• Skip to main content
  • Skip to primary sidebar
  • Skip to footer
  • Home
  • About
  • Contact

Serhat Engül

Istanbul Gezi Rehberi

Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi Yönetimi

10 August 2021 by Serhat Engül 8 Comments

Tetrarşi dönemi, Roma İmparatorluğu tarihindeki en ilgi çekici dönemlerden biri. Bu süreçte yaşanmış olan savaşlar ve entrikalar ilk olarak John Julius Norwich’in “Bizans” adlı eserinde dikkatimi çekmişti. Sonrasında Mike Duncan’ın “Roma Tarihi” adlı podcast yayınlarında çok daha ayrıntılı olarak dinledim ve özetini çıkarmaya karar verdim.

Tetrarşi, oldukça karışık bir yönetim sistemi içeriyor. Roma İmparatorluğu bu dönem boyunca 4 imparator tarafından yönetiliyor. İlk bakışta çok mantıklı bir sistem olduğu halde, uygulamada büyük sorunlar çıkıyor.

Bu yazıda oldukça detaylı bir şekilde bu konuyu anlatmaya çalışacağım. Uzun yazıları okumaktan sıkılan biriyseniz direkt yazının sonuna gidebilir ve her şeyi özetleyen “Tetrarşi Nedir?” başlığına da bakabilirsiniz. Ancak tarihsever biriyseniz yazıyı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Tetrarşi dönemi bana biraz Roma Cumhuriyeti’ndeki Üçlü Yönetimi (Triumvirlik) hatırlatıyor. O zaman da güç kavgaları patlak vermiş ve aradan sıyrılan Julius Caesar lider olmuştu. Dörtlü Yönetim’de ise en sonunda kazanan İmparator Konstantin oldu.

Şimdi Tetrarşi sistemini layıkıyla anlatmak için Roma tarihinde bir yolculuğa çıkacağız. Roma’nın Üçüncü Yüzyıl Krizi‘ne değinmeden, Tetrarşi’nin kurucusu Diocletianus’un tahta çıkmasını ve yaptığı reformları anlamak pek mümkün değildir. Keyifli okumalar dilerim.

İçerik Listesi

  • Roma’da 50 Yıllık Kriz Dönemi
  • Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi Dönemi
    • 1. Maximianus “Augustus” Oluyor
    • 2. İki Sezar Atanıyor
    • 3. Constantius’un Britanya’yı Fethi
    • 4. Gallerius’un Persler ile Mücadelesi
    • 5. Diocletianus Tahttan Feragat Ediyor
    • 6. Maxentius’un Hak İddiası
    • 7. Galerius’un İtalya Seferi
    • 8. Tetrarşi Sistemi Yeniden Düzenleniyor
    • 9. Maximianus Yine Başbelası Oluyor
    • 10. Galerius’un Ölümü
    • 11. Milvian Köprüsü Savaşı
    • 12. Licinius ve Konstantin İttifakı
    • 13. Hrisopolis Muharebesi
  • Tetrarşi Nedir?
  • Tetrarşi Dönemi Yazısı Kaynakları

Roma’da 50 Yıllık Kriz Dönemi

Antik Roma

Julius Caesar’ın evlatlığı Octavius “Augustus” adı ile tahta çıktıktan sonra, Roma İmparatorluğu uzun süren bir yükselme dönemi yaşadı. Nerva–Antonine hanedanı (Evlatlık İmparatorlar) ile zirveye çıkan refah dönemi (96–192), Severus hanedanı zamanında da iniş çıkışlarla da olsa devam etti. (193–235).

M.S. 235 yılında Severus hanedanının son üyesi olan Alexander Severus, kendi ordusu tarafından infaz edilince; uzun bir süre (235-285) Roma’da terör estirecek olan “Kriz Dönemi” başladı. Roma’da 50 yıllık kriz dönemi boyunca imparatorlar birbiri ardına suikaste uğradı ve birkaç yıldan fazla tahtta kalamadılar.

Bu uzun süreli kaos dönemini bitiren kişi ise Diocletianus (İng. Diocletian) isimli imparator oldu. Kaos döneminin son imparatoru olan Carus’un ordusunda süvari komutanı olan Diocletian, savaş meydanlarındaki başarısı sayesinde merdivenleri hızla tırmanmış bir subaydı.

Carus’un beklenmedik bir şekilde hayatını kaybetmesiyle, oğlu Carinus (ve Numerius) kontrolü ele aldılar. Ne var ki, Roma’nın önde gelenleri ve ordunun en popüler generali olan Diocletianus, Carus’un oğullarını istemiyordu. Bu sebeple Sırbistan yakınlarında vuku bulan Margus Savaşı’nda kozlarını paylaştılar. Carinus savaşta öldü ve kardeşi Numerius da -muhtemelen- suikaste uğradı.

Nihayet, 284 yılında Diocletianus, Roma İmparatoru olarak tahta çıktı. Yaklaşık 20 yıl sürecek ve imparatorluktan gönüllü olarak feragat etmesiyle sonlanacak bir dönem başlıyordu. Nevi şahsına münhasır bir adam olan Diocletian, Roma tarihinde kendi rızasıyla tahttan inen ilk kişiydi. Erguvan rengi imparatorluk cübbesini çıkarıp, Hırvatistan’ın Split şehrindeki sarayının bahçesinde lahana yetiştirdiği bir emekliliği olacaktı.

Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi Dönemi

Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi dönemi Diocletianus’un yaptığı büyük çaplı reformlar ile başladı. Diocletianus öncelikle imparatorluğu ikiye bölüp gerekli şartların oluşmasını bekledi. Sonrasında ise Galerius ve Constantius’u “Sezar” olarak atadı ve dörtlü yönetim başladı.

Tetrarşi aslında “Augustus” adlı kıdemli imparatorların kendi varislerini (yani Sezarları) yetiştirdiği bir sistemdi. Böylece büyük imparatorlukların bölünmesine sebep olan veraset problemi çözülmüş oluyordu. Buna ek olarak dev boyutlara ulaşmış imparatorluğun yönetimi de kolaylaşıyordu.

1. Maximianus “Augustus” Oluyor

50 Yıllık Kriz döneminde sıkça yaşanan darbeler, halkın yeni imparatora “En fazla birkaç yıl yaşar.” gözüyle bakmasına sebep oluyordu. Diocletianus, bunu bildiği için başlatacağı reformların yarım kalmasından da endişe ediyordu. Bu sebeple ilk iş olarak yönetimi ikiye bölmeyi tercih etti. Kendisi Doğu eyaletlerini yönetirken, Batı’yı ise Maximianus (İng. Maximian) isimli bir eş-imparator’a (Augustus) bırakacaktı.

Bu yıllarda Roma İmparatorluğu’nun hem doğuda, hem de batıda büyük sorunları vardı. Diocletianus’a göre bunların çözülmesi tek kişinin yapabileceği bir iş değildi. Bir imparator iki cephede birden olamazdı. Güçlü ve hızlı karar alınabilmesi için, iki cephede de mutlak otoriteye sahip birer imparator lazımdı.

Doğu’da Pers İmparatorluğu ile Suriye ve Ermenistan toprakları üzerinde bir çekişme söz konusuydu. Buna karşılık Batı’da ise Britanya’da Carausius isimli gaspçı bir imparator vardı. Roma toprakları üzerinde kendini Augustus ilan etmişti. Diocletianus’un, meslektaşı Maximianus’tan beklediği ilk şey, Britanya’nın geri alınmasıydı.

Carausius, ne kadar Romalılar tarafından gaspçı olarak görülse de, Britanya’daki lejyonlara hakim olmuş ve halk tarafından da kabul görmüştü. Britanya’daki ticareti de ustalıkla yönetiyordu. Varlık ve refah getirdiği için de, İngiltere ve çevresinde kendisine destek buluyordu.

Bu koşullarda gerçekleşen Maximianus’un Britanya seferi (290) başarısız oldu. Fırtına Romalıların gemilerini parçalamış ve zaten yetersiz olan donanma ile girişilen sefer tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı.

2. İki Sezar Atanıyor

Diocletianus imparatorluğun parçalanma tehlikesi olduğunu biliyordu. Britanya’da (ve ardından Mısır’da) olduğu gibi, ordu komutanları kendilerini Tiran ilan ediyor ve Roma’dan toprak çalıyorlardı.

İkili yönetimin de yeterli olmadığını düşünen Diocletian, Batı’da Constantius Chlorus; Doğu’da ise Galerian isimli iki generali “Caesar” (Sezar) mertebesine yükseltti. İki sezarın atanmasıyla ortaya şöyle bir hiyerarşik sistem çıkmıştı.


Augustus (Üst İmparatorlar)

Maximianus (Batı) < >  Diocletianus (Doğu)

Caesar (Ast İmparatorlar)

Constantius (Batı) < > Galerius (Doğu)

Not: Diocletianus kıdemli imparator, atamaları o yapıyor.


Tetrarşi Dönemi Roma Haritası

Tetrarşi (Dörtlü Yönetim)

İspanya, İtalya ve Afrika’nın batısında Maximianus; Galya ve Britanya’da Constantius; İllirya, Dalmaçya ve Balkanlar’da Galerius; Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’da Diocletianus.

3. Constantius’un Britanya’yı Fethi

Constantius, Maximianus’un ordusunda üst düzey bir askerdi. Başarısız olan Britanya seferinden bazı dersler çıkarmıştı. Bu sebeple farklı taktikler izledi. Galya’daki tüm limanları ele geçiren ve Britanya’ya giden ticaret yollarını kapatan Constantius, Carausius’un adeta can damarını kesti.

O döneme kadar başarılı bir yönetim gösteren Carausius’un düşmanları, adanın izole edilmesinden kendilerine pay çıkardı ve ona suikast düzenledi. Komplonun başındaki Allectus adındaki bürokrat kendini yeni Augustus ilan etmişti. Ancak hükümdarlığı uzun sürmeyecekti.

Constantius, bir çıkarma harekatına girişti. Düşmanı şaşırtmak için kuvvetlerini ikiye bölen Sezar, generali olan Asclepiodotus ile eşzamanlı olarak Britanya’ya çıkarma yaparak Allectus’u adeta ters köşeye yatırdı. Böylece Roma İmparatorluğu’nun o dönemdeki en zorlu operasyonu (Britanya’nın yeniden fethi) başarıyla sonuçlandı.

