• Skip to main content
  • Skip to primary sidebar
  • Skip to footer
  • Home
  • About
  • Contact

Serhat Engül

Istanbul Gezi Rehberi

Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları

10 August 2021 by Serhat Engül Leave a Comment

İstanbul’un tarihini anlattığım yazı serisine Tetrarşi Dönemi ile başlamıştım. Zira İstanbul’un “Konstantinopolis” adıyla Roma İmparatorluğu’nun yeni başkenti ilan edilmesini sağlayan olaylar zinciri Tetrarşi’den (Dörtlü Yönetim) itibaren başlamıştı. Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları yazısında ise Konstantinopolis’teki ilk Roma imparatorlarından bahsediyor olacağız.

Roma, İmparator Augustus döneminde cumhuriyetten, imparatorluğa evrildi. “Pax Romana” adı verilen barış ve refah dolu bir dönemden sonra 235 ile 285 yılları arasında süren iç savaş dönemi başladı. Bir önceki yazıda bu dönemin ardından gelen Diocletianus reformlarını ve onun kurduğu Tetrarşi sistemini anlatmıştım.

Geçici bir süre barış getiren ve sonrasında yine iç savaşlara sahne olan Tetrarşi Dönemi’nin sonunda İmparator Konstantin tahta çıkmış ve başkenti İstanbul’a taşımıştı. Bu yazıda göreceğimiz imparatorlar, Konstantin’in (İng. Constantine) halefleridir.

İçerik Listesi

  • Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları
    • 1. İmparator I. Konstantin
      • Byzantium’un Stratejik Önemi
      • Konstantinopolis’in Kuruluşu
      • İznik Konsili
    • 2. İmparator II. Constantius
      • Augustus ve Caesar ile İkili Yönetim
    • 3. İmparator Julianus
      • Julianus “Dönek İmparator” Olarak Bilinir
    • 4. İmparator Jovianus
    • 5. İmparator I. Valentinianus
      • Konstantinopolis’teki Sahte İmparator
      • Valens Tahtı Geri Alıyor
      • Batı Roma’daki Problemler
      • Valentinianus’un Zamansız Ölümü
    • 6. İmparator Valens
      • Gotlar’ın Roma Topraklarına Yerleşmesi
      • Hadrianapolis Muharebesi
      • Theodosius Kurtarıcı Olarak Tahta Çıkıyor
    • 7. İmparator Gratianus
    • 8. İmparator II. Valentinianus
      • Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!
  • Dördüncü Yüzyıl’da Roma Yazısı Kaynakları

Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları

Dördüncü Yüzyıl’da Roma imparatorları listemizde I. Konstantin (Konstantinopolis’in kurucusu), II. Constantius (İlk Ayasofya’yı inşa eden), Julianus, Jovianus, I. Valentinianus, Valens (Bozdoğan Su Kemeri’ni inşa eden), Gratianus ve II. Valentinianus var.

Bazı tarihi kaynaklar bu imparatorları Bizans İmparatorları olarak da anıyor olabilir. Ancak Doğu Roma’nın ne zamandan itibaren “Bizans” olarak anılması gerektiği tartışmalı bir konudur. Bazı tarihçiler Bizans dönemini İmparator Konstantin ile başlatırken, bazıları ise 6. yüzyıldaki İmparator Justinianus’u “Son Klasik Roma İmparatoru” olarak tanımlar.

Ben bu yazı serisinde en çok kabul gören görüşü temel alacağım. Bu görüş Birleşik Roma’nın son imparatoru olan I. Theodosius’un 395 yılındaki ölümünü milat almaktadır. Böylece imparatorluk kalıcı olarak Doğu ve Batı olarak bölünür ve Doğu Roma da modern tarihte “Bizans” olarak anılır.

Eğer Doğu Roma’yı Bizans olarak kabul edeceksek, onun ilk imparatoru Theodosius’un Doğu Roma’yı miras alacak olan oğlu Arcadius olsa gerektir. Ancak oraya gelmemiz için önce bu yazıyı bitirmemiz gerekiyor. Bu yüzden de yazı halen “Roma İmparatorları” adını taşıyor.

1. İmparator I. Konstantin

Dördüncü Yüzyıl'da Roma İmparatorları

İmparator I. Konstantin, sırasıyla Maxentius ve Licinius gibi rakiplerini yenilgiye uğrattıktan sonra tek başına tahta geçti. 20 yıla yakın süren bu mücadele sırasında, uzun yıllarını Batı Avrupa’da geçirmişti. Ancak yönetimi tek elde topladıktan sonra, yüzünü tamamen Doğu’ya döndü. O dönemde imparatorluğun en önemli şehirleri olan Roma, Sirmium, Nicomedia, Antiochia ve Alexandria yerine, kendi adına bir şehir kurmak istedi.

Byzantium’un Stratejik Önemi

Licinius ile Adrianople (Edirne) ve Chrysopolis’te (Üsküdar) yaptığı iki savaşta, eski bir Yunan yerleşkesi olan Byzantium’un stratejik konumu ilgisini çekmişti. İmparatorluğun iki ön cephesi olan Ren Nehri kıyılarına (Batı) ve Suriye’ye (Doğu) kolayca geçiş sağlayan bu şehir, aynı zamanda doğal bir savunma hattına sahipti.

Byzantium’u kuşatacak olan bir donanmanın Karadeniz veya Akdeniz kıyılarından fark edilmeden yaklaşması mümkün değildi. Ayrıca bir yarımada olduğu için, karadan yapılacak bir saldırıya 3 taraftan kapalıydı.

Tarihi binlerce yıl geriye giden mitolojik Tanrıları terk edip, tek Tanrılı bir dini getirmeye hazırlanan Konstantin, eski düzenin simgesi olan Roma’ya pek itibar etmiyordu. O dönemlerde küçük bir kasaba görünümünde olan Byzantium ise adeta işlenmeye hazır bir elmas gibi parlıyordu.

Konstantinopolis’in Kuruluşu

Yeni Başkent Konstantinopolis

Konstantin, babası Constantius Chlorus’un ölümüyle hükümdarlığa yükselmesinin 20. yıl dönümü için (326) son bir kez Roma’ya gitti. Bu sırada imparatorluğun en seçkin mühendisleri, mimarları ve sanatçıları Yeni Roma’yı (Konstantinopolis) baştan başa dizayn etmek için onun emirlerini bekliyorlardı.

Rivayete göre Konstantin, şehrin sınırlarını bizzat kendisi çizdi. Şehre Hipodrom, Büyük Saray, Aya İrini, Milyon Taşı, Konstantin Forumu ve Havariyyun Kilisesi gibi yapıları kazandırdı. Hristiyanlığı zaten Milano Fermanı (313) ile serbest bırakmıştı. Şimdi imparatorluğun yeni inancının kurumsallaşmasını sağlamak istiyordu.

İznik Konsili

Bu amaçla Akdeniz çevresindeki tüm eyaletlerden rahiplerin davet edildiği İznik Konsili’ni (Bkz: First Council of Nicaea) topladı. Konsilde Hristiyanlığın temel kavramları ve din adamlarının otorite paylaşımı gibi konular masaya geldi.

Konsilin en ateşli tartışmaları, Ariusçuluk (Arianism) adı verilen bir teolojik görüşün üzerinden yapılmıştı. Arius isimli bir rahip tarafından ortaya atılan bu görüş, Hz. İsa’nın Hristiyanlık dinindeki gerçek yeri ile ilgili bir doktrindi.

Bu konu ne kadar küçük bir görüş ayrılığı gibi gözükse de, asırlar sürecek bir çekişmenin fitilini ateşledi. Hristiyanlık içindeki görüş ayrılıkları; İmparator Konstantin’in tek devlet, tek imparator ve tek din üzerine kurmaya çalıştığı temelleri, daha başından sarsmaya başlamıştı.

Tarihe Büyük Konsantin olarak geçen I. Constantinus, Doğu’ya düzenlediği bir seferden dönerken Nicomedia (İzmit) yakınlarında öldü. Cenazesi İstanbul’da yaptırdığı Havariyyun Kilisesi’ne gömüldü. Konstantin, Dördüncü Yüzyıl’da başa geçen Roma İmparatorları arasında kuşkusuz ki en ünlüsüdür.

