis Muharebesi
      • Theodosius Kurtarıcı Olarak Tahta Çıkıyor
    • 7. İmparator Gratianus
    • 8. İmparator II. Valentinianus
      • Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!
  • Dördüncü Yüzyıl’da Roma Yazısı Kaynakları

Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları

Dördüncü Yüzyıl’da Roma imparatorları listemizde I. Konstantin (Konstantinopolis’in kurucusu), II. Constantius (İlk Ayasofya’yı inşa eden), Julianus, Jovianus, I. Valentinianus, Valens (Bozdoğan Su Kemeri’ni inşa eden), Gratianus ve II. Valentinianus var.

Bazı tarihi kaynaklar bu imparatorları Bizans İmparatorları olarak da anıyor olabilir. Ancak Doğu Roma’nın ne zamandan itibaren “Bizans” olarak anılması gerektiği tartışmalı bir konudur. Bazı tarihçiler Bizans dönemini İmparator Konstantin ile başlatırken, bazıları ise 6. yüzyıldaki İmparator Justinianus’u “Son Klasik Roma İmparatoru” olarak tanımlar.

Ben bu yazı serisinde en çok kabul gören görüşü temel alacağım. Bu görüş Birleşik Roma’nın son imparatoru olan I. Theodosius’un 395 yılındaki ölümünü milat almaktadır. Böylece imparatorluk kalıcı olarak Doğu ve Batı olarak bölünür ve Doğu Roma da modern tarihte “Bizans” olarak anılır.

Eğer Doğu Roma’yı Bizans olarak kabul edeceksek, onun ilk imparatoru Theodosius’un Doğu Roma’yı miras alacak olan oğlu Arcadius olsa gerektir. Ancak oraya gelmemiz için önce bu yazıyı bitirmemiz gerekiyor. Bu yüzden de yazı halen “Roma İmparatorları” adını taşıyor.

1. İmparator I. Konstantin

Dördüncü Yüzyıl'da Roma İmparatorları

İmparator I. Konstantin, sırasıyla Maxentius ve Licinius gibi rakiplerini yenilgiye uğrattıktan sonra tek başına tahta geçti. 20 yıla yakın süren bu mücadele sırasında, uzun yıllarını Batı Avrupa’da geçirmişti. Ancak yönetimi tek elde topladıktan sonra, yüzünü tamamen Doğu’ya döndü. O dönemde imparatorluğun en önemli şehirleri olan Roma, Sirmium, Nicomedia, Antiochia ve Alexandria yerine, kendi adına bir şehir kurmak istedi.

Byzantium’un Stratejik Önemi

Licinius ile Adrianople (Edirne) ve Chrysopolis’te (Üsküdar) yaptığı iki savaşta, eski bir Yunan yerleşkesi olan Byzantium’un stratejik konumu ilgisini çekmişti. İmparatorluğun iki ön cephesi olan Ren Nehri kıyılarına (Batı) ve Suriye’ye (Doğu) kolayca geçiş sağlayan bu şehir, aynı zamanda doğal bir savunma hattına sahipti.

Byzantium’u kuşatacak olan bir donanmanın Karadeniz veya Akdeniz kıyılarından fark edilmeden yaklaşması mümkün değildi. Ayrıca bir yarımada olduğu için, karadan yapılacak bir saldırıya 3 taraftan kapalıydı.

Tarihi binlerce yıl geriye giden mitolojik Tanrıları terk edip, tek Tanrılı bir dini getirmeye hazırlanan Konstantin, eski düzenin simgesi olan Roma’ya pek itibar etmiyordu. O dönemlerde küçük bir kasaba görünümünde olan Byzantium ise adeta işlenmeye hazır bir elmas gibi parlıyordu.

Konstantinopolis’in Kuruluşu

Yeni Başkent Konstantinopolis

Konstantin, babası Constantius Chlorus’un ölümüyle hükümdarlığa yükselmesinin 20. yıl dönümü için (326) son bir kez Roma’ya gitti. Bu sırada imparatorluğun en seçkin mühendisleri, mimarları ve sanatçıları Yeni Roma’yı (Konstantinopolis) baştan başa dizayn etmek için onun emirlerini bekliyorlardı.

Rivayete göre Konstantin, şehrin sınırlarını bizzat kendisi çizdi. Şehre Hipodrom, Büyük Saray, Aya İrini, Milyon Taşı, Konstantin Forumu ve Havariyyun Kilisesi gibi yapıları kazandırdı. Hristiyanlığı zaten Milano Fermanı (313) ile serbest bırakmıştı. Şimdi imparatorluğun yeni inancının kurumsallaşmasını sağlamak istiyordu.

İznik Konsili

Bu amaçla Akdeniz çevresindeki tüm eyaletlerden rahiplerin davet edildiği İznik Konsili’ni (Bkz: First Council of Nicaea) topladı. Konsilde Hristiyanlığın temel kavramları ve din adamlarının otorite paylaşımı gibi konular masaya geldi.

Konsilin en ateşli tartışmaları, Ariusçuluk (Arianism) adı verilen bir teolojik görüşün üzerinden yapılmıştı. Arius isimli bir rahip tarafından ortaya atılan bu görüş, Hz. İsa’nın Hristiyanlık dinindeki gerçek yeri ile ilgili bir doktrindi.

Bu konu ne kadar küçük bir görüş ayrılığı gibi gözükse de, asırlar sürecek bir çekişmenin fitilini ateşledi. Hristiyanlık içindeki görüş ayrılıkları; İmparator Konstantin’in tek devlet, tek imparator ve tek din üzerine kurmaya çalıştığı temelleri, daha başından sarsmaya başlamıştı.

Tarihe Büyük Konsantin olarak geçen I. Constantinus, Doğu’ya düzenlediği bir seferden dönerken Nicomedia (İzmit) yakınlarında öldü. Cenazesi İstanbul’da yaptırdığı Havariyyun Kilisesi’ne gömüldü. Konstantin, Dördüncü Yüzyıl’da başa geçen Roma İmparatorları arasında kuşkusuz ki en ünlüsüdür.

2. İmparator II. Constantius

İmparator II. Constantius, babasının ölümünden sonra imparatorluğu kardeşleri II. Konstantin, Constans ile birlikte yönetmeye başladı. Aslında yönetime ortak olacak daha fazla üvey kardeş ve akraba vardı ve Büyük Konstantin ölmeden onları da yönetime dahil etmişti.

Ne var ki, babasının ölümünden sonra ivedilikle İstanbul’a intikal eden II. Constantius; büyük bir katliama girişti ve iki öz kardeşinden başka herkesi (minik Julian hariç) öldürttü.

Toprak paylaşımından memnun olmayan II. Konstantin, küçük kardeşi Constans ile girdiği mücadelede ölünce, imparatorluk Doğu Roma ve Batı Roma olarak iki kutuplu yönetilmeye başlandı.