4. Gallerius’un Persler ile Mücadelesi

Roma Lejyonları

İkinci Pers İmparatorluğu olarak da bilinen Sasaniler’in başına Narseh adında bir imparator geçmişti. Babası Shapur’un izinden gitmek istiyordu. Zira babası Roma toprağı olan Antakya’ya (Antioch) saldırmış ve Roma İmparatoru Valerian’ı esir almıştı. Narseh de aynı şekilde Suriye ve çevresini ele geçirmek istiyordu.

Galerius, esir olarak ölen Valerian’ın intikamını almanın peşindeydi. Ayrıca Persler’in Suriye’deki hükümranlık mücadelesine de son vermek istiyordu. İki imparatorun ilk çarpışması Romalılar adına bir felaket oldu. Galerius Carrhae Savaşı’nda (Harran’da) yenildi ve Antakya’ya geri çekildi. Diocletian (Augustus) öfkeden çıldırmıştı. Astı Galerius’a (Sezar) yarım bıraktığı işi halletmesi için gözdağı verdi.

İkinci savaş (Battle of Satala) Ermenistan’da vuku buldu. Galerius, Balkanlar’dan gelen taze kuvvetlerle güçlenmiş ve savaşa hazırdı. Arazi yapısı da Roma lejyonları için çok uygundu. Buna karşılık önceki savaşlarda belirleyici olan Pers süvarilerinin ise hareket alanı kısıtlı kalmıştı.

Kendilerinin lehine şartlarda yapılan bu savaşta, Romalılar mutlak bir galibiyet aldılar. Narseh’in eşlerinin ve çocuklarının olduğu harem çadırı bile ele geçirildi. Böylece esarette ölen Valerian’ın intikamı alınmıştı.

5. Diocletianus Tahttan Feragat Ediyor

Diocletianus, 20 yıllık bir hükümdarlıktan sonra, tahttan çekilmeye karar verdi. Kurduğu Tetrarşi Yönetimi’nin devam etmesini istiyordu. Bu sebeple kendisi ile eşzamanlı olarak tahttan inmesi için Maximianus’u da teşvik etti. Maximianus, tahtı bırakmaya pek gönüllü olmasa da, kabul etmek zorunda kaldı.

Böylece Batı’da Constantius Chlorus, Doğu’da ise Galerius “Augustus” mertebesine yükselmişlerdi. Ancak “Britanya Fatihi” Constantius, Augustus olduktan yalnızca bir yıl sonra yaşamını yitirdi. Bunun üzerine oğlu Konstantin (İng. Constantine), Batı ordusu tarafından “Augustus” ilan edildi.

Ancak Galerius bu oldu bittiyi kabul etmemişti. Batı’ya eski bir silah arkadaşı olan Severus’u Augustus olarak atadı ve genç Constantine de Sezar olarak onun altında yer aldı. İleride Büyük Konstantin olarak anılacak olan genç imparator, bu terfiyi “şimdilik” yeterli görmüştü. Ayrıca Doğu’da Maximinus Daia da Sezar olarak atanmıştı.

Tetrarşi’de İkinci Yetki Dağılımı

Augustus (Üst İmparatorlar)

Valerius Severus (Batı) < > Galerius (Doğu)

Caesar (Ast İmparatorlar)

Constantine (Batı) < > Maximinus Daia (Doğu)

Not: Galerius kıdemli imparator. Onayı olmadan atama yapılamıyor.

6. Maxentius’un Hak İddiası

Yeni bir düzen kurulmuştu, ancak çok uzun sürmedi. İtalya ve çevresini yöneten “Augustus” Severus, halkı ağır vergilerle ezince, Roma’da büyük bir isyan patlak verdi. İsyanda halktan yana tavır alan ordu komutanları, eski “Augustus” Maximianus’un oğlu Maxentius‘u imparator ilan etti. Maxentius zaten babasının, Diocletianus ile birlikte tahttan çekilmesinden sonra -en azından- Sezar ilan edilmeyi bekliyordu ve hakkı olanı almanın zamanı gelmişti.

Maxentius babasının eski yönetim alanı olan İtalya’ya yerleşip güçlendi. Kendini Kartaca’da (Kuzey Afrika) imparator ilan eden gaspçı Domitius Alexander’i yenilgiye uğrattı (Not: Seferi General Pompeianus yönetmiştir.) ve orayı da topraklarına kattı. Ne var ki, Nikomedia’daki (İzmit) -kıdemli imparator- Galerius, Maxentius’un erkini asla kabul etmedi. Severus’a ise derhal Roma’yı geri almasını emretti.

Ancak Severus, Roma’yı kuşatmak için yaklaştığı sırada, askerleri onunla birlikte savaşmakta isteksiz davrandılar. Çünkü hem halk Severus’u istemiyordu, hem de askerlerin çoğu bir önceki Augustus olan Maximianus’a hizmet etmişlerdi. Şimdi kalkıp onun oğluna (Bkz: Maxentius) kılıç çekmek istemiyorlardı.