2. İmparator II. Constantius

İmparator II. Constantius, babasının ölümünden sonra imparatorluğu kardeşleri II. Konstantin, Constans ile birlikte yönetmeye başladı. Aslında yönetime ortak olacak daha fazla üvey kardeş ve akraba vardı ve Büyük Konstantin ölmeden onları da yönetime dahil etmişti.

Ne var ki, babasının ölümünden sonra ivedilikle İstanbul’a intikal eden II. Constantius; büyük bir katliama girişti ve iki öz kardeşinden başka herkesi (minik Julian hariç) öldürttü.

Toprak paylaşımından memnun olmayan II. Konstantin, küçük kardeşi Constans ile girdiği mücadelede ölünce, imparatorluk Doğu Roma ve Batı Roma olarak iki kutuplu yönetilmeye başlandı.

Batı Roma’da hüküm süren Constans, dünyevi zevklerin içine fazla dalmış ve halkını ihmal etmişti.  Saray erkanı ile olan ilişkisi ve sefahatle dolu yaşamı, askerlerinde rahatsızlık yaratıyordu. Saray’daki yaşamı nedeniyle gerçeklikle bağları kopan Constans, tahtı gasp etmek isteyen General Magnentius tarafından öldürüldü.

Augustus ve Caesar ile İkili Yönetim

Sasani İmparatorluğu ile Doğu sınırında sonu gelmeyen savaşlar yapan II. Constantius, gaspçı Magnentius’u devirmek için Avrupa içlerine kadar geldi. Gaspçı generali öldüren II. Constantius, Roma’nın tek imparatoru olmayı başardı.

Ancak Roma İmparatorluğu‘nun başında iki bela vardı. Biri Perslerin devamı olan Sasani İmparatorluğu, diğeri ise Ren Nehri’nin kuzeyinde bulunan Germen Halkları.

Augustus unvanı taşıyan II. Constantius, iki düşmanla aynı anda baş edemeyeceği için kraliyet ailesinden kalan tek kişi olan genç Julian’ı, Caesar (Augustus’un altında olan yardımcı imparator) ilan etti.

O yaşa kadar Nicomedia, Efes ve Kapadokya gibi yerlerde sürgün hayatı yaşamış olan Julian; kendinden beklenmedik bir performans göstermiş ve Ren Nehri sınırlarını güvenceye almıştı.

Sasani İmparatoru II. Shapur ile büyük bir rekabet içinde olan Roma imparatoru II. Consantius, Julian’dan ordusunun yarısını Doğu’ya göndermesini isteyince, ikilinin arası açıldı.

Kendini “Augustus” ilan eden Julian, II. Consantius ile savaşmak üzereyken; rakibi ani bir hastalık sonucu beklenmedik bir şekilde öldü. Böylece Büyük Konstantin’in üç oğlu da tarih sahnesinden silinmiş ve tahta beklenmedik bir şekilde Julianus geçmişti.

3. İmparator Julianus

İmparator Julianus, Anadolu’nun kadim şehirlerinde yaşadığı dönemde Hristiyanlık teolojisini baştan sona hatmetmişti. Ancak Roma İmparatorluğu’nun pagan dininden Hristiyanlığa yeni evrildiği bu dönemde, Antik Çağ felsefesi halen güçlü bir varlık gösteriyordu.

Zamanın en iyi düşünürleri ve hatipleri ile tanışma şansı bulan Julian, Efes’te iken Hristiyanlığı tamamen bırakmaya ve Antik Çağ’ın pagan tanrılarına tapınmaya karar verdi. Ancak bu fikirlerini imparator olana kadar gizledi.

Julian’ın bir kiliseye son olarak ayak basması, II. Constantius’un cenazesi için Havariyyun Kilisesi’ne gittiğinde gerçekleşti. O günden sonra Roma İmparatorluğu’nu eski pagan inancına döndürmek için çalışacaktı.

Julianus “Dönek İmparator” Olarak Bilinir

Julian’ın bu girişimi, aslında daha baştan kaybedilmiş bir davaydı. Çünkü Konstantin zamanından beri Hristiyanlık yapılanması iyice güçlenmiş ve imparatorluk geri dönülemez bir sürece girmişti. Antik Çağ’ın birbiri ile alakasız bir sürü efsaneye dayanan pagan dini ise yok olmaya yüz tutmuştu. Zamanı geriye doğru işletmek isteyen Julian, tarihe “the Apostate” yani dinden dönen (dönek) olarak geçti.

Persler üzerine yapacağı sefer için Antakya’ya yerleşen imparator, bu saplantıları yüzünden yerel halkla çatıştı. Asla dönemeyeceği bu askeri sefere giderken, büyük bir nefreti üzerine toplamıştı. Sasani İmparatorluğu’nun başkenti önüne kadar ilerledi ve savaş meydanında atılgan bir şekilde savaştı.

Ancak surlarla çevrili Ktesifon kenti geçit vermedi. Yiyecek azlığı, bunaltan sıcak ve sinekler yüzünden ordu fiziksel olarak çöktü. Onlara cesaret vermek için öne atıldığı bir çarpışmada göğsüne saplanan mızrak ile öldü.

4. İmparator Jovianus

Julian’ın başarısız Orta Doğu seferi, Roma İmparatorluğu’nun doğu ordusunu yok olma tehdidi ile karşı karşıya bırakmıştı. Çöl topraklarında sıkışıp kalan ve Pers süvarilerinin ve okçularının saldırıları altında inleyen Roma ordusu çıkmazdaydı. Böyle bir ortamda muhafız alayının kumandanı İmparator Jovianus adıyla hükümdar ilan edildi.

Ne yazık ki, Jovian’ın ilk hamlesi teslim olmak yönünde oldu. Ne pahasına olursa olsun bu cehennemden çıkmak ve başkent Konstantinopolis’e dönmek istiyordu. Bir anda kucağında bulduğu imparatorluk tacını korumak için güç odaklarıyla stratejik ittifaklar kurmak zorunda olduğunu biliyordu.

Jovian’ın ödün vermeye yanaşması, Pers İmparatoru II. Şapur’un elini güçlendirmişti. En yakın Roma şehrinden 150 kilometre uzaklıkta bulunan ve çöle saplanıp kalan Roma ordusu ya imha olacak, ya da büyük bedeller ödeyecekti. Bu bedel, İmparator Diocletianus zamanında ele geçirilen 18 kalenin iade edilmesi ve Ermenistan Krallığı’nın, Roma yerine Pers himayesi altına girmesiydi.

Bu şartları kabul eden Jovian, kendisi ve ordusunu zar zor Antakya’ya attı. Nihayet imparatorluk sınırlarına girmişti. Aldığı ilk karar, Hristiyanlar’ın desteğini almak üzere, Julian’ın Hristiyanlık aleyhine çıkardığı tüm yasaları iptal etmek oldu.

Bürokratların ve askerlerin büyük bir kısmı tarafından ölümüne dövüşmediği için “korkak”, dindarların gözünde ise “kahraman” olmuştu. Şayet Konstantinopolis’e varabilseydi, hükümdarlığının meşruiyeti çokça sorgulanacaktı. Ancak Jovian, İstanbul yolunda beklenmedik bir şekilde öldü. Bazı tarihçilere göre yediği bir mantardan zehirlenmişti.

5. İmparator I. Valentinianus

Julian’ın İran seferindeki ölümü, Constantinus Hanedanı’nın da sonunu işaret ediyordu. İmparator Büyük Konstantin’in soyundan hiç erkek kalmamıştı. Rastgele bir şekilde imparator seçilen Jovian da ölünce, askerler yine aralarından birini imparator ilan ettiler. Az eğitimli olmasına rağmen başarılı bir subay olan İmparator I. Valentinianus, yeni hanedanın ilk üyesi olarak tahta çıktı.

Roma imparatoru Valentinianus iktidarı boyunca kuzey sınırlarını Germen ve Got saldırılarına karşı korudu. Orduyu elinden geldiğince ıslah etti ve kardeşi Valens’i de tahtına ortak etti. Kendisi daha iyi tanıdığı Batı Roma’yı yönetmek üzere Milano’ya yerleşirken, kardeşini de Doğu Roma’yı yönetmesi için Konstantinopolis’e gönderdi.