Batı Roma’da hüküm süren Constans, dünyevi zevklerin içine fazla dalmış ve halkını ihmal etmişti.  Saray erkanı ile olan ilişkisi ve sefahatle dolu yaşamı, askerlerinde rahatsızlık yaratıyordu. Saray’daki yaşamı nedeniyle gerçeklikle bağları kopan Constans, tahtı gasp etmek isteyen General Magnentius tarafından öldürüldü.

Augustus ve Caesar ile İkili Yönetim

Sasani İmparatorluğu ile Doğu sınırında sonu gelmeyen savaşlar yapan II. Constantius, gaspçı Magnentius’u devirmek için Avrupa içlerine kadar geldi. Gaspçı generali öldüren II. Constantius, Roma’nın tek imparatoru olmayı başardı.

Ancak Roma İmparatorluğu‘nun başında iki bela vardı. Biri Perslerin devamı olan Sasani İmparatorluğu, diğeri ise Ren Nehri’nin kuzeyinde bulunan Germen Halkları.

Augustus unvanı taşıyan II. Constantius, iki düşmanla aynı anda baş edemeyeceği için kraliyet ailesinden kalan tek kişi olan genç Julian’ı, Caesar (Augustus’un altında olan yardımcı imparator) ilan etti.

O yaşa kadar Nicomedia, Efes ve Kapadokya gibi yerlerde sürgün hayatı yaşamış olan Julian; kendinden beklenmedik bir performans göstermiş ve Ren Nehri sınırlarını güvenceye almıştı.

Sasani İmparatoru II. Shapur ile büyük bir rekabet içinde olan Roma imparatoru II. Consantius, Julian’dan ordusunun yarısını Doğu’ya göndermesini isteyince, ikilinin arası açıldı.

Kendini “Augustus” ilan eden Julian, II. Consantius ile savaşmak üzereyken; rakibi ani bir hastalık sonucu beklenmedik bir şekilde öldü. Böylece Büyük Konstantin’in üç oğlu da tarih sahnesinden silinmiş ve tahta beklenmedik bir şekilde Julianus geçmişti.

3. İmparator Julianus

İmparator Julianus, Anadolu’nun kadim şehirlerinde yaşadığı dönemde Hristiyanlık teolojisini baştan sona hatmetmişti. Ancak Roma İmparatorluğu’nun pagan dininden Hristiyanlığa yeni evrildiği bu dönemde, Antik Çağ felsefesi halen güçlü bir varlık gösteriyordu.

Zamanın en iyi düşünürleri ve hatipleri ile tanışma şansı bulan Julian, Efes’te iken Hristiyanlığı tamamen bırakmaya ve Antik Çağ’ın pagan tanrılarına tapınmaya karar verdi. Ancak bu fikirlerini imparator olana kadar gizledi.

Julian’ın bir kiliseye son olarak ayak basması, II. Constantius’un cenazesi için Havariyyun Kilisesi’ne gittiğinde gerçekleşti. O günden sonra Roma İmparatorluğu’nu eski pagan inancına döndürmek için çalışacaktı.

Julianus “Dönek İmparator” Olarak Bilinir

Julian’ın bu girişimi, aslında daha baştan kaybedilmiş bir davaydı. Çünkü Konstantin zamanından beri Hristiyanlık yapılanması iyice güçlenmiş ve imparatorluk geri dönülemez bir sürece girmişti. Antik Çağ’ın birbiri ile alakasız bir sürü efsaneye dayanan pagan dini ise yok olmaya yüz tutmuştu. Zamanı geriye doğru işletmek isteyen Julian, tarihe “the Apostate” yani dinden dönen (dönek) olarak geçti.

Persler üzerine yapacağı sefer için Antakya’ya yerleşen imparator, bu saplantıları yüzünden yerel halkla çatıştı. Asla dönemeyeceği bu askeri sefere giderken, büyük bir nefreti üzerine toplamıştı. Sasani İmparatorluğu’nun başkenti önüne kadar ilerledi ve savaş meydanında atılgan bir şekilde savaştı.

Ancak surlarla çevrili Ktesifon kenti geçit vermedi. Yiyecek azlığı, bunaltan sıcak ve sinekler yüzünden ordu fiziksel olarak çöktü. Onlara cesaret vermek için öne atıldığı bir çarpışmada göğsüne saplanan mızrak ile öldü.

4. İmparator Jovianus

Julian’ın başarısız Orta Doğu seferi, Roma İmparatorluğu’nun doğu ordusunu yok olma tehdidi ile karşı karşıya bırakmıştı. Çöl topraklarında sıkışıp kalan ve Pers süvarilerinin ve okçularının saldırıları altında inleyen Roma ordusu çıkmazdaydı. Böyle bir ortamda muhafız alayının kumandanı İmparator Jovianus adıyla hükümdar ilan edildi.

Ne yazık ki, Jovian’ın ilk hamlesi teslim olmak yönünde oldu. Ne pahasına olursa olsun bu cehennemden çıkmak ve başkent Konstantinopolis’e dönmek istiyordu. Bir anda kucağında bulduğu imparatorluk tacını korumak için güç odaklarıyla stratejik ittifaklar kurmak zorunda olduğunu biliyordu.

Jovian’ın ödün vermeye yanaşması, Pers İmparatoru II. Şapur’un elini güçlendirmişti. En yakın Roma şehrinden 150 kilometre uzaklıkta bulunan ve çöle saplanıp kalan Roma ordusu ya imha olacak, ya da büyük bedeller ödeyecekti. Bu bedel, İmparator Diocletianus zamanında ele geçirilen 18 kalenin iade edilmesi ve Ermenistan Krallığı’nın, Roma yerine Pers himayesi altına girmesiydi.

Bu şartları kabul eden Jovian, kendisi ve ordusunu zar zor Antakya’ya attı. Nihayet imparatorluk sınırlarına girmişti. Aldığı ilk karar, Hristiyanlar’ın desteğini almak üzere, Julian’ın Hristiyanlık aleyhine çıkardığı tüm yasaları iptal etmek oldu.

Bürokratların ve askerlerin büyük bir kısmı tarafından ölümüne dövüşmediği için “korkak”, dindarların gözünde ise “kahraman” olmuştu. Şayet Konstantinopolis’e varabilseydi, hükümdarlığının meşruiyeti çokça sorgulanacaktı. Ancak Jovian, İstanbul yolunda beklenmedik bir şekilde öldü. Bazı tarihçilere göre yediği bir mantardan zehirlenmişti.

5. İmparator I. Valentinianus

Julian’ın İran seferindeki ölümü, Constantinus Hanedanı’nın da sonunu işaret ediyordu. İmparator Büyük Konstantin’in soyundan hiç erkek kalmamıştı. Rastgele bir şekilde imparator seçilen Jovian da ölünce, askerler yine aralarından birini imparator ilan ettiler. Az eğitimli olmasına rağmen başarılı bir subay olan İmparator I. Valentinianus, yeni hanedanın ilk üyesi olarak tahta çıktı.

Roma imparatoru Valentinianus iktidarı boyunca kuzey sınırlarını Germen ve Got saldırılarına karşı korudu. Orduyu elinden geldiğince ıslah etti ve kardeşi Valens’i de tahtına ortak etti. Kendisi daha iyi tanıdığı Batı Roma’yı yönetmek üzere Milano’ya yerleşirken, kardeşini de Doğu Roma’yı yönetmesi için Konstantinopolis’e gönderdi.