Severus, çaresiz bir durumda kalınca, Ravenna’ya çekilip asker toplamak istedi. Ancak bunu bile yapacak gücü kalmamıştı. Hayatını bağışlamaları karşılığında, Maximianus’a teslim oldu. Ne var ki, Maximianus ve oğlu Maxentius sözlerini tutmadılar ve Severus’u öldürdüler.

7. Galerius’un İtalya Seferi

Haber Galerius‘a ulaşınca, kıdemli imparator deliye döndü. Ordusunu toplayıp İtalya’ya yola çıktı. Ancak çok geçmeden İtalya’yı almanın kolay olmadığını fark etti. Şehirler ona kapılarını kapatıyor ve yaşam alanı bırakmıyordu. Severus ile aynı kaderi paylaşmamak için geri çekilmek zorunda kaldı.

Galerius, emeklilik günlerini yaşayan Diocletianus’a danışmaya karar verdi. Tetrarşi’nin içine düştüğü krizde, herkesin sözünü dinleyeceği tek adam, Tetrarşi sisteminin kurucusu olan Diocletianus’tan başkası değildi.

Galerius’un başarısız İtalya seferinden sonra, eski imparator Maximianus ile oğlu Maxentius arasında bir güç kavgası başladı. Maxentius babasının Severus ve ardından Galerius ile mücadelesi sırasında yardım etmesinden dolayı ona müteşekkirdi. Ancak onun kendi otoritesini gölgelemesini de istemiyordu. Maximianus oğlunun aleyhine işler çevirmeye başlayınca, İtalya’dan kovuldu.

Galerius’un Nikomedia’daki sarayına giden Maximianus, sığınma istedi. Galerius’un normalde Maximianus’u İtalya’da yaptıklarından dolayı cezalandırması beklenirdi. Ancak Diocletianus ile olan görüşmesini bu olayla gölgelemek istemediğinden, eski dost Maximianus’u da toplantıya götürmeye karar verdi.

8. Tetrarşi Sistemi Yeniden Düzenleniyor

Üç imparator yıllar sonra bir araya geldi. Maximanus, Diocletianus’a geri dönmesi için adeta yalvardı. Onunla birlikte kendisi de eskisi gibi “Augustus” olmak istiyordu. Ancak Diocletianus’un siyasete dönmeye hiç niyeti yoktu. Maximanus’u da Tetrarşi’ye karışmaması için uyardı.

Yeniden düzenlenen Tetrarşi‘ye göre Galerius’un önerdiği Licinius “Augustus” oluyor, Constantine ve Maximinus Daia “Sezar” olarak devam ediyordu. Terfi bekleyen Konstantin’in “Augustus” olma beklentisi boşa çıkmış, Maxentius ise İtalya’da gaspçı ilan edilmişti.

Tetrarşi’de Üçüncü Yetki Dağılımı

Augustus (Üst İmparatorlar)

Licinius (Batı) < > Galerius (Doğu)

Caesar (Ast İmparatorlar)

Constantine (Batı) < > Maximinus Daia (Doğu)


9. Maximianus Yine Başbelası Oluyor

İtalya’daki oğlunun yanından kovulan ve Doğu’da Galerius tarafından da pek hoş karşılanmayan Maximianus, damadı Konstantin’in yanına yerleşmeye karar verdi.

Konstantin, eski Augustus olan Maximianus’un kızı Fausta ile evliydi. Bu sebeple Konstantin, gaspçı oğluna rağmen (Bkz: Maxentius) ona kötü davranmadı. Fakat emekli imparator burada da rahat durmadı. Konstantin’in Galya’daki lejyonlarını ona karşı kışkırtmaya kalkınca, intihar etmeye zorlanarak ortadan kaldırıldı.

20 yıl boyunca Diocletianus ile birlikte “Augustus” olarak görev yapmış olan ve Tetrarşi’nin kurucularından Maximianus; böylece tarihe karışmıştı. Zaten kurdukları sistemin de sonu yakındı.

10. Galerius’un Ölümü

Bu sırada beklenmedik bir şey oldu ve kıdemli imparator Galerius öldü. Doğu’daki Sezar Maximinus Daia, kendini “Augustus” ilan etti ve başkent Nikomedia’yı ele geçirdi. Konstantin zaten uzun süredir kendini “Augustus” olarak görüyordu. Böylece Diocletianus ile yapılan toplantıdaki yeni düzenleme, sadece birkaç yıl içinde geçersiz hale geldi.

Konstantin, babasının çağdaşı olan tüm imparatorlar tarih sahnesinden silinince (Maximianus, Diocletianus ve Galerius) kendi hükümdarlık zamanının geldiğini düşünmeye başladı.

Tetrarşi Yönetimi’nde Son Durum

Tetrarşi Savaşları

İspanya, Fransa ve İngiltere’de Constantine; İtalya ve Kuzey Afrika’da Maxentius; İlirya ve Balkanlarda Licinius; Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’da Maximinus Daia.

Bu noktadan itibaren kimin “Augustus” kimin “Caesar” olduğunun önemi yoktu. Herkes kendini lider olarak görüyordu ve Tetrarşi sistemi çökmüştü.