Konstantinopolis’teki Sahte İmparator

Valentinian, bilmeden de olsa kardeşi Valens’i adeta ateşe atmıştı. Ağabeyine göre daha tecrübesiz ve yetersiz olan Valens, büyük bir karmaşa ile karşılaşacaktı. Güney sınırını güvenceye almak için sefere çıktığı sırada, Konstantinopolis’te Procopius adında bir gaspçı ortaya çıkıverdi.

İmparator Julian’ın akrabası olduğunu ve Konstantin’in soyundan geldiğini iddia eden Procopius, ağabey Valentinianus’un öldüğü söylentisini yayıp kendini imparator ilan etti. “Dönek” lakaplı eski imparator Julian’ın, Pers seferine çıkarken kendisini mirasçısı olarak atadığını iddia ediyordu.

Valens bu haberi aldığında, komutasındaki askerler çoktan gemilerle Suriye’ye doğru yola çıkmıştı. Kendisi de Anadolu’yu terk etmek üzereydi. Elinde kalan bir avuç askeri başkente gönderse de, isyanı bastırmaya yetmedi. Henüz rüştünü kanıtlamamış bir imparator olduğu için, İstanbul’daki tahtını Procopius’a kalıcı olarak kaybetmesi çok olasıydı.

Valens Tahtı Geri Alıyor

Üzerindeki şaşkınlık ve korkuyu çabuk atlatan Valens, ordusunu geri çağırdı ve İstanbul’a yürüyüşe geçti. Onun Ankyra’dan (Ankara) başkente yürüyüşe geçmesi, Procopius’un ordusunda bir korku yaratmıştı. Tahtı gaspeden Procopius, boşuna binlerce askerin heba olmasını istemeyen subaylar tarafından öldürüldü.

Askerler bir şekilde Valens’in doğu ordusu ile başa çıksalar bile, sonradan ağabeyi Valentinianus’un da batı ordusu ile geleceğini biliyorlardı. Sahte imparatorun başı kesildi ve Milano’daki kıdemli imparator Valentinianus’a gönderildi.

Valens büyük bir dertten kurtulmuştu. Artık Sasani İmparatorluğu‘na karşı Doğu seferine çıkabilirdi. Yola çıkmadan önce Balkanlar’daki Got kabilelerine karşı seferler düzenledi. Başkent Konstantinopolis’te kendisi yokken bir kez daha sorun çıkmasını istemiyordu.

Batı Roma’daki Problemler

Valens, Doğu Avrupa’da Gotlar ile uğraşırken; Batı Roma’da Britanya problemi çıkmıştı. Ağabeyi Valentinianus, Britanya’ya organize bir saldırı düzenleyen barbar konfederasyonunu dağıtmak için en iyi generalini (Theodosius) görevlendirdi. İleride Roma İmparatoru olacak Büyük Theodosius’un babası olan bu general, Britanya’yı baştan başa temizledi ve müthiş bir askeri zafer kazandı.

Ne var ki, Batı Roma’nın barbarlar ile dertleri bitmemişti. Roma’nın Pannonia Eyaleti’ne komşu olan Kuad Kabilesi, Roma İmparatorluğu ile doğal sınır olan Tuna Nehri’nin kendilerine ait tarafına askeri karakollar yapılmasını işgal olarak algılamıştı.

Valentinianus’un bu agresif politikası geri tepti ve Kuadlar nehri geçerek Roma şehirlerini yağmaladılar. Bir refleks olarak yaptıkları bu hareketin bedelini ağır ödeyeceklerini anlayınca, imparatordan özür dilemek ve mağduriyetlerini açıklamak istediler.

Valentinianus’un Zamansız Ölümü

O güne kadar hiçbir şekilde barbarların elçilerini kabul etmeyen ve onlarla muhatap olmayan Valentinianus, nasıl olduysa bu kez olumlu cevap verdi. Ancak Kuad elçilerinden “özrü kabahatinden büyük” açıklamalar dinleyince öfkesine hakim olamadı. Onlara bağırıp çağırırken ani bir kalp krizi geçiren imparator, Roma’nın ona en çok ihtiyacı olduğu bir zamanda öldü.

6. İmparator Valens

Valentinianus, ölmeden kısa bir süre önce iki oğlunu da tahta ortak etmişti: 16 yaşındaki Gratianus ve bebek yaştaki oğlu II. Valentinian. Böylece imparatorluğun batısında Valentinianus’un oğulları, doğusunda ise İmparator Valens hüküm sürecekti. İmparatorluğun o ana kadar en büyük sorunları olan Germenler, Gotlar ve Sasaniler’e rahmet okutacak yeni bir düşman ortaya çıkmıştı: Hunlar.

Romalılar tarafından ne kadar barbar olarak kabul edilse de, Gotlar o dönemde kısmen medenileşmişti. Hristiyan olmuş ve yerleşik yaşama geçmişlerdi. Batı Gotları (Vizigotlar) halen kabile reisleri tarafından yönetilse de, Doğu Gotları (Ostrogotlar) kraliyet sistemine geçmişti. Ancak Orta Asya’dan gelen göçebe Hun ordularında yerleşik yaşamın getirdiği uysallığın zerresi bile yoktu.

Gotlar’ın Roma Topraklarına Yerleşmesi

Hunların Kuzey Avrupa’da yarattığı terörden kaçan Gotlar, Romalılardan sığınma istemiş ve almışlardı. Roma kurallarına göre, çok kontrollü bir şekilde sınırı geçmeleri ve farklı bölgelere yayılmaları gerekiyordu.

Ne var ki, sınırı geçenler korkuyla Roma askerlerini ezip geçtiler. Bir an önce içeri girmek ve güvencede olmak istiyorlardı. Romalıların izin vermediği bazı barbar kabileler de dahil tamamı Roma topraklarına girdi ve yekpare bir şekilde kaldılar. Dağılmamış olmaları ve halen liderlerine bağlı olmaları Romalılar için büyük tehditti.

Balkanlara yerleşen Got kabileleri, burada insanlık dışı muamele gördüler. Trakya Kontu Lupicinus ve askerleri tarafından ellerinde avuçlarında ne varsa alındı. Roma imparatoru Valens’in ihtiyatlı olma yolundaki telkinlerine kulak tıkanmış ve Gotlar kışkırtılmıştı. Ayaklandılar ve tozu dumana kattılar.

Hadrianapolis Muharebesi

İmparator Valens, Gotları sindirmek için ordusuyla Trakya’ya geldi. Batı’dan Gratianus, Doğu’dan ise Valens saldıracak ve Gotlar’ı iki ateş arasına alacaklardı. Ancak Valens’e gelen yanlış istihbaratlar buna engel oldu.

Gözcülerin söylediğine göre Gotlar sadece 10.000 kişiydi. Valens’in ordusunda ise 30.000 asker vardı. Tahta çıktığından beri bir türlü kendini kanıtlayacak bir zafer elde edemeyen Valens, zaferin şanını Gratianus ile paylaşmaktansa; Gotları tek başına bertaraf etmeye karar verdi.

Ne var ki, istihbarat doğru değildi. Gotların 10.000 piyadesine karşılık, ormanın içinden ilerleyen binlerce süvarisi de vardı. Bu hesaba katılmadığı için sonuç felaket oldu. Savaşın ortasında bir anda gelen süvariler, Roma ordusunun dengesini bozdu. Valens ve kurmaylarının tamamı öldü ve Roma ordusunun 3’te 2’si imha edildi.

Theodosius Kurtarıcı Olarak Tahta Çıkıyor

Önce Valentinianus ve sonra da kardeşi Valens’in ölmesi ve Doğu Roma ordusunun imparatorla birlikte yok olması tam bir felaketti. Roma’nın başında iki çocuk yaştaki imparatordan başka kimse yoktu.

Gratianus, babasına sadakatle hizmet etmiş olan “Britanya Fatihi” General Theodosius’un oğlu Theodosius’u (babasıyla aynı adı taşıyor) başkente çağırdı ve büyük yetkilerle donattı. Verilen her görevi layıkıyla yapan Theodosius, sonunda eş-imparator ilan edildi.