Konstantinopolis’teki Sahte İmparator

Valentinian, bilmeden de olsa kardeşi Valens’i adeta ateşe atmıştı. Ağabeyine göre daha tecrübesiz ve yetersiz olan Valens, büyük bir karmaşa ile karşılaşacaktı. Güney sınırını güvenceye almak için sefere çıktığı sırada, Konstantinopolis’te Procopius adında bir gaspçı ortaya çıkıverdi.

İmparator Julian’ın akrabası olduğunu ve Konstantin’in soyundan geldiğini iddia eden Procopius, ağabey Valentinianus’un öldüğü söylentisini yayıp kendini imparator ilan etti. “Dönek” lakaplı eski imparator Julian’ın, Pers seferine çıkarken kendisini mirasçısı olarak atadığını iddia ediyordu.

Valens bu haberi aldığında, komutasındaki askerler çoktan gemilerle Suriye’ye doğru yola çıkmıştı. Kendisi de Anadolu’yu terk etmek üzereydi. Elinde kalan bir avuç askeri başkente gönderse de, isyanı bastırmaya yetmedi. Henüz rüştünü kanıtlamamış bir imparator olduğu için, İstanbul’daki tahtını Procopius’a kalıcı olarak kaybetmesi çok olasıydı.

Valens Tahtı Geri Alıyor

Üzerindeki şaşkınlık ve korkuyu çabuk atlatan Valens, ordusunu geri çağırdı ve İstanbul’a yürüyüşe geçti. Onun Ankyra’dan (Ankara) başkente yürüyüşe geçmesi, Procopius’un ordusunda bir korku yaratmıştı. Tahtı gaspeden Procopius, boşuna binlerce askerin heba olmasını istemeyen subaylar tarafından öldürüldü.

Askerler bir şekilde Valens’in doğu ordusu ile başa çıksalar bile, sonradan ağabeyi Valentinianus’un da batı ordusu ile geleceğini biliyorlardı. Sahte imparatorun başı kesildi ve Milano’daki kıdemli imparator Valentinianus’a gönderildi.

Valens büyük bir dertten kurtulmuştu. Artık Sasani İmparatorluğu‘na karşı Doğu seferine çıkabilirdi. Yola çıkmadan önce Balkanlar’daki Got kabilelerine karşı seferler düzenledi. Başkent Konstantinopolis’te kendisi yokken bir kez daha sorun çıkmasını istemiyordu.

Batı Roma’daki Problemler

Valens, Doğu Avrupa’da Gotlar ile uğraşırken; Batı Roma’da Britanya problemi çıkmıştı. Ağabeyi Valentinianus, Britanya’ya organize bir saldırı düzenleyen barbar konfederasyonunu dağıtmak için en iyi generalini (Theodosius) görevlendirdi. İleride Roma İmparatoru olacak Büyük Theodosius’un babası olan bu general, Britanya’yı baştan başa temizledi ve müthiş bir askeri zafer kazandı.

Ne var ki, Batı Roma’nın barbarlar ile dertleri bitmemişti. Roma’nın Pannonia Eyaleti’ne komşu olan Kuad Kabilesi, Roma İmparatorluğu ile doğal sınır olan Tuna Nehri’nin kendilerine ait tarafına askeri karakollar yapılmasını işgal olarak algılamıştı.

Valentinianus’un bu agresif politikası geri tepti ve Kuadlar nehri geçerek Roma şehirlerini yağmaladılar. Bir refleks olarak yaptıkları bu hareketin bedelini ağır ödeyeceklerini anlayınca, imparatordan özür dilemek ve mağduriyetlerini açıklamak istediler.

Valentinianus’un Zamansız Ölümü

O güne kadar hiçbir şekilde barbarların elçilerini kabul etmeyen ve onlarla muhatap olmayan Valentinianus, nasıl olduysa bu kez olumlu cevap verdi. Ancak Kuad elçilerinden “özrü kabahatinden büyük” açıklamalar dinleyince öfkesine hakim olamadı. Onlara bağırıp çağırırken ani bir kalp krizi geçiren imparator, Roma’nın ona en çok ihtiyacı olduğu bir zamanda öldü.

6. İmparator Valens

Valentinianus, ölmeden kısa bir süre önce iki oğlunu da tahta ortak etmişti: 16 yaşındaki Gratianus ve bebek yaştaki oğlu II. Valentinian. Böylece imparatorluğun batısında Valentinianus’un oğulları, doğusunda ise İmparator Valens hüküm sürecekti. İmparatorluğun o ana kadar en büyük sorunları olan Germenler, Gotlar ve Sasaniler’e rahmet okutacak yeni bir düşman ortaya çıkmıştı: Hunlar.

Romalılar tarafından ne kadar barbar olarak kabul edilse de, Gotlar o dönemde kısmen medenileşmişti. Hristiyan olmuş ve yerleşik yaşama geçmişlerdi. Batı Gotları (Vizigotlar) halen kabile reisleri tarafından yönetilse de, Doğu Gotları (Ostrogotlar) kraliyet sistemine geçmişti. Ancak Orta Asya’dan gelen göçebe Hun ordularında yerleşik yaşamın getirdiği uysallığın zerresi bile yoktu.

Gotlar’ın Roma Topraklarına Yerleşmesi

Hunların Kuzey Avrupa’da yarattığı terörden kaçan Gotlar, Romalılardan sığınma istemiş ve almışlardı. Roma kurallarına göre, çok kontrollü bir şekilde sınırı geçmeleri ve farklı bölgelere yayılmaları gerekiyordu.

Ne var ki, sınırı geçenler korkuyla Roma askerlerini ezip geçtiler. Bir an önce içeri girmek ve güvencede olmak istiyorlardı. Romalıların izin vermediği bazı barbar kabileler de dahil tamamı Roma topraklarına girdi ve yekpare bir şekilde kaldılar. Dağılmamış olmaları ve halen liderlerine bağlı olmaları Romalılar için büyük tehditti.

Balkanlara yerleşen Got kabileleri, burada insanlık dışı muamele gördüler. Trakya Kontu Lupicinus ve askerleri tarafından ellerinde avuçlarında ne varsa alındı. Roma imparatoru Valens’in ihtiyatlı olma yolundaki telkinlerine kulak tıkanmış ve Gotlar kışkırtılmıştı. Ayaklandılar ve tozu dumana kattılar.

Hadrianapolis Muharebesi

İmparator Valens, Gotları sindirmek için ordusuyla Trakya’ya geldi. Batı’dan Gratianus, Doğu’dan ise Valens saldıracak ve Gotlar’ı iki ateş arasına alacaklardı. Ancak Valens’e gelen yanlış istihbaratlar buna engel oldu.