11. Milvian Köprüsü Savaşı

Şu ana kadar pek sözünü etmemiş olsak da, Roma İmparatorluğu’nun kaderini kökten değiştirecek bir süreç artık başlamıştı. Yalnızca 20 yıl içinde imparatorluğun dini Paganizm’den, Hristiyanlık inancına evrilecek ve İstanbul “Konstantinopolis” adıyla başkent olacaktı. Bunları gerçekleştirecek olan kişi ise Constantius Chlorus’un oğlu Konstantin’den başkası değildi.

Konstantin’in tek adam olma süreci, öncelikle güneydeki düşmanı Maxentius’u yok etmekle başladı. Geride bıraktığı Britanya, Galya ve İspanya’ya kuvvetlerinin 4’te 3’ünü serpiştiren Konstantin, yaklaşık 30.000 kişilik bir kuvvetle Roma’ya yürümeye başladı.

Torino ve Milano’yu kolayca alan Konstantin, Verona’da ciddi bir direnişle karşılaştı. Ancak Maxentius’un en önemli adamı olan Pompeianus (Üst satırlarda adını not etmiştik.) Verona Savaşı’nda ölünce, Roma’ya giden yol açılmıştı.

Maxentius son ana kadar savunmada kalmayı tercih etse de, Roma’dan ayrılarak Konstantin’i savaş meydanında karşıladı. Maxentius’un birlikleri daha kalabalıktı ve pekala Konstantin’i yenme şansı vardı. Ancak Konstantin’in ordusundaki savaşçılar yıllardır meydanlarda tecrübe kazanmış güçlü adamlardı. Üstelik Konstantin’e de ölümüne sadıktılar. Maxentius’un birlikleri ise işler kötüye gidince paniğe kapılmaya müsait askerlerdi ve zaten öyle de oldu.

Konstantin’in birlikleri Maxentius’u bozguna uğrattı ve sayıca az olmasına rağmen düşmanın kendilerini çevirmesine izin vermedi. Baskıya dayanamayan Maxentius, Tiber Nehri’nin gerisine çekilip orada yeniden toplanmak istiyordu. Ancak birlikleri organize olmayı başaramadılar.

Konstantin geçmesin diye tüm köprüleri yıkmışlardı ve geriye -biri halatlarla bağlı, diğeri ise yıkık dökük- iki köprü kalmıştı. Halatlarla tutturulmuş olan ahşap köprü, üzerindeki yüzlerce askerle birlikte çökünce; askerler çok dar olan taş köprüye (Milvian Bridge) koştular. Ancak çoğu ezildi veya nehre düştü. Maxentius da suya düşenlerden biriydi ve boğularak öldü. Konstantin savaştan sonra Roma’da adeta bir kahraman gibi karşılandı.

Milvian Köprüsü Savaşı, Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu içindeki durumu açısından dönüm noktası olarak kabul edilir. Rivayete göre Konstantin, savaştan bir gece önce rüyasında Hz. İsa’yı görmüştü.

Eğer İsa’nın adının Grekçe baş harflerini (X ve P) askerlerinin kalkanlarına işaretlerse, savaşı kazanacağı müjdelenmişti. Olaya dindar tarihçi Eusebius haricinde kimse yer vermese de, enteresan bir efsanedir. İmparatorun kısa bir süre sonra Hristiyan olacağı göz önüne alınırsa, doğru da olabilir.

12. Licinius ve Konstantin İttifakı

Batı’da mutlak hakimiyet sağlayan Konstantin ve Balkanlar’da konumlanmış olan Licinius ittifak yaptılar. Amaçları Orta Doğu’daki tüm ticaret yollarını ele geçirmiş olan Maximinus Daia’yı ortadan kaldırmaktı. Galerius’un ölümünden sonra Doğu’yu tamamen ele geçiren Maximinus Daia, elinde kalabalık bir ordu olmasına rağmen, Licinius’a yenildi.

Bu arada Maximinus Daia, Antik Roma’dan kalma çok tanrılı Pagan dinini ve Jüpiter Kültü’nü halen destekleyen tek imparatordu. Konstantin, Milvian Köprüsü zaferini takiben Milano Fermanı’nı (Bkz: Edict of Milan) yayınlamış ve Hristiyanlara karşı 300 yıldır sürdürülen zulümlere bir son vermişti. Licinius da görünüşte kararı destekliyordu.

13. Hrisopolis Muharebesi

Diocletianus’un kurduğu Tetrarşi sistemi artık kesin olarak çökmüştü. Tetrarşi’nin hemen öncesinde Diocletianus ve Maximianus döneminde olduğu gibi, Doğu’da (Licinius) ve Batı’da (Konstantin) birer imparator kalmıştı. Ancak Konstantin, ne kadar Licinius’u kızı ile evlendirmiş ve akrabalık bağları kurmuş olsa da, tek imparator olmayı arzuluyordu.

Licinius ise Konstantin’e karşı düzenlenen bir suikast girişimine karıştı ve adeta kendi sonunu hazırladı. Konstantin ve Licinius arasında Balkanlar’da (Edirne) vuku bulan ilk savaşı, Konstantin kazandı ve geçici bir barış ortamı oldu. Ancak Licinius’un Hristiyan halka karşı yürüttüğü sert politika, Batı’da büyük tepkiye neden oldu.