Konstantin’den sonra Dördüncü Yüzyıl’da Roma tahtına çıkan en önemli imparator Theodosius’tu. Ancak Theodosius ile ilgili bölümü bir sonraki yazıya bırakmak daha mantıklı olacaktır. Onun ölümünden sonra imparatorluğun bölünmesi ve Doğu Roma’nın (Bizans) temellerinin atılmasını aynı yazı içinde işlemekte fayda vardır.

Alt satırlarda ise Theodosius ile eş zamanlı olarak hüküm süren diğer iki imparatoru işliyor olacağız. Roma tarihinin silik şahsiyetlerinden Gratianus ve II. Valentinianus, kısa süren rollerini tamamlayıp, sahneyi Büyük Theodosius adıyla da bilinen I. Theodosius’a bırakacaklar.

7. İmparator Gratianus

Doğu’nun başına geçen ve Konstantinopolis’te yaşayan Theodosius, sağduyusu ve tecrübesi ile olayları biraz yatıştırmıştı. Gotlar ile dostane bir politika izleyen yeni imparator, onlara yaşayacak topraklar verdi. Reislerine saygı gösterdi ve onları da bazı mevkilere getirdi.

Gotlar yıllarca Roma sınırlarını yağmalamış olsa da, aradıkları şey yalnızca daha iyi bir hayattı. Bu onlara sunulunca imparatorun himayesine girmekte bir sakınca görmediler.

Yine de imparatorlukta sular durulmuyordu. Britanya’daki Roma ordusu komutanı Maximus, kendini Batı Roma İmparatoru ilan etti ve akabinde Galya’yı da (Fransa ve çevresi) ele geçirdi. Ona karşı koymaya çalışan İmparator Gratianus, başarısız oldu ve Lyon’da teslim oldu. Dostane bir şekilde davet edildiği bir ziyafette öldürüldü.

8. İmparator II. Valentinianus

Gaspçı Maximus, Theodosius’un kendisini resmi olarak tanımasını ve meşruiyet kazanmayı istiyordu. Ancak Theodosius onun bu taleplerini duymazdan geldi.

İmparator II. Valentinianus‘un annesi Justina, ustaca bir hamleyle Theodosius ile genç imparatorun arasındaki bağları kuvvetlendirmişti. Eşi yakın bir zamanda ölmüş olan Theodosius, Valentinian Hanedanı’nın genç ve güzel prensesi Galla ile evlenmiş ve böylece Doğu ile Batı arasındaki müttefiklik perçinlenmişti.

Theodosius, evlilik bağıyla II. Valentinianus ile kardeş olmuştu. Onu korumak için, isyancı general Maximus’a karşı sefer hazırlıklarına başladı.

Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!

Bu yazı serisi 4. yüzyıldan, 15. yüzyıla kadar Roma ve Bizans tarihinde olanları konu alıyor. Yani aslında yazı serisinin daha başındayız. Eğer bu yazıdaki olaylar ilginizi çektiyse, devamını Beşinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısında bulabilirsiniz.

Dördüncü Yüzyıl’da Roma Yazısı Kaynakları

Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları yazısının kaynakları arasında İngiliz yazar John Julius Norwich’in Byzantium adlı eseri var. Bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe olarak da basıldı. Oldukça başarılı bir çeviriye sahip olan kitabı tavsiye ederim.

Buna ek olarak İngilizce hakimiyeti olanlar için Mike Duncan’ın The History of Rome adlı podcast yayınını da şiddetle tavsiye ederim. Bu yayını hem internetten, hem de Spotify’dan bulabilirsiniz.

Dördüncü Yüzyıl’da Roma by Serhat Engül

Filed Under: Bizans Tarihi, Popular

Reader Interactions

Leave a Reply Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Primary Sidebar