Gözcülerin söylediğine göre Gotlar sadece 10.000 kişiydi. Valens’in ordusunda ise 30.000 asker vardı. Tahta çıktığından beri bir türlü kendini kanıtlayacak bir zafer elde edemeyen Valens, zaferin şanını Gratianus ile paylaşmaktansa; Gotları tek başına bertaraf etmeye karar verdi.

Ne var ki, istihbarat doğru değildi. Gotların 10.000 piyadesine karşılık, ormanın içinden ilerleyen binlerce süvarisi de vardı. Bu hesaba katılmadığı için sonuç felaket oldu. Savaşın ortasında bir anda gelen süvariler, Roma ordusunun dengesini bozdu. Valens ve kurmaylarının tamamı öldü ve Roma ordusunun 3’te 2’si imha edildi.

Theodosius Kurtarıcı Olarak Tahta Çıkıyor

Önce Valentinianus ve sonra da kardeşi Valens’in ölmesi ve Doğu Roma ordusunun imparatorla birlikte yok olması tam bir felaketti. Roma’nın başında iki çocuk yaştaki imparatordan başka kimse yoktu.

Gratianus, babasına sadakatle hizmet etmiş olan “Britanya Fatihi” General Theodosius’un oğlu Theodosius’u (babasıyla aynı adı taşıyor) başkente çağırdı ve büyük yetkilerle donattı. Verilen her görevi layıkıyla yapan Theodosius, sonunda eş-imparator ilan edildi.

Konstantin’den sonra Dördüncü Yüzyıl’da Roma tahtına çıkan en önemli imparator Theodosius’tu. Ancak Theodosius ile ilgili bölümü bir sonraki yazıya bırakmak daha mantıklı olacaktır. Onun ölümünden sonra imparatorluğun bölünmesi ve Doğu Roma’nın (Bizans) temellerinin atılmasını aynı yazı içinde işlemekte fayda vardır.

Alt satırlarda ise Theodosius ile eş zamanlı olarak hüküm süren diğer iki imparatoru işliyor olacağız. Roma tarihinin silik şahsiyetlerinden Gratianus ve II. Valentinianus, kısa süren rollerini tamamlayıp, sahneyi Büyük Theodosius adıyla da bilinen I. Theodosius’a bırakacaklar.

7. İmparator Gratianus

Doğu’nun başına geçen ve Konstantinopolis’te yaşayan Theodosius, sağduyusu ve tecrübesi ile olayları biraz yatıştırmıştı. Gotlar ile dostane bir politika izleyen yeni imparator, onlara yaşayacak topraklar verdi. Reislerine saygı gösterdi ve onları da bazı mevkilere getirdi.

Gotlar yıllarca Roma sınırlarını yağmalamış olsa da, aradıkları şey yalnızca daha iyi bir hayattı. Bu onlara sunulunca imparatorun himayesine girmekte bir sakınca görmediler.

Yine de imparatorlukta sular durulmuyordu. Britanya’daki Roma ordusu komutanı Maximus, kendini Batı Roma İmparatoru ilan etti ve akabinde Galya’yı da (Fransa ve çevresi) ele geçirdi. Ona karşı koymaya çalışan İmparator Gratianus, başarısız oldu ve Lyon’da teslim oldu. Dostane bir şekilde davet edildiği bir ziyafette öldürüldü.

8. İmparator II. Valentinianus

Gaspçı Maximus, Theodosius’un kendisini resmi olarak tanımasını ve meşruiyet kazanmayı istiyordu. Ancak Theodosius onun bu taleplerini duymazdan geldi.

İmparator II. Valentinianus‘un annesi Justina, ustaca bir hamleyle Theodosius ile genç imparatorun arasındaki bağları kuvvetlendirmişti. Eşi yakın bir zamanda ölmüş olan Theodosius, Valentinian Hanedanı’nın genç ve güzel prensesi Galla ile evlenmiş ve böylece Doğu ile Batı arasındaki müttefiklik perçinlenmişti.

Theodosius, evlilik bağıyla II. Valentinianus ile kardeş olmuştu. Onu korumak için, isyancı general Maximus’a karşı sefer hazırlıklarına başladı.

Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!

Bu yazı serisi 4. yüzyıldan, 15. yüzyıla kadar Roma ve Bizans tarihinde olanları konu alıyor. Yani aslında yazı serisinin daha başındayız. Eğer bu yazıdaki olaylar ilginizi çektiyse, devamını Beşinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısında bulabilirsiniz.

Dördüncü Yüzyıl’da Roma Yazısı Kaynakları

Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları yazısının kaynakları arasında İngiliz yazar John Julius Norwich’in Byzantium adlı eseri var. Bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe olarak da basıldı. Oldukça başarılı bir çeviriye sahip olan kitabı tavsiye ederim.

Buna ek olarak İngilizce hakimiyeti olanlar için Mike Duncan’ın The History of Rome adlı podcast yayınını da şiddetle tavsiye ederim. Bu yayını hem internetten, hem de Spotify’dan bulabilirsiniz.

Dördüncü Yüzyıl’da Roma by Serhat Engül

Filed Under: Bizans Tarihi, Popular

About Serhat Engül

Merhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

Reader Interactions

Leave a Reply Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Primary Sidebar