Çift başlılığa kesin olarak son vermek isteyen Konstantin, Byzantium’da (İstanbul’un eski ismi) savunmaya çekilmiş olan Licinius’u Çanakkale Boğazı’ndan donanması ile gelerek bozguna uğrattı. Anadolu Yakası’ndaki Üsküdar’a (Chrysopolis) kaçan Licianus’un ordusu, burada vuku bulan son savaşta yok edildi.

Hrisopolis Muharebesi‘nde Licianus esir düştü ve başta Konstantin tarafından affedilmiş olsa da, sonradan infaz edildi. Bazı kaynaklara göre bunun nedeni kendisinin ordu toplayıp yeniden Konstantin’e karşı savaşmak istemesidir.

Böylece Tetrarşi Sistemi’nden kalan son imparator da tarihe karışmış ve savaş alanlarında hiç yenilmemiş olan İmparator Konstantin, Roma İmparatorluğu’nun tek hakimi olmuştur. Kişisel olarak sevmediği başkent Roma’yı terk etmiş ve Doğu’da yeni bir başkent kurmaya karar vermiştir. Kurmayları onun Doğu’daki başkent Nicomedia’ya (İznik) taşınmasını beklerken, o kendine yepyeni bir başkent seçmiştir. (Bkz: İstanbul)

Olayların Devamını Da Okuyabilirsiniz!

Bu yazıyı kaleme alırken amaçladığım şeylerden biri de Bizans İmparatorluğu tarihinin bir özetini çıkarmaktı. İstanbul tarihi ile yakından ilgilenen biri olarak, her şeyi en başından anlatmak istedim.

Tetrarşi yazısında İstanbul’u Roma’nın başkenti yapacak olan Konstantin’in nasıl tek başına iktidara geldiğini incelemiş olduk. Buradan itibaren konuyu Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları başlığında inceleyeceğiz.

Tetrarşi Nedir?

Bu uzun ve belki de bazı noktalarda sıkıcı hale gelen yazıyı okumayanlar olacaktır. Yazının sonuna doğru hızla gelenler için burada kısa bir açıklama yapalım. Roma İmparatorluğu, 3. yüzyılda büyük bir iç savaşa sürüklendi. İmparatorlar birbiri ardına tahta çıktılar. İstikrar tamamen yok oldu ve halk da yönetimden umudu kesmeye başladı.

Elli yıl süren bir kaos ortamının sonunda tahta çıkan Diocletianus, Roma İmparatorluğu’nun artık kontrol edilmesi çok zor olan sınırlarını güvence altına almak için Tetrarşi adı verilen bir yönetim sistemini devreye soktu. Bu sisteme göre Doğu ve Batı’da birer “Augustus” ve onların yardımcısı olarak birer de “Caesar” olacaktı. Diocletianus’un otoritesi altında mükemmel işleyen sistem, kendisi gönüllü olarak tahttan inip, inzivaya çekilince bozuldu.

Tüm bu karmaşanın içinden sıyrılan Constantine (Büyük Konstantin), tek başına imparator olmakla kalmayıp; Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve sosyal yapısını tamamen değiştirdi. Uzun süren iktidar yarışında adım adım Hristiyanlığı meşru hale getirdi ve ardından da başkenti Roma’dan, İstanbul‘a (Konstantinopolis) taşıdı.

Son olarak şunu da eklemek gerekir ki, Tetrarşi, Diocletianus’un yaptığı reformlardan sadece biridir. Diocletianus tahta çıktığında tam anlamıyla enkaz haline gelmiş olan ekonomi, ordu ve siyaset, bir dizi reformla düzeltilmiş ve Roma İmparatorluğu rayına girmeye başlamıştır.

Diocletianus’un sisteminin zirveye ulaştığı nokta, Galerius’un Persleri yenip; Constantius’un da Britanya’yı geri aldığı dönemdir.

Tetrarşi Dönemi Yazısı Kaynakları

Tetrarşi dönemi yazısının kaynakları arasında İngiliz yazar John Julius Norwich’in “Byzantium” adlı eseri var. Bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe olarak da basıldı. Oldukça başarılı bir çeviriye sahip olan kitabı tavsiye ederim.

Buna ek olarak İngilizce hakimiyeti olanlar için Mike Duncan’ın ” The History of Rome” adlı podcast yayınını da şiddetle tavsiye ederim. Bu yayını hem internetten, hem de Spotify’dan bulabilirsiniz.

Roma’da Tetrarşi Hakkında Bilgi by Serhat Engül

Filed Under: Bizans Tarihi, Featured

Reader Interactions

Comments

  1. blankErkan says

    14 March 2019 at 13:11

    Sevgili meslektaşım, emeklerine sağlık. Çok faydalandım.