Sosyal Medya Linkleri

  • Facebook
  • Instagram
  • Pinterest
  • Twitter
  • YouTube

Istanbul Turist Rehberi

Merhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

serhatengul

Günlük No: 13 Sanırım bu arşivimdeki en sevdi Günlük No: 13 Sanırım bu arşivimdeki en sevdiğim fotoğraflardan biri. 2016 yılında çekmişim. 2020'de Ayasofya camiye çevrildikten sonra girişler eskiden çıkış kapısı olan yerden yapılmaya başlanmıştı. Bu alışık olduğumuz gezi güzergahının çok dışındaydı ve insanların Ayasofya'nın koridorlarından geçerek iç mekana doğru heyecanla ilerlemesini engelliyordu. Direkt olarak iç koridora giren ziyaretçiler ne olduğunu anlamadan kendini Ayasofya'nın içinde buluyordu. Şimdi ise gezi rotasını müze olduğu zamandaki haline döndürdüler. Böylece Ayasofya'nın bahçesindeki tarihi eserleri görerek yapıya yaklaştığımız ve koridorlardan heyecanla ana mekana doğru ilerlediğimiz eski sistem geri geldi. Ben de bu fotoğrafı Ayasofya ile ilgili yazdığım yazılarda o hissi aktarabilmek için çekmiştim. Avludan henüz içeriye adım atmışken imparator kapısını ve Ayasofya'nın içini görüyoruz. Böylece ana mekan bizi bir mıknatıs gibi kendine doğru çekiyor. İmparatorluk kapısına yaklaştıkça da yavaş yavaş kubbenin de ihtişamını görmeye başlıyoruz. Ayasofya ziyaretinin hakkını veren bu eski sistemin geri gelmesine sevindim. Umarım bu iyileştirmeler devam eder. #istanbul #istanbulblog #istanbulfotoğrafları #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbultrip #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulpage #istanbulmoments #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 12 Rehberlik yaparken uzun saatler yürüyoruz ve ayakta dikiliyoruz. Sırt, bel ve bacak ağrısı çekmemek için hem zinde olmaya, hem de iyi bir ayakkabıya ihtiyaç var. Şimdilerde Pandemi dönemi boyunca düzenli olarak spora gitmenin meyvelerini topluyorum. İşler kesatken ve web sitelerini güncellemek ile meşgul iken, hareketsizliğimi dengelemek için devamlı kardiyo ve ağırlık çalıştım. Bir gün pandemiden çıkıldığında milletin çılgınlar gibi seyahat edeceğini tahmin ediyordum. Ki şimdi bu patlamanın emarelerini görmeye başladık. Bu güzel havalarda sokaklarda dolaşmak insana gerçekten iyi hissettiriyor. Baharın gelişi yalnızca mevsim değişimini değil de, uzun ve karanlık bir tünelin çıkışını da simgeliyor sanki! Yıllar önce iki tane Adidas Energy Boost almış ve parçalayana kadar dönüşümlü giymiştim. Hayatımda kullandığım fiyat/performans oranı en yüksek ve en konforlu ayakkabıydı. Sonradan Energy Boost 2,3 ve 4 gibi serileri çıktı ama bence hiçbiri ilki kadar iyi değildi. Bir süre Adidas'ı bırakıp Skechers'a geçtim. Skechers Go Walk serisi çok rahat ama çok dayanıksız. Uzun saatler yürüdükten sonra ayağı saran kısımları ve tabanı iyice gevşiyor ve ideal şeklini kaybediyor. Yıllarca Skechers modellerini kullandıktan sonra Adidas'ta nihayet Energy Boost 1'in muadilini buldum ve Adidas'a dönüş yaptım. :) Evet arkadaşlar böyle bir arayışta olan varsa "Adidas Ultra Boost" süper bir ayakkabıya benziyor. Henüz sahada test etmemiş olsam da ilk izlenim mükemmeldi. Bu sayfayı hakikaten iyice günlüğe çevirdim. Hintli kızın fotoğrafının altında ayakkabı modellerinden bahsediyorum. 3-5 kişi azmedip okuyorsa onları da kaçıracağım :))) Bu arada bu fotoğrafı 2010'da yaptığım Hindistan seyahatinde Delhi'deki Jama Masjid'te (Jama Camii) çekmiştim. #instagood #instapic #instadaily #instaphoto #instaart #instatravel #photooftheday #picoftheday #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 11 Dün yaklaşık 10 kişilik bir Türk gruba Fener Balat turu yaptım. Son birkaç aydır turlarım hep Sultanahmet'te geçiyordu. Fener ve Balat civarlarını çok özlemiştim. Sert bir kışın ardından gelen bahar gibi, turizm de 2 senelik pandemi uykusundan uyandı ve işlerimiz yoğunlaşmaya başladı. Eve kapandığımız dönemler ise benim için İngilizce ve Türkçe sitelerdeki 400 yazıyı yeniden düzenlemek ve güncellemek için altın bir fırsattı. Şimdi bakıyorum da yoğunlaşan işlerin getirdiği yazışmalar ve turlar başlayınca bu işe bir daha kalkışamazmışım. Kendi çapımda krizi fırsata çevirmiş oldum. Ama herkes gibi bu dönemde ben de çok sıkıldım. Zaman insan hayatında o kadar önemli ki! Bir yandan onu en iyi şekilde kullanmaya çalışırken, diğer yandan da onu cömertçe harcamak zorundayız. Çünkü hiçbir şey zaman ve emek harcamadan olmuyor. Bir yerde "İnsanlara kendinizi sevdirmeye çalışmayın! Yalnızca olduğunuz gibi davranıp her şeyi zamana bırakın!" gibi bir cümle okumuştum. O zaman bu cümlenin kıymetini pek anladığımı sanmıyorum. Ama "yaş almak" bana sabır etmeyi öğrettikçe, zamanın hayatta her şeyin en iyi ilacı olduğunu anladım. Turlar sırasında sıkça gittiğim bir restoranda garson arkadaşımdan bir espresso istedim. "Ne demek, sen iste buraya espresso makinesini getiririm!" dedi. Bunu öylesine samimi bir şekilde söyledi ki çok mutlu oldum. Dün Balat'ta ziyaret ettiğim caminin bekçisine arkası dönükken seslenip "Ne zamandır görüşemedik, sesimden tanıdın mı?" dedim. Bana dönüp kocaman bir gülümseme ile "Hatırlamaz mıyım? Sen sahilden konuşsan buradan duyulur!" dedi. Grubumla camiyi ziyaret ettim ve çıkarken bana "Eski rehberler çok azaldı. Buralara yeni gelmeye başlayanların da tadı yok!" gibi bir şeyler mırıldandı. O an bu işte biraz eskimeye başladığımı fark ettim. Bakıyorum da ilk Balat turumu yapalı 13 sene olmuş. Rehberlik kokartımı alalı ise 18 sene doldu. Bu fotoğrafı 2008 yılında İspanya'nın Sevilla kentinde çekmiştim. Flamenko ezgileri eşliğinde bu sarayı keşfetmek, seyahatimin en güzel anlarından biriydi. İnsan böyle bakınca fotoğraf çekmenin önemini bir kez daha anlıyor. Yoksa bu anı nereden hatırlayacaktım ki! #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No: 10 Bugün İranlı bir aileye rehber #Günlük No: 10 Bugün İranlı bir aileye rehberlik yaptım. Ailenin büyük oğlu yıllar önce çalışmak için İsveç'e gitmiş ve şimdi İsveçli bir kızla nişanlanmak üzereler. Sanırım bu Türkiye gezisi de ailenin tüm üyelerini yabancı gelin adayı ile tanıştırmak üzerine düzenlenmiş. Anne baba çok şeker bir çift ve huzur veren cinsten insanlar. Büyük oğul kendini çok iyi yetiştirmiş ve İsveçte tıp alanında çalışıyor. 20'li yaşlarda bir erkek kardeşi ve 16 yaşında da bir kız kardeşi var. Kendisi hariç tüm ailesi İran'da yaşıyorlar. Bazen bu kadar farklı milletlerden insanlar tanımamı sağlayan bir iş yaptığıma şükür ediyorum. Yoksa her millete yapıştırılan etiketlere bağımlı kalacak ve belki hiçbir şey bilmediğim için bazılarından nefret edecektim. Oysa turizmde geçen 20 yılı aşkın sürede o kadar çok memleketten insan tanıdım ki, hiçbir ülkeye ön yargım kalmadı diyebilirim. Devlet politikaları ile sıradan insanların ajandası ve hayata yaklaşımları kesinlikle çok farklı. Az buçuk mürekkep yalamış ve sağduyulu bir insan dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın birçok şeye karşı objektif bir bakış açısı geliştirebiliyor. Bir de böyle farklı millet ve ırklardan insanların birlikte mutlu olduğunu görmek çok hoşuma gidiyor. Hakikaten çeşitlilik bir zenginlik. Geçenlerde Afroamerikan bir erkek ve Asyalı bir kızı gezdirmiştim onların da uyumu çok hoşuma gitmişti. Hem de her ilişkinin kendine has bir öyküsü var ve onları dinlemek çok hoşuma gidiyor. Önceki günlüklerde seyahat arşivlerimi açacağımdan bahsetmiştim. Geçmişte Facebook'ta "Objektifime Gülümseyenler" adlı bir albümüm vardı ve onlarca milletten insanın portre fotoğraflarını paylaşıyordum. İşte bu fotoğraf da onlardan biri. 2010 yılında Endonezya'daki Bali Adası'na gittiğimde çekmiştim. Dikkat ettim de son yıllarda hiç portre çekmemişim. Hep geniş açı mimari çekim yapmışım. Fotoğraf çekmek insana dijital bir hafıza da sağlıyor. Hayatınızın hangi yöne gittiğini de görüyorsunuz. Fark ediyorum ki insanlardan uzaklaşmışım ve yanlış yapmışım. Pandemi ertesi birçok şeyi değiştirmek istiyorum. Hadi bakalım hayırlısı! #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No: 9 Dün Kadıköy'ün Balık Pazarı #Günlük No: 9 Dün Kadıköy'ün Balık Pazarı ile Bahariye Caddesi arasındaki kısmını gezdim. Her ne kadar Moda'yı başka bir güne saklamış olsam da ucundan bazı yeni kafelerini de keşfetmekten geri kalamadım. Pandemi döneminde hangi restoranlar ve kafeler açılmış veya kapanmış diye bakarken bu görseldeki kafenin daha önce hiç içine girmediğimi fark ettim. Kafenin dışı zaten çok güzel ve Küba esintisi yaratıyor. Ancak içinde çok daha hoş bir Küba atmosferi var. Anılarım depreşti ve fark ettim ki Küba'yı çok özlemişim. Eski harici sabit diskimi bilgisayara bağlamak zor oluyor diye arşivleri düzenlemeyi erteledikçe erteliyordum. En sonunda sabit disk bozulma sinyalleri vermeye başlayınca apar topar her şeyi yedekledim. Şimdiki sabit disk çok pratik bağlanıyor ve hızlı çalışıyor. Hal böyleyken bir ara Küba arşivlerini de açmak lazım. Her şeye olduğu gibi şu Instagram'a da çok geç ısındım. Bunun tek iyi tarafı elimde paylaşacak tonlarca materyal olması. Ha bu arada Küba Kafe'den sonra mutluluğun resminin çizildiği yere gittim. Orası "Çiya Restaurant". Yemek resmi paylaşmayı sevmesem de anlatması güzel oluyor. Şimdi efendim Çiya'ya gidiyorsunuz, meze tabağına zahter, kısır ve humus koyduruyorsunuz. Onu zevkle mideye indirdikten sonra bir de lahmacun ve ekşi ayran. İşte mutluluğun resmi! Ha bir de bunun üzerine Baylan'da Mus Şokola ile çay. Biraz ara verdikten sonra da Balık Pazarı'nı tepeden izleyen bir kafe olan Montag'in aromalı çekirdeklerinden bir espresso. Mmmmh! İşte bu! I love you İstanbul! Seni turist gibi gezmek çok güzel! #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 8 Göze hoş gelen fotoğraflar çekm Günlük No: 8 Göze hoş gelen fotoğraflar çekmek ne kadar kolaylaşmış yav! Ya da ben mağaradan yeni çıktım! Bundan uzun yıllar önce (90'ların sonu 2000'lerin başı) analog fotoğraf makineleri (hani şu içinde 36'lık film makarası olanlar) demode olmuş ve yerine DSLR makineler çıkmıştı. Yeni nesil DSLR fotoğrafları dijital olarak saklayan bir hafıza kartına sahipti ve yüzlerce fotoğraf çekme imkanı sağlıyordu. İşte o zamanlar birçok romantik insan bu makinelere geçmeyi reddetti. Fotoğraf forumlarında Analog SLR makinenin orijinalliğine dair bir sürü paylaşım yapıldı. Ama yıllar içinde o eski makinelerin hepsinin yerini dijital fotoğraf makineleri aldı. O dönem analog ile dijitalin karşılaştırılmasını çok anlamsız buluyordum. Dijital ne çektiğini anında gösteriyordu bir kere! Süper çekimler yaptım diyorsun, resimler banyo ediliyor, o da ne! yok karanlık çıkmış, yok kamera titremiş! Hadi bakalım yandı gülüm keten helva! Amma velakin ben de cep telefonlarını keşfetmekte, dijital makineleri yok sayıp eski püskü analog makineler ile boğuşan dinozorlar kadar geç kaldım! Bugün yanıma profesyonel DSLR makinemi aldığım halde çantadan çıkarmayıp yine cep telefonu ile çektiğimi fark edince bu işin (benim için) ömrünün dolduğuna kanaat getirdim. Cep telefonu geniş açı çekiyor, insan gözü ile çekiyor, zoom çekiyor. Bak sen şu işe! Benim küçük canavarın yaptıklarını yapabilmem için eskiden Nikon ile birlikte 11-16mm Tokina, 17-50mm Tamron ve 35mm Nikon lenslerimi yanımda taşımam gerekirdi. Yok arkadaş ben karar verdim hamallık yapamayacağım artık! İyi fotoğraf DSLR + bir çanta dolusu lens ile çekilir demiyorum artık. Samsung A72 cebimde... Üstelik renk ayarlarını bile otomatik yapıyor. Ha bu görsel çok ahım şahım bir fotoğraf değil. Ama numune olarak koydum işte kameradan çıktığı gibi her şeyi hazır. Valla bravo! #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:7 Aziz Antuan Kilisesi gerçekten de #Günlük No:7 Aziz Antuan Kilisesi gerçekten de İstanbul'un en güzel yapılarından biri. Bu kilisenin avlusuna girdiğim zaman kendimi Venedik'te gibi hissediyorum. Sadece kilise değil, kiliseyi çevreleyen binaların da mimarisi çok güzel. Özellikle de binaları birleştiren koridorlardaki sütunlar ve revaklar muhteşem. Venedik şehrini gezerken en çok pencereler ve balkonları süsleyen sütunlara ve nişlere hayran kalmıştım. Burası oradan bir esinti sunuyor. Bana kalırsa burası İstanbul'da fotoğraf çekmek isteyenler için en özel yerlerden biri. Arşivde çok fotoğrafı var da, üşendiğim için ortaya çıkarmamışım. Şimdi peyderpey paylaşacağım. #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:6 İstanbul öyle bir şehir ki, ne k #Günlük No:6 İstanbul öyle bir şehir ki, ne kadar gezerseniz gezin bitmiyor. Bu şehre yıllarını vermiş sanat tarihçisi, arkeolog ve rehberlerin söyleşilerini dinliyorum ve onlar da hala İstanbul ile ilgili yeni şeyler öğrenmenin peşindeler. Ben Kadıköy'de doğdum ve ilköğretim yıllarım Acıbadem'de geçti. Şimdi fark ediyorum da Tarihi Yarımada'ya odaklanmaktan, Kadıköy'ü baya ihmal etmişim. Geçtiğimiz günlerde katıldığım Yeldeğirmeni turunda Kadıköy ile ilgili ne kadar az şey bildiğimi fark ettim. Örneğin Bahariye Caddesi üzerinde bulunan Surp Levon Kilisesi'ne daha önce hiç gitmemişim. Tur sırasında uğradığımızda bu kilisenin rahibi bizlere harika bir konuşma yaptı. Kendisi teoloji alanında doktora seviyesinde öğrenim görmüş ve belli ki çok dolu biri. Böyle çok bilgili insanlar konuşmaya başladığında (hele de ilgimi çeken bir konudan bahsediyor ise) çok keyif alıyorum. Yılların okuyup yazmışlığı ve yaşanmışlığı bir kapsüle hapsedilmiş gibi bize aktarılıyormuş gibi hissediyorum. Böyle zamanlarda bilgiyi havada yakalayasım geliyor. Bu aralar turların haricinde bol bol kendim için gezmeye başladım. Sanırım pandemi boyunca tüm vaktimi alan web sitesi güncelleme işlerinin bitmesi de önümü açtı. Dün de Galataport'u enine boyuna gezdim, haritasını çıkardım ve İngilizce siteye yazmaya başadım. Hakikaten güzel olmuş. En sevdiğim pastanelerden biri olan Baylan'ın burada butik bir şube açmasına da sevindim. Bu arada ne kadar gezersem gezeyim sonunda yine Eminönü'ne dönüyorum. Mısır Çarşısı ve çevresindeki restoranlar, kafeler, camiler, ara sokaklar beni inanılmaz cezbediyor. Bu semtin nostaljik atmosferine ve insanı tazeleyen enerjisine hayranım. #serhatengul #istanbulturistrehberi #istanbulblog
#Günlük No:5 Dün Kadıköy'ün Yeldeğirmeni se #Günlük No:5 Dün Kadıköy'ün Yeldeğirmeni semtine yoğunlaşan harika bir tura katıldım. Arada İstanbul'u başka rehberlerden dinlemek insanın ufkunu açıyor. Özellikle de eski ve tecrübeli rehberlerin anlatımlarını dinlemekten büyük keyif alıyorum. Okunmuş yüzlerce kitap ve sahada geçmiş onlarca yıldan süzülüp gelen bilgileri aktarıyorlar. Öyle değerli ki! Gezi sırasında fark ettim ki, gördüğümüz binaların tarihi ve mimari özelliklerinden çok, hocaların tarihi olaylardan çıkarımlarını dinlemeyi seviyorum. İçinde bulunduğumuz bilgi çağında bir binanın tarihi hakkındaki genel bilgileri bulmak oldukça kolay. Ama hocanın bir adım geri çekilip o dönemdeki İstanbul'u anlatması ve gözümüzde bir dönem filmi gibi canlandırması harikaydı! Bir de böyle ileri yaştaki rehberleri sahada dimdik ve enerjik görmek çok hoşuma gidiyor. Böylece rehberlikte "emeklilik" diye bir şey olmadığını bir kez daha kavrıyorum. Ne de olsa İstanbul'un tarihi Çin kutusu gibi, açtıkça içinden başka şeyler çıkıyor. Elbette hiçbir zaman "her şeyi" biliyor olmayacağız! Ama en azından şarap gibi yıllandıkça, dünyanın dört bir yanından gelen tarih sever insanlarla daha olgun ve kaliteli bilgiler paylaşacağız. Bu arada çoğu zaman olduğu gibi anlattıklarımın resimle bir ilgisi yok. :) "Büyük Postane" İstanbul'daki en sevdiğim binalardan birisi ve onu geniş açıyla çekmeye çalışmışım. Bu binanın çevresindeki hareketlilik çok hoşuma gidiyor. Genelde tur harici gezdiğimde hep buralarda yemek yiyor, kahve içiyor ve keyifli zaman geçiriyorum. #istanbulblog #visitistanbul #istanbultravel #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:4 Bugün Amerika Birleşik Devletleri #Günlük No:4 Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nden (New Jersey) gelen pırıl pırıl bir genç çifti gezdirdim. Her ne kadar yarım günlük bir tur olsa da baya keyifli vakit geçirdik. Mutlu insanlarla vakit geçirmek, eşlik eden kişiye de mutluluk aşılıyor olsa gerek. Geçen gün 3 yaşındaki muhabbet kuşumu kaybettiğim için çok üzülmüştüm. Aslında hala etkisinden çıkamadım, çünkü evin içinde devamlı gözüm onu arıyor. Bir de dinlediğim müziğe kadar her şey ile özdeşleşmiş kerata... Onun back vokalleri olmadan müzik bile dinlemenin keyfi kalmadı. Neyse ki dün ve bugün çok aksiyonlu geçti de çok sevdiğim bir hayvanı kaybetmenin acısını biraz hafifletti. Alakasız olacak ama yıllar önce Osman Pamukoğlu'nun bir kitabını okumuştum. Çelik gibi bir iradeye sahip olan bu adam, hayatını anlatırken zorluklara katlanmanın da reçetesini veriyordu. "Depresyonun en iyi ilacı hareket etmektir." gibi bir cümlesi vardı ve onu hiç unutmamışım. Zaten genelde okuduğunuz bir kitaptan akılda birkaç vurucu cümle kalır ve gerisi unutulur gider. Ama bazen o sözler de sizin hayat felsefenize büyük katkı yapar. Ne zaman sıkıntılı ve acılı bir dönemden geçtiğimi düşünsem, ilk üzüntü geçtikten hemen sonra kendime aksiyon yaratmaya çalışıyorum. Hakikaten de insan bir şeylerle meşgul olmadan, kafasına üşüşen kötü düşünceleri kovamıyor. Ölüm gerçekten insan aklının kabullenmekte çok zorlandığı bir şey. Bu bir insan da olsa, aileden saydığınız bir ev hayvanı da, ölümü çok zor kabulleniyorsunuz. Ama yine de durup yarayı kanırttıkça kimseye pek bir faydası olmuyor. Bu arada dünkü yürüyüşte çektiğim bir kareyi paylaşmak istedim. Aslında bu fotoğraf ters ışıkta çekilmiş ve teknik açıdan kusurlu ama telefonların yapay zekası öyle gelişmiş ki, bu berbat ışıkta bile maksimum iyileştirmeyi yapabiliyor. Bu fotoğrafı Nikon ile çeksem, herhalde felaket çıkardı. Bu arada şu Eminönü'nün hiç bitmeyen enerjisine hayranım. Şu meydanda asırlardır yaşam hiç durmadan akıyor. Osmanlı döneminde ve hatta ondan öncesinde Bizans döneminde bile böyleydi bu... Şehrin en sevdiğim yeri. #istanbulblog #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbullove #tarihnotlari #tarihiyerler #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:3 Bugün uzun zamandan sonra İstanbu #Günlük No:3 Bugün uzun zamandan sonra İstanbul'u bir turist gibi gezdim. Son zamanlarda turlarda gezdirdiğim yerler haricinde keyfi olarak "sadece kendim için" gezmemiştim. Uzun zamandır Rüstem Paşa Camii'ne gider o güzel çinilerin fotoğraflarını çekerim diyordum. Sonunda bugün yaptığım "uzun yürüyüş turunda" yolumu buraya düşürdüm. Gezmeye önce Sirkeci'den başladım, Eminönü'ne gittim, sonra Mahmutpaşa Pazarı'nı fotoğraflamak için Beyazıt'a doğru çıktım. Sonra tekrar Eminönü'ne inip, Galata Köprüsü'nden Karaköy'e geçtim. Oradan Tünel aracılığı ile Meşrutiyet Caddesi, İstiklal Caddesi, Cihangir ve sonunda Tophane'ye inerek günü tamamladım. Böylece geçenlerde aldığım Samsung A72'nin fotoğraf çekme kabiliyetini de test etmiş oldum ve ilk sonuçlar gayet başarılı. Düşünüyorum da eskiden ultra geniş açı (10-20mm arası) için başka, insan gözünün gördüğü 50mm yakınlarında çekim yapmak için başka objektif kullanıyorduk. O tuğla gibi lensleri yanımızda taşımaktan belimiz kambur oldu. Şimdi cep telefonlarına ultra geniş açı özelliği gelmiş. Ve elbette benim Tamron 11-16 kadar kaliteli çekmese de, ona yakın bir sonuç veriyor. Üstelik bir düğmeye basarak standart zoom lense geçebiliyorsunuz. Bunun için 2 ve hatta bazen ayrı 3 lens taşımak gerekirdi. Hey gidi teknoloji ve hey gidi yapay zeka! O değil de İstanbul'da turist olmak güzel şey ya! En sevdiğin semtlerde yürümek, en sevdiğin restoranlara gitmek ve en sevdiğin kafelerde mola vermek. Her ne olursa olsun İstanbul'da yaşamaktan vazgeçemem herhalde! Tarihi Yarımada'da Rüstem Paşa Camii'nde, Mısır Çarşısı'nda bolca fotoğraf çektim. Beyoğlu'nda ise Meşrutiyet Caddesi'ne yoğunlaştım. Böylece yazdığım ve yazacağım yazılara bolca görsel materyal çıktı. Peyderpey Instagram'da da paylaşacağım. #istanbulblog #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbullove #istanbulfotoğrafları #blogger #instablog #tarihnotlari #tarihiyerler #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No:2 Dün Topkapı Sarayı'nın 4. avlusu Günlük No:2 Dün Topkapı Sarayı'nın 4. avlusundan paylaşım yapmıştım. Bugün de aynı yerden devam edeyim bari. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından Sultan IV. Mehmed döneminde yaptırılmış olan bu köşk avlunun en güzel yerinde konumlanıyor. Bir önceki gönderide Instagram'ı artık bir günlük gibi kullanacağımı söylemiştim. Ama ertesi gün kendimle ilgili not edecek önemli bir şey olacağını düşünmemiştim. Evet arkadaşlar maalesef bugün 3 yaşındaki muhabbet kuşumu kaybettim. Her ne kadar küçük olsa da aileden biriydi. Şu covid dönemindeki sıkıntılı zamanlarda beni en çok oyalayan ve eğlendiren canlıydı kendisi. Bir sürü kelime öğrenmişti ve benim ses tonumdan mükemmel bir telaffuzla söylüyordu kerata... Kahve öğütme makinesi, su sesi, saç kurutma makinesi ve bilumum gürültülü şeyden hoşlanır ve keyifle şakırdı! Matkap sesi bile duysa hoşuna giderdi, yeter ki cümbüş olsun! İnsan sağken bir ev hayvanının hayatında bu kadar yer kapladığını fark edemiyor. Ama gidince evde kocaman bir sessizlik oldu. 2019'un Aralık ayında sabah kahvaltısı için kahve hazırlarken penceremin önünde bulmuştum onu... Soğuk bir kış günü, hastalanmadığını umarak eve almıştım ve o günden sonra evin ayrılmaz bir parçası oldu. Üstelik onu eve aldığımda evde kedi de vardı! Ama birlikte yaşatmanın bir yolunu bulmuştuk. Sonra kedimiz böbrek yetmezliğinden ölünce onun acısını çabuk atlatmama yardımcı olmuştu bizim sevimli "Bıcır". Koskoca Covid döneminde ben blog yazılarına gömülmüşken bana şarkılarıyla eşlik etti. Ve onun sayesinde hiç sıkılmamıştım. Ama şimdi bir anda hayatımdan çıkınca valla çok sıkıldım! Umarım bu acı çabuk geçer. Huzurla uyu Cici Bıcır! 15. Şubat. 2022
Günlük No:1 Instagram sayfamı artık bir günlük gibi kullanmaya karar verdim. Yoksa buraya arada sırada görüntü olsun diye fotoğraf koymak o kadar anlamsız geliyor ki! Yıllardır blog yazan biriyim. Yeri geliyor bir blog yazısını kurgulamak, yazmak ve İngilizceye çevirip Istanbul Clues'a eklemek için tüm günümü harcıyorum. Ama buraya bir fotoğraf eklemeye üşeniyorum. Aklıma gelen şeyleri, yaptıklarımı ve yapacaklarımı buraya not edeyim de bari bir işe yarasın. Artık girişte resimle alakalı bir iki kelam edip altına da içimde ne varsa döküvereyim bari! Biraz önce Super Bowl'un Devre Arası şovunu izledim. Yav arkadaş bu nedir yav! Böyle bir şov olamaz. Tüm tüylerim diken diken oldu! Son beş yıldır yok jet düştü, yok bomba patladı, yok Covid yayıldı diye biz eğlenmeyi unutmuşuz! Rock 'n Coke'a, Küçük Çiftlik Park'a filan abone olduğum yıllar aklıma geldi. Vallahi 2000'leri hatırlayınca üzüldüm. Galiba biz bu hengamede yaşamayı da unuttuk! 50 CENT, Eminem, Snoop Dogg babalar bir araya gelmiş inanılmaz bir şov yapmışlar. Bu arada bakıyorum da Amerika'da Covid kaygısı filan kalmamış. On binlerce kişi stadyumda çılgınlar gibi eğleniyor. Buradan Amerikan yetkililerine sesleniyorum: Kardeş şu Türkiye'ye seyahat uyarısını kaldırın da Amerigalı turistlerimiz geri gelsin, ortalık bir şenlensin! Gerçi son günlerde benim bloglardaki hareketliliğe bakarsak geri dönüyorlar yavaş yavaş. Trafik arttı, İstanbul ile ilgili soru soranlar arttı. Covid filan derken eve iyice alıştık gezmeyi unuttuk! Bari müşteriler gelsin de sağda solda yeni açılan yerleri birlikte keşfedelim! Mesela Sirkeci'deki muhteşem Legacy Ottoman Otel'in üstünde yeni bir restoran açılmış. Adella isimli bir balık restoranı sanırsam. Sosyetik müşterilerimden biriyle birlikte deneyimlerim artık! Gülmeyin valla son zamlardan sonra İstanbul'daki restoranları, kafeleri filan otlakçılık yoluyla deneyimlemek durumundayız! Yoksa Nusret'te, 360'ta, Çırağan'da filan yemek neyimize artık! :( Bunları bari buraya not edeyim de unutmayayım! Nasıl olsa kimsenin resim altındaki yazıları okuduğu yok. :)) Lan yoksa!! O değil de resimdeki Topkapı Sarayı'nın 4. bahçesi ne güzel ya! Aynı Elhamra Sarayı gibi valla! :)
İtalya gezisi sırasında Bologna'dan, Floransa'y İtalya gezisi sırasında Bologna'dan, Floransa'ya giderken Pisa şehrine de günübirlik uğramıştım. Pisa Kulesi gerçekten de şöhretinin adını verecek kadar güzeldi. Her ne kadar çoğu insan Pisa'ya kulenin şöhreti için gidiyor olsa da, oraya vardıklarında Mucizeler Meydanı'nın (Piazza dei Miracoli) büyüsüne kapılıyorlar. Pisa Katedrali ve onu çevreleyen meydandaki yapılar öyle güzel bir bütünlük oluşturuyor ki, adeta zamanda yolculuğa çıkmış gibi heyecanlanıyorsunuz. İtalya'yı kuzeyden güneye gezdiğim 3 haftalık gezide onlarca katedral ve kilise ziyaret ettim. Pisa Katedrali ise beni en çok etkileyenlerden biri oldu. Sanırım bu hoş kiliseyi listenin ilk 5'ine hiç düşünmeden eklerdim. Pisa Kulesi ile ilgili araştırmayı derinleştirdikçe ilginç detaylara rastlıyorsunuz. Örneğin kule daha yapım aşamasında eğilmeye başlamış. 1170'lerde inşaatın daha ikinci katı yapılırken kule eğilmeye başlayınca (toplam 8 kat var) mimarlar "Eyvah .ıçtık" demiş olsa gerek. Amma velakin katedral bir kez inşa edilince çan kulesinin de yanına yapılması gerekiyordu ve durmamış devam etmişler. Pisa Kulesi eğilmiş eğilmesine ama yumuşak zeminin azizliği olmasa belki de bu kadar ünlü olmayacaktı. Ben İtalyanların heykellerine kafayı takmış biri olarak kuleyi feda edip heykeli kadrajın ortasına almışım. Ama Kule-Heykel-Bulut üçlemesini 15 yıl önceki fotoğraf makinemin görüş açısına ancak bu kadar sığdırabilmiştim. Bu arada başarılı bir denizci kavim olan Pisalılar, İstanbul tarihine de çok uzak değiller. Zira biz her ne kadar tarih kitaplarından Venedikliler ve Cenevizlileri hatırlasak da, 12. yüzyılda Konstantinopolis'in limanında Pisa ticaret kolonisi de faaliyet gösteriyordu. #italya #pisa #pisatower #seyahat #gezi #geziblog #seyahatblog #sanattarihi #instaphoto #serhatengul #istanbulturistrehberi
Covid, enflasyon, ekonomik kriz derken bir süre d Covid, enflasyon, ekonomik kriz derken bir süre daha seyahate çıkamayacağız gibi gözüküyor. Arşivlerle yetinmemiz gereken bu günlerde İtalya dosyasını karıştırmaya başladım. 2007 yılında çıktığım seyahatte sırt çantamı kapıp Venedik'e gitmiştim ve 21 günlük ziyaretimde ziyaret ettiğim ilk yer Frari Santa Maria Bazilikası'ydı. İtalya'nın vaat ettiği sonsuz sanatsal zenginliği adeta kana kana içmek istiyordum. Kaldığım yere en yakın tarihi yapı olan bu katedral de beni hayal kırıklığına uğratmadı doğrusu! İçi muhteşem heykellerle süslü bu katedralde koca bir tur atmış ve bolca fotoğraf çekmişim. Ama en net hatırladığım şey arka taraftaki avluda bulunan bu heykeldi. Bir gizli hazine! Bu İtalyanların içtiği sudan mıdır, yediği yemekten midir neye ellerini atsalar bir sanat eserine dönüşüyor. Araba yapsalar Ferrari oluyor, giysi tasarlasalar Gucci oluyor. Zaten içinde bulunduğum şehir bir sanat eseriyken, onun içindeki bir katedraldeki bir melek heykelini hiç unutmamışım. Gerçi ben Fransa'nın Lyon şehrine de bir heykel görmek için gitmiştim. İspanya'nın Toledo şehrine de tek bir resim. (El Greco'nun) Orta boy bir sırt çantası ama bavullar dolu merak ile seyahat ettiğim günlerdi o zamanlar. Şimdi bakıyorum da anılarımı sadece İstanbul'la sınırlı tuttuğum bu sayfa bana dar gelmeye başladı. E o zaman açalım arşivleri, gözümüz ne gördüyse paylaşalım! Aynı deliler gibi yurt dışı seyahat yazıları yazdığımız zamanlardaki gibi! #italya #seyahat #blog #gezi #gezirehberi #geziblog #seyahat #seyahatblog #venedik #venice #travelphotography #fotoğrafçılık #instatravel
Alman Çeşmesi (German Fountain) Alman Çeşmesi (German Fountain)
Spice Bazaar (Mısır Çarşısı) June, 2020. #is Spice Bazaar (Mısır Çarşısı) June, 2020. #istanbul #travelblogger #travelphotography
Ayasofya #istanbul #tarih #blog Ayasofya #istanbul #tarih #blog
Süleymaniye Camii'nin kubbesi. Maalesef eskisi gi Süleymaniye Camii'nin kubbesi. Maalesef eskisi gibi canım istediğinde gidip fotoğraf çekemiyorum. Umarım Covid-19 salgını en kısa zamanda biter de daha güzel fotoğraflarını çekerim. Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı ve Süleymaniye hepinizi çok özledim.
Fransız Geçidi, Karaköy. Karaköy semti ile ilg Fransız Geçidi, Karaköy. Karaköy semti ile ilgili daha fazla bilgi: https://serhatengul.com/karakoy-gezilecek-yerler/ More information on Karakoy Neighborhood: https://istanbulclues.com/istanbul-karakoy-neighborhood/
Load More Follow on Instagram

Footer

Istanbul Tarih Yazıları

Merhaba ben Serhat Engül. Sayfamda İstanbul’un tarihine dair yazılar bulabilirsiniz. Roma döneminden başlayıp, Bizans ile devam eden ve Osmanlı İmparatorluğu ile sona eren bir yazı dizisi olmasını planlıyorum.

İstanbul ile ilgili daha ayrıntılı bir gezi rehberi okumak isterseniz, IstanbulTuristRehberi.com isimli sitemi de ziyaret edebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.

Son Yazılar

  • Fener Balat Turu Gezi Rehberi ve Gezilecek Tarihi Yerler
  • Sekizinci Yüzyılda Bizans İmparatorları
  • Sultanahmet Meydanı (Hipodrom)
  • Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları
  • Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

Powered by Reborn Travel

blank

İçerikler İzinsiz Kopyalanamaz © 2022