Sosyal Medya Linkleri

  • Facebook
  • Instagram
  • Pinterest
  • Twitter
  • YouTube

Istanbul Turist Rehberi

blankMerhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

serhatengul

İstanbul ile ilgili en çok sevdiğim şeyleri bi İstanbul ile ilgili en çok sevdiğim şeyleri bir liste haline getirsem unuttuğum o kadar çok detay olurdu ki! Mesela Taksim Meydanı'na gitmek için bindiğim metronun Haliç'te aydınlığa kavuşması... Köprünün üzerinden gözüken o binlerce yıllık İstanbul manzarası... Bir tepeye doğru tırmanan metro, çevresindeki eski binaların arasından bir ok gibi Pera'ya doğru ilerler. sonra tekrar karanlığa gömüldüğünde Beyoğlu'na kavuşur. Daha demin yeryüzündeyken nasıl yerin bu kadar dibine indik diyerek yukarı doğru tırmanmaya başlarsın. Her köşe başındaki tabelada Taksim Meydanı'nı gösterir ama oraya bir türlü ulaşamazsın... Dönülen köşeler, yürüyen bantlar ve tırmanan merdivenlerin sonunda kiliselerin yüksekteki pencerelerinden merkeze süzülen ışık gibi vurur meydandan gelen aydınlık son dönemeçte insanın yüzüne... Meydana çıkmak ise hep yeni bir başlangıçtır. Sanki ilk kez geliyorsundur buraya... İstanbul denen gayya kuyusu aslında bir kasırganın gözü olsaydı, o kara delik gibi tüm bulutları ortaya çeken ve şekil veren yer de Taksim Meydanı'ydı. Gideceği yere en kısa zamanda ulaşmaya alışmış olan rehber ayaklarım beni kısa yollardan Karaköy'e ulaştırmaya çalışırken bu sefer onlara durun dedim. Bugün farklı bir yoldan gidelim. Tak şu kulaklıkları da biraz müzik dinleyip havaya girelim. Kulağımda son günlerde en çok dinlediğim müziklerin tınıları çınlarken meşhur heykelin etrafında dönüyorum. İnsanların yüzündeki gülümseme ve koşuşan çocukların neşesinin meydanı kış güneşinden daha çok ısıttığını hissediyorum. Taksim Meydanı'ndayken hep gidere doğru ilerleyen bir su gibisin aslında, eninde sonunda İstiklal Caddesi'nin başında daralan o yola girip tünele kadar akmadan huzur bulamazsın... Oraya vardığında ise artan eğimin etkisiyle yüksek kaldırımdan da Haliç'e akacaksın... >>> Burada karakter sınırı dolduğu için devamını yorumlar kısmına ekledim. :) #serhatengul #istanbulturistrehberi
Geçenlerde rüyalar ile ilgili bilimsel bir değe Geçenlerde rüyalar ile ilgili bilimsel bir değerlendirme okumuştum. Bu yazıya göre rüyalar ve ilham dediğimiz şey tamamen bilinçaltının bir yansımasıydı. İnsan böyle düşününce insan zihninin ne kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunu bir kez daha anlayıp irkiliyor. Aradan belli bir zaman geçti ve ben bu yazıyı okuduğumu bile unutmuştum. Rüyamda ise uluslararası bir müzik müsabakası vardı ve Türk sanatçı piyanosu ile muhteşem bir eser çalıyordu. Adam piyanonun tuşlarına öylesine seri ve (müziğin ritmine göre) sert bir şekilde basıyordu ki, ona delicesine özeniyor olsam da, hiçbir zaman onun gibi çalamayacağımı aklımdan geçiriyordum. Ben piyano eğitimi almamış olmama hayıflanırken eserini sonlandırdı ve seyirciyi selamlamaya başladı. Yalnız dev bir konser salonundaki seyircileri çılgına çeviren ve delicesine alkışlanan Türk piyanist, siyahi bir kardeşimizdi. Şimdi düşününce onu Fransız futbolcu Mbappe'ye benzettim. Ama bir dakika! Yoksa yıllar önce izlediğim "Green Book" filmindeki Don Shirley'e mi benziyordu. Hani şu siyahi Amerikalı piyanist ve onun İtalyan şoförünün maceralarını anlatan filmden mi anımsamıştım onu?! Eh işte bunlar hep bilinçaltı... :) Pandemi sırasında müzisyenlerin sorunları ile ilgili bir video izlemiştim. (Ben insan değil miyim? Bölüm 3) Orada röportaj veren efsane Türk müzisyenlerinden biri (Ahmet Güvenç), 13:20'den itibaren inanılmaz bir konuya giriyor ve "Gülpembe'yi nasıl bestelediniz?" sorusuna: "Ben yapmadım onların hepsi zaten var. Sen yeterince incelebilirsen ve çalışırsan oradan bir tanesini almana izin veriyorlar" demişti. Bu bana Storytel'de son dinlediğim kitap olan Orhan Pamuk'un "Kar" romanındaki şair KA'nın (Kerim Alakuşoğlu) Kars'ta kendisine gelen şiirleri bir telaşla not defterine yazmasını anımsatıyor. "Şiir geldi" diyen KA, yalnız kalabileceği en yakın yere gidip göklerden gelen ilhamı kağıda aktarıyordu. Storytel sayesinde son 2 ayda 6 kitap okudum. Üçü Orhan Pamuk'un kitaplarıydı. "Kafamda Bir Tuhaflık", "Benim Adım Kırmızı" ve son olarak da "Kar". Orhan Pamuk okuyan birinin edebiyata yakınlık duymaması imkansız olsa gerek. #serhatengul #istanbulturistrehberi
İstanbul'daki turizmin doğası gereği ne kadar İstanbul'daki turizmin doğası gereği ne kadar hareketli bir turist sezonu olursa olsun, Kasım sonunda itibaren işler yavaşlamaya başlar. Aralık, Ocak ve Şubat ayları ise oldukça sessiz ve sakin geçer. Bu durum her ne kadar ekonomik anlamda bir dezavantaj getirse de, bir yandan da insanın kendini yenilemesi için kucak dolusu boş zaman anlamına gelmektedir. Zaten turizm ile uğraşan biri senelik mali programını yaparken "winter is coming" durumunu her zaman göz önüne almak durumundadır. Bu sebeple de "Ağustos Böceği" değil, "Karınca" gibi davranmak gerekir. Velhasıl havaların soğuması ile oluşan boş zamanı değerlendirmek için birçok uğraş edindim. Bunlardan ilki kendimden daha tecrübeli rehberlerin turlarına katılıp İstanbul'a başka birinin penceresinden bakmak oldu. Gerçekten de bazen anlatan değil de, dinleyen tarafta olmayı çok seviyorum. Bir turist grubunun arasına karışıp "masum bir turist" olarak şaşkın şaşkın etrafıma bakınmak çok hoşuma gidiyor. Bir de eski rehberler ile arşınladığım semtlerle ilgili daha önce duymadığım keyifli öyküler dinliyorum. Uzun bir süre kendi bildiğiniz yerleri gezdirip, kendi bilgilerinizi paylaşınca bir çeşit körleşme yaşayabiliyorsunuz. Bu da sizin bir döngüye girmenize sebep oluyor. Bu zinciri kırmak için farklı kitaplar okumak, farklı insanlarla gezmek ve şehirde bolca yürüyüş yapmak gerekiyor. Bu arada daha önce Storytel'e yeni üye olduğumu ve çok memnun kaldığımı söylemiştim. Henüz iki ay dolmadan Sofie'nin Dünyası, Doğu Ekspresi'nde Cinayet, Bir Borsa Spekülatörünün Anıları kitaplarını bitirdim ve şimdi Orhan Pamuk'un bir kitabına başladım. İstanbul'u bu kadar seven biri olarak, Orhan Pamuk'un kitaplarını daha önce okumadığım için kendime hayret ediyorum. Şu an okuduğum (yani dinlediğim) "Kafamda Bir Tuhaflık" isimli kitabındaki İstanbul nostaljisinden çok keyif aldım. Kitap Beyoğlu başta olmak üzere İstanbul'un birçok semtinde 1950'lerden itibaren yaşanan dönüşümü okuyucuya ustalıkla aktarıyor. Böylece başka rehberlerin turlarında tekrar tekrar gezdiğim Beyoğlu'nun mahalleleri (Cihangir, Tomtom, Firuzağa v.b.) hakkında tamamlayıcı birçok bilgiye eriştim. #serhatengul #istanbulclues #istanbulturistrehberi