    Reply
    • blankSerhat Engül says

      14 March 2019 at 19:01

      Merhaba Erkan Bey. Yazının işe yaramasına sevindim. Hatta bir meslektaşıma faydalı olması beni iki kat fazla mutlu etti. Nazik yorumunuz için teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla…

      Reply
  2. blankSinan Ercan says

    21 August 2020 at 11:39

    Çok detaylı, anlaşılır ve keyifle okunur bir yazı olmuş. Teşekkür ederim Serhat. Aynı sınıfta eğitim gördüğüm bir arkadaşımın bu güzel yazısını tesadüfen bulmuş ve okumuş olmak da beni ayrıca mutlu etti. Diğer yazılarını da en kısa sürede okuyacağım. Bu güzel yazıların devamını getir lütfen. 🙂

    Reply
    • blankSerhat Engül says

      21 August 2020 at 11:54

      Merhaba Sinan, “Tetrarşi Yönetimi” Bizans İmparatorluğu hakkında hazırladığım yazı dizisinin ilk parçası. Dilersen Dördüncü Yüzyıl Roma İmparatorları yazısından devam edebilirsin. Şu ana kadar Yedinci Yüzyıl Bizans İmparatorları dahil 5 yazı yayınlandı. Devamı gelecek. Güzel yorumun için teşekkür ederim ve keyifli okumalar!

      Reply
  3. blankAhmet Kaytanlı says

    21 August 2020 at 11:41

    Çok faydalı ve güzel bir yazı olmuş. Yazanın ellerine sağlık.

    Reply
    • blankSerhat Engül says

      21 August 2020 at 11:50

      Merhaba Ahmet Bey, yorum için teşekkürler. Yazının size faydalı olmasına sevindim.

      Reply
  4. blankErdoğan Çırak says

    9 September 2020 at 17:43

    Bende yazılarınızı kısmen okudum ve okumaya devam edeceğim. Anlatım diliniz çok iyi. Emeğinize sağlık.

    Reply
    • blankSerhat Engül says

      9 September 2020 at 19:13

      Merhaba Erdoğan Bey, nazik sözleriniz için teşekkürler. Yazıları beğenmenize sevindim.

      Reply

Leave a Reply Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Primary Sidebar

Sosyal Medya Linkleri

  • Facebook
  • Instagram
  • Pinterest
  • Twitter
  • YouTube

Istanbul Turist Rehberi

blankMerhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

serhatengul

Günlük No: 13 Sanırım bu arşivimdeki en sevdi Günlük No: 13 Sanırım bu arşivimdeki en sevdiğim fotoğraflardan biri. 2016 yılında çekmişim. 2020'de Ayasofya camiye çevrildikten sonra girişler eskiden çıkış kapısı olan yerden yapılmaya başlanmıştı. Bu alışık olduğumuz gezi güzergahının çok dışındaydı ve insanların Ayasofya'nın koridorlarından geçerek iç mekana doğru heyecanla ilerlemesini engelliyordu. Direkt olarak iç koridora giren ziyaretçiler ne olduğunu anlamadan kendini Ayasofya'nın içinde buluyordu. Şimdi ise gezi rotasını müze olduğu zamandaki haline döndürdüler. Böylece Ayasofya'nın bahçesindeki tarihi eserleri görerek yapıya yaklaştığımız ve koridorlardan heyecanla ana mekana doğru ilerlediğimiz eski sistem geri geldi. Ben de bu fotoğrafı Ayasofya ile ilgili yazdığım yazılarda o hissi aktarabilmek için çekmiştim. Avludan henüz içeriye adım atmışken imparator kapısını ve Ayasofya'nın içini görüyoruz. Böylece ana mekan bizi bir mıknatıs gibi kendine doğru çekiyor. İmparatorluk kapısına yaklaştıkça da yavaş yavaş kubbenin de ihtişamını görmeye başlıyoruz. Ayasofya ziyaretinin hakkını veren bu eski sistemin geri gelmesine sevindim. Umarım bu iyileştirmeler devam eder. #istanbul #istanbulblog #istanbulfotoğrafları #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbultrip #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulpage #istanbulmoments #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 12 Rehberlik yaparken uzun saatler yürüyoruz ve ayakta dikiliyoruz. Sırt, bel ve bacak ağrısı çekmemek için hem zinde olmaya, hem de iyi bir ayakkabıya ihtiyaç var. Şimdilerde Pandemi dönemi boyunca düzenli olarak spora gitmenin meyvelerini topluyorum. İşler kesatken ve web sitelerini güncellemek ile meşgul iken, hareketsizliğimi dengelemek için devamlı kardiyo ve ağırlık çalıştım. Bir gün pandemiden çıkıldığında milletin çılgınlar gibi seyahat edeceğini tahmin ediyordum. Ki şimdi bu patlamanın emarelerini görmeye başladık. Bu güzel havalarda sokaklarda dolaşmak insana gerçekten iyi hissettiriyor. Baharın gelişi yalnızca mevsim değişimini değil de, uzun ve karanlık bir tünelin çıkışını da simgeliyor sanki! Yıllar önce iki tane Adidas Energy Boost almış ve parçalayana kadar dönüşümlü giymiştim. Hayatımda kullandığım fiyat/performans oranı en yüksek ve en konforlu ayakkabıydı. Sonradan Energy Boost 2,3 ve 4 gibi serileri çıktı ama bence hiçbiri ilki kadar iyi değildi. Bir süre Adidas'ı bırakıp Skechers'a geçtim. Skechers Go Walk serisi çok rahat ama çok dayanıksız. Uzun saatler yürüdükten sonra ayağı saran kısımları ve tabanı iyice gevşiyor ve ideal şeklini kaybediyor. Yıllarca Skechers modellerini kullandıktan sonra Adidas'ta nihayet Energy Boost 1'in muadilini buldum ve Adidas'a dönüş yaptım. :) Evet arkadaşlar böyle bir arayışta olan varsa "Adidas Ultra Boost" süper bir ayakkabıya benziyor. Henüz sahada test etmemiş olsam da ilk izlenim mükemmeldi. Bu sayfayı hakikaten iyice günlüğe çevirdim. Hintli kızın fotoğrafının altında ayakkabı modellerinden bahsediyorum. 3-5 kişi azmedip okuyorsa onları da kaçıracağım :))) Bu arada bu fotoğrafı 2010'da yaptığım Hindistan seyahatinde Delhi'deki Jama Masjid'te (Jama Camii) çekmiştim. #instagood #instapic #instadaily #instaphoto #instaart #instatravel #photooftheday #picoftheday #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 11 Dün yaklaşık 10 kişilik bir Türk gruba Fener Balat turu yaptım. Son birkaç aydır turlarım hep Sultanahmet'te geçiyordu. Fener ve Balat civarlarını çok özlemiştim. Sert bir kışın ardından gelen bahar gibi, turizm de 2 senelik pandemi uykusundan uyandı ve işlerimiz yoğunlaşmaya başladı. Eve kapandığımız dönemler ise benim için İngilizce ve Türkçe sitelerdeki 400 yazıyı yeniden düzenlemek ve güncellemek için altın bir fırsattı. Şimdi bakıyorum da yoğunlaşan işlerin getirdiği yazışmalar ve turlar başlayınca bu işe bir daha kalkışamazmışım. Kendi çapımda krizi fırsata çevirmiş oldum. Ama herkes gibi bu dönemde ben de çok sıkıldım. Zaman insan hayatında o kadar önemli ki! Bir yandan onu en iyi şekilde kullanmaya çalışırken, diğer yandan da onu cömertçe harcamak zorundayız. Çünkü hiçbir şey zaman ve emek harcamadan olmuyor. Bir yerde "İnsanlara kendinizi sevdirmeye çalışmayın! Yalnızca olduğunuz gibi davranıp her şeyi zamana bırakın!" gibi bir cümle okumuştum. O zaman bu cümlenin kıymetini pek anladığımı sanmıyorum. Ama "yaş almak" bana sabır etmeyi öğrettikçe, zamanın hayatta her şeyin en iyi ilacı olduğunu anladım. Turlar sırasında sıkça gittiğim bir restoranda garson arkadaşımdan bir espresso istedim. "Ne demek, sen iste buraya espresso makinesini getiririm!" dedi. Bunu öylesine samimi bir şekilde söyledi ki çok mutlu oldum. Dün Balat'ta ziyaret ettiğim caminin bekçisine arkası dönükken seslenip "Ne zamandır görüşemedik, sesimden tanıdın mı?" dedim. Bana dönüp kocaman bir gülümseme ile "Hatırlamaz mıyım? Sen sahilden konuşsan buradan duyulur!" dedi. Grubumla camiyi ziyaret ettim ve çıkarken bana "Eski rehberler çok azaldı. Buralara yeni gelmeye başlayanların da tadı yok!" gibi bir şeyler mırıldandı. O an bu işte biraz eskimeye başladığımı fark ettim. Bakıyorum da ilk Balat turumu yapalı 13 sene olmuş. Rehberlik kokartımı alalı ise 18 sene doldu. Bu fotoğrafı 2008 yılında İspanya'nın Sevilla kentinde çekmiştim. Flamenko ezgileri eşliğinde bu sarayı keşfetmek, seyahatimin en güzel anlarından biriydi. İnsan böyle bakınca fotoğraf çekmenin önemini bir kez daha anlıyor. Yoksa bu anı nereden hatırlayacaktım ki! #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No: 10 Bugün İranlı bir aileye rehber #Günlük No: 10 Bugün İranlı bir aileye rehberlik yaptım. Ailenin büyük oğlu yıllar önce çalışmak için İsveç'e gitmiş ve şimdi İsveçli bir kızla nişanlanmak üzereler. Sanırım bu Türkiye gezisi de ailenin tüm üyelerini yabancı gelin adayı ile tanıştırmak üzerine düzenlenmiş. Anne baba çok şeker bir çift ve huzur veren cinsten insanlar. Büyük oğul kendini çok iyi yetiştirmiş ve İsveçte tıp alanında çalışıyor. 20'li yaşlarda bir erkek kardeşi ve 16 yaşında da bir kız kardeşi var. Kendisi hariç tüm ailesi İran'da yaşıyorlar. Bazen bu kadar farklı milletlerden insanlar tanımamı sağlayan bir iş yaptığıma şükür ediyorum. Yoksa her millete yapıştırılan etiketlere bağımlı kalacak ve belki hiçbir şey bilmediğim için bazılarından nefret edecektim. Oysa turizmde geçen 20