Storytel sayesinde uzun zamandır okumaya bir tür Storytel sayesinde uzun zamandır okumaya bir türlü vakit bulamadığım bir kitabı bitirdim. Yıllar önce Sofie'nin Dünyası'nı (diğer birçok kitap gibi) alıp kitaplığıma koymuştum ama okumaya fırsat bulamamıştım. Okuma önceliğini mesleğimle paralel olan tarih kitaplarına verdiğim için aldığım alternatif kitaplar yıllarca kenarda bekliyor. Geçen ay Storytel'e üye olunca sanal kitaplığıma ilk eklediğim iki kitap "Doğu Ekspresinde Cinayet" ve "Sofie'nin Dünyası" olmuştu. 19 saatlik bir kayıt olan Sofie'nin Dünyası'nın yalnızca bir haftada sonuna geldim. Bu sesli kitap işi gerçekten çok hoşuma gitti. Böylece müzik dinleyerek harcadığım zamanı harika bir uğraşla değerlendirme şansı buldum. Sesli kitap elbette basılı kitapların yerini tam olarak tutmuyor. Ben okuduğum kitapların altını çizip, bazen de özetini çıkardığım için kesinlikle aynı şey değil. Ancak kitaptan aldığım ilhamla birçok Wikipedia sayfasını karıştırdığım için aklımda çok şey kaldı. Her şeyden önce "Felsefe Tarihi" ile ilgili aklımda bir zaman çizelgesi oluştu. Genel anlamda bir çocuk kitabı olarak kabul edilse de, Sofie'nin Dünyası Antik Yunan döneminden günümüze kadar yaşamış olan filozofları aklınızda bir sıraya koyuyor. Bu sayede merak ettiğiniz felsefi akımlara ve filozoflara kitap dışında yaptığınız araştırmalar ile yoğunlaşabiliyorsunuz. Sesli kitap elbette yazılı kitap kadar akılda kalıcı olmayacaktır ama anladığım kadarıyla notlar alarak daha fazla fayda sağlamak mümkün. 2 senelik pandemi sonrası İstanbul'da Nisan'dan itibaren güzel bir turizm sezonu oldu. İşlerin ufaktan yavaşlamaya başladığı şu günlerde Storytel gibi birkaç uğraş daha buldum ve onları da günlük gibi kullandığım sayfamdan paylaşacağım. Marmaray geldiğinden beri vapura çok daha az biner olduk. Ama geniş vakitlerimde halen Eminönü-Kadıköy veya Beşiktaş-Kadıköy vapurları ile seyahat etmeyi çok seviyorum. Eğer turlarımda Kadıköy olursa da ulaşım için mutlaka vapur kullanıyorum. Vapur yolculuğu İstanbul'da yaşamanın en vazgeçilmez parçalarından biri. Bir dönem her gün kullanmaya çok alışmıştım ve tadını çok da çıkaramıyordum. Şimdi ara sıra bindiğim için turistik gezi gibi geliyor. :) #serhatengul #istanbulclues
Gezilerim sırasında en çok gözlemlediğim şey Gezilerim sırasında en çok gözlemlediğim şeylerden biri insanların bir öykü anlatılırken pür dikkat kesilmesi ve tarihten çok hoşlanmayanların bile dinlemeye başlaması. Bu sebeple gezdirdiğim her yerin tarihini ve öne çıkan özelliklerini bir öykünün parçaları gibi anlatıyorum. Baştan sona dinleyen kişi hem benim o tarihi eserle ilgili bildiğim hemen her şeyi öğrenmiş oluyor ve hem de parçalar birleştiğinde bir bütünlük oluşuyor. Bu da dinleyen kişiyi tatmin ediyor. Yeni bir şeyler öğrenme hissi gelişmiş zihinler için çok kıymetli bir şey. Para biriktirip sevdiğiniz bir şeyi almak ile benzer bir kavuşma algısı yaratıyor. Beni dinleyen birçok kişinin "Evet işte şimdi kafamda her şey yerine oturdu." dediğine çok şahit oldum. O an yüzlerindeki gülümseme benim için paha biçilemez oluyor. Bazı insanlar "Ben rehbersiz de pekala gezebilirim. Bilmediğim bir şeye de herhangi bir kaynaktan bakarım." diyorlar. Ancak kendilerine rehber tarafından verilen bilginin, uzun yılların içinden süzülerek geldiğini hesaba katmıyorlar. Yani bir bölgede uzmanlaşmış bir arkeolog, sanat tarihçisi veya tur rehberinin bildiklerini öğrenmeniz için onlarca kitap okumanız ve söz konusu yere onlarca ziyaret yapmış olmanız gerekiyor. Bu detayların size hazır olarak verilmesi, adeta size çok değerli bir şeyin sunulması gibidir. Bilgi çağımızın en kıymetli hazinesi olduğu için, gelişmiş zihinler "hedeflenen bilgiye" ulaştıklarında büyük bir zevk alıyorlar. Ben tarihin belli bir döneminde (Geç Antik Çağ ve Orta Çağ) uzmanlaşmaya çalışan bir rehberim. Elbette sunumlarım da bu dönem içinde kaldıkça daha vurucu oluyor. Ancak ben de az bildiğim ve çok ilgi duyduğum bir konuda başka bir uzmandan bilgi edindiğimde benzer bir hissi yaşıyorum. Karşımdaki insanın ağzından çıkan her kelimeye adeta dikkat kesiliyorum. Çünkü biliyorum ki o bilgileri edinmek için yıllar harcamak gerekiyor. Yapay zekanın birçok mesleği yok edeceğine dair bir algı var. Ancak insanlığın en eski mesleklerinden olan "öykü anlatıcılığı" yakın zamanda kaybolacak gibi değil. Bu kabiliyete sahip olan insanların daha uzun yıllar romanları okunur, filmleri izlenir ve anlatıları da dinlenir.
Son zamanlarda fark ettim ki, Youtube üzerinden y Son zamanlarda fark ettim ki, Youtube üzerinden yayın yapan belgesel kanallarının kalitesi inanılmaz yükselmiş. Epic History TV diye bir kanalda ünlü Doğu Roma generali Belisarius'un hayatını anlatan bir belgesele denk geldim ve çok keyif aldım. Adamlar her biri yaklaşık 25 dk süren 6 parçalık bir belgesel hazırlamışlar ve ortaya adeta bir şaheser çıkmış. Eskiden bu kalitede belgeselleri ancak BBC'de veya History Channel'da görebilirdik. Şimdi önümüzde sonsuz seçenek var. Belisarius, 500'lü yıllarda İstanbul'da (o zamanki adıyla Konstantinopolis) yaşamış bir Bizans subayıydı. 532 yılında yaşanan büyük Nika İsyanı'nın bastırılmasında kilit rol oynamıştı. Daha önce Belisarius'un Afrika ve İtalya seferlerini John Julius Norwich'in "Byzantium" adlı kitabından detaylıca okumuş ve çok keyif almıştım. Şimdi bu belgesel sayesinde bir animasyon tadında bir kez daha izledim. Bazen düşünüyorum da bazı insanlar ünlü olmak için doğmuş. :) Sen Bizans'ın gücünün zirvesinde olduğu 6. yüzyılda dünyaya gel ve Justinianus gibi bir imparator ile aynı dönemde tarihe adını yazdır. "Flavius Belisarius" adamın ismi bile söylerken insanın ağzını dolduruyor. Gerçi Justinianus da öyle! Ayasofya daha inşa edilir edilmez ilk bu adamlar gezdi. Vallahi insan kıskanıyor! Yine her zaman olduğu gibi yazdığım şeylerin eklediğim resimle bir alakası yok. :) Instagramı böyle bir günlük gibi kullanmaya devam edeceğim. Belki sonradan döner nelerle ilgilenmişim diye bakarım. Ha bu arada bu sevimli kediciğin arkasındaki tarihi bina ünlü Sirkeci Tren İstasyonu. Hani şu Şark Ekspresi'nin (Orient Express) son durağı olan yer. Storytel'den Agatha Christie'nin "Doğu Ekspresinde Cinayet" romanına başlamışken iyi denk geldi. #istanbulphotos #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #serhatengul #istanbulturistrehberi
Turlarım genelde Sultanahmet, Fener-Balat ve Beyo Turlarım genelde Sultanahmet, Fener-Balat ve Beyoğlu semtlerinde oluyor. Ancak turlardan sonra vakit buldukça çocukluk aşkım Kadıköy'e kaçıyor ve burada vakit geçiriyorum. İstanbul'da yabancı turistleri gezdirdiğim ve ballandıra ballandıra tarihini anlattığım yerler ile kendi vakit geçirmek istediğim yerler arasında biraz fark var. Örneğin turlarım biter bitmez Sultanahmet'i hemen terk ediyorum. Balat'ta vakit geçirmeyi biraz daha fazla sevsem de ilk sıralarda olduğunu söyleyemem. Buna karşın Eminönü ve Kadıköy ise İstanbul'da dolaşmayı en çok sevdiğim yerler. Üçüncü sıraya ise Beyoğlu'nun Tünel'den Galatasaray Lisesi'ne kadar olan kısmını koyabilirim. #istanbulphotos #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #serhatengul #istanbulturistrehberi
Yerebatan Sarnıcı 2015 ile 2020 yılları arası Yerebatan Sarnıcı 2015 ile 2020 yılları arasında kısmen tadilattaydı. Bu sebeple sarnıcın yarısına denk gelen bir bölümü göremiyorduk. 2020 yılında (pandemi sırasında) tamamen kapanan sarnıçtaki tadilat hızlandırıldı ve 2022'nin yaz aylarında yeniden açıldı. Şu sıralar İstanbul'da gezebileceğiniz en şık tarihi eserin, oldukça başarılı bir tadilat geçiren Yerebatan Sarnıcı olduğunu söyleyebilirim. İçerideki kırmızı ve yeşil ışıklar harika bir ambians yaratıyor. Son tadilattan sonra sarnıcı süsleyen modern sanat eserleri bazıları tarafından beğenildi, bazıları tarafından ise eleştirildi. Açıkçası ben beğenen taraftayım. Sarnıcın atmosferi ile uyum sağlayan hoş sanat eserleri eklenmiş oldu. Şu sıralar Ayasofya'nın önünde inanılmaz kuyruklar var. Bazı kısımlar (üst kat galerileri) de kapalı. Sultanahmet Camii tadilatta ve mavi çiniler inşaat iskelesinden dolayı görülemiyor. Topkapı Sarayı'nda ise Hazine Dairesi'nin restorasyonu henüz bitmedi. Daha başka birçok tarihi eser (Kariye Camii, Fehiye Müzesi v.b.) tadilatlar sebebi ile kapalıyken Yerebatan Sarnıcı'nın tüm görkemiyle geri dönmesi güzel oldu. Darısı diğer yerlerin başına diyelim. #istanbulphotos #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #serhatengul #istanbulturistrehberi
Dünyada kedilerin bu kadar yaygın yaşadığı b Dünyada kedilerin bu kadar yaygın yaşadığı bir şehir var mıdır bilmiyorum. Ben gezdiğim yerler arasında hiç görmedim. Avrupa'da zaten sokaklarda hayvan gezmiyor. Hindistan'da biraz kedi görmüştüm ama çok zayıf ve bakımsızlardı. Bizim kedilerin onlara göre maşallahı var. Elbette kışın onlar için hayat biraz zorlaşıyor. Bir de trafik belası var. Ama bağışıklık sistemi sağlam olan kediler, araçlardan ve türlü beladan kendini koruyup uzun bir yaşam sürebiliyor. Son dönem Sirkeci Garı'nda bir kedi kolonisi görüyorum. Bu yaz başında hepsi yavruydu, şimdi büyüdüler. Sultanahmet, Fener Balat, Cihangir ve Kadıköy zaten kedi dolu. Onların mutlu ve huzurlu olduğunu gördükçe ben de seviniyorum. Bagajda koca bir kutu kedi maması taşımak 7 yıldır alışkanlık oldu. Doğadan soyutlanmış ve stresle dolu şehir hayatında belgesel izler gibi kedileri izliyor ve terapi misali ruhumuzu tedavi ediyoruz. Çok yaşayın minikler! #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #istanbullife #cats #catsoftheworld #serhatengul #istanbulturistrehberi
It is a great pleasure to wander in the historical It is a great pleasure to wander in the historical bazaars of Istanbul. Especially getting lost in the Grand Bazaar is a funny experience for every first time tourist in Istanbul. Home to more than 3000 shops spread over 67 streets, the Grand Bazaar is like a gigantic labyrinth. Here you can buy many things about Turkish handicrafts. Among the main things that can be found in the Grand Bazaar are Turkish carpets, Iznik tiles, scarves, bags and watches. However, what stands out in front of all in terms of visuality are colored lanterns. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
There is a giant mosque on the top of the Historic There is a giant mosque on the top of the Historic Peninsula, which can be seen from almost anywhere in Golden Horn. This mosque was built in the 16th century by Mimar Sinan, the most famous architect in Ottoman history. This mosque, which was built on one of the most prominent hills of old Istanbul, was built in the name of Sultan Suleyman, who was the ruler during the peak years of the empire. The Suleymaniye Mosque overlooks the city from a hill. On the other hand, there is another mosque on the left of the photograph, which looks like its little baby. This second mosque was built for Rustem Pasha. He was married to the daughter of Suleyman the Magnificent and was also a Grand Vizier. Rustem Pasha Mosque, which hosts the most beautiful examples of Iznik tiles, is one of my favorite mosques in Istanbul. Since the Blue Mosque is under restoration these days, we cannot see the magnificent tiles inside. But similar tiles can be seen in the Rustem Pasha Mosque. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulblog #istanbulmoments #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Fener Balat walking tour is one of the most enjoya Fener Balat walking tour is one of the most enjoyable activities to do in Istanbul. Here you can visit hundreds of years old mosques, churches and synagogues. You can also take pictures of colorful houses and retro cafes. Fener and Balat are also one of the districts of Istanbul that stand out with their cats. Many stray cats live on "Kiremit Street", where there are colorful houses. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #cats #istanbulcats #istanbulblog #instagood #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Ortakoy is one of the most beautiful districts in Ortakoy is one of the most beautiful districts in Istanbul. Having breakfast in "Ortakoy" at the weekend and walking to "Bebek" is one of my favorite activities as an Istanbulite. Ortakoy Mosque is the most iconic mosque of the Bosphorus shores. Almost everyone in Istanbul has a photograph of the Ortakoy Mosque and the Bosphorus Bridge in the background. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #ortakoy #ortaköysahil #ortaköycamii #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
The history of GALATA TOWER goes back to the 14th The history of GALATA TOWER goes back to the 14th century. During the Byzantine period, some Italian trade colonies were given commercial privileges. Among them were the Venetians and the Genoese. During the Middle Ages, the Golden Horn was a dividing line between Orthodox and Catholics. Orthodox peoples lived in Constantinople to the south of the Golden Horn, and Catholics lived within the walls of Galata in the north. In 1204, during the Fourth Crusade, the Latins invaded and plundered Constantinople. The "Venetians" fell out of favor with Byzantium for helping this plunder. Since the "Genoese" supported Byzantium, the Galata region was allocated to them. The Genoese built the Galata Tower in 1348 to observe and protect the harbor on the Galata coast. The contribution of the Genoese to Istanbul was not limited to this. For example, Yoros Castle on the Black Sea coast was also built by them. After the Ottomans conquered Constantinople in 1453, they wanted to continue trade. In this way, Venetians and Genoese preserved their privileges as in the Byzantine period. Galata Tower was also used as a fire watchtower in the last period of the Ottoman Empire. Firefighters would see the fires in the city from here and go to help. The tower was converted into a museum during the republic period and became the best place to watch the panoramic view of Istanbul. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #instadaily #instacool #galatatower #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Fener and Balat walk is one of the most popular ac Fener and Balat walk is one of the most popular activities among Istanbulites in recent years. The most beautiful streets to take photos in these districts are "Kiremit Street" (the place seen in the picture) and the nearby "Merdivenli Yokus Street". I think this is one of my favorite photos in my archive. In 2018, I took my favorite lenses, "Tokina 11-16mm" (Ultra wide angle) and "Tamron 17-50mm", and went to visit Fener and Balat districts. That day was quite productive for me in terms of photography. I decorated many articles I wrote on "IstanbulClues.com" about these districts with the photos I took during this walk. Of course, many things have changed since then. For example, in my recent visits, I cannot see the iconic street art works in front of "Atolye Kafasi", the famous cafe of the district. There were pictures of the most famous actors and actresses of Turkish cinema, but they are no more. Similarly, while some things have lost their popularity in Fener and Balat in recent years, others have come to the fore. If you want to learn more about this subject, you can paste this link into your browser and read the related article on my blog: https://istanbulclues.com/istanbul-fener-balat/ #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulfener #istanbulbalat #balat #balatistanbul #feneristanbul #fenerbalat #istanbultourguide #instagood #instadaily #instacool #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Istanbul's Historical Peninsula has always been an Istanbul's Historical Peninsula has always been an important center since the 7th century BC. The story of Old Istanbul begins with the Ancient Greek city of "Byzantium", continues with the Roman capital "Constantinople", and extends to the Ottoman capital "Istanbul". Today, the most important historical monuments of Istanbul, such as Hagia Sophia, Blue Mosque, Topkapi Palace, Grand Bazaar and Spice Bazaar, are all located in the Historic Peninsula. Surrounded by Roman walls, this area forms the core of Istanbul. The Galata Bridge in the photo connects Old Istanbul and relatively Modern Istanbul (Beyoglu and beyond). The mosque seen on the horizon is the Suleymaniye Mosque, the largest and most beautiful mosque in Istanbul. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Istanbul is a city famous for its stray cats. The Istanbul is a city famous for its stray cats. The most famous of these cats was Gli, who lived in Hagia Sophia for 15 years. Gli became an angel a few years ago. But there are still many beautiful cats in the Old City. There is a documentary called "Kedi", which reflects the life of stray cats in Istanbul. You can find this documentary, which also has an English version, on Youtube. Thus, as you see Istanbul through the eyes of cats, you can also see how the majority of Istanbulites are passionately attached to cats. I guess I am one of those cat-loving Istanbulites. Because I always keep a box of cat food in the trunk of my car. So I feed the cats in front of my house at least once a day. #cats #catsofistanbul #catsofinstagram #istanbulphotos #istanbultravel #istanbullife #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #serhatengul #istanbulturistrehberi
Baghdad Pavilion is one of the most special struct Baghdad Pavilion is one of the most special structures in Topkapi Palace. The mansion is located in the fourth courtyard of the palace and overlooks the Golden Horn. One of the last representatives of the classical period architecture of the Ottoman Empire, the pavilion has decoration items such as calligraphy, pencil works, pearl inlaid cabinets and Iznik tiles. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Galata Tower is one of the buildings from the Byza Galata Tower is one of the buildings from the Byzantine period in Istanbul. The tower was built in the 14th century by the Genoese trading colony to guard and watch over the port of Constantinople. Today, the area around the Galata Tower is one of the most lively squares in the city. It is a great pleasure to sit in one of the cafes surrounding Galata Square, known as "Kuledibi" in the local language, and watch the flow of life. You can also shop in the streets surrounding the tower (eg Serdar-i Ekrem Street and Buyuk Hendek Street). Neve Shalom, the most important synagogue of Istanbul, is also located in this vicinity. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulmoments #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Hagia Sophia was converted from a museum to a mosq Hagia Sophia was converted from a museum to a mosque in July 2020. For this reason, the famous mosaic of Mary and Jesus in the apse was covered with curtains. According to Islamic rules, it is not allowed to have human images in a place of worship through sculpture or painting. For this reason, this mosaic, which is at eye level of those who pray, is now closed. However, those who want to trace the mosaics from the Byzantine period in Hagia Sophia can still see the "Emperor Leo VI mosaic" and the "Emperors Constantine and Justinian mosaic" Unfortunately, the upper floor galleries are still closed and therefore the mosaics there cannot be seen. Those who want to visit Hagia Sophia should consider that the mosque is open to visitors from 10:00 in the morning. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #istanbulclues #serhatengul #istanbulturistrehberi
Load More Follow on Instagram

Footer

Istanbul Tarih Yazıları

Merhaba ben Serhat Engül. Sayfamda İstanbul’un tarihine dair yazılar bulabilirsiniz. Roma döneminden başlayıp, Bizans ile devam eden ve Osmanlı İmparatorluğu ile sona eren bir yazı dizisi olmasını planlıyorum.

İstanbul ile ilgili daha ayrıntılı bir gezi rehberi okumak isterseniz, IstanbulTuristRehberi.com isimli sitemi de ziyaret edebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.

Son Yazılar

  • Türkiye’de Gezilecek Tarihi Şehirler (Güncel → 2023)
  • Türkiye’de Tatile Gidilecek Yerler (Güncel → 2023)
  • Türkiye’nin En Güzel Plajları Listesi (Güncel Bilgi → 2023)
  • Kapadokya Manastırları & Kiliseleri Hakkında Bilgi (2023)
  • KAPADOKYA’da Gezilecek Yerler (Güncel Liste → 2023)

Powered by Reborn Travel

blank

İçerikler İzinsiz Kopyalanamaz © 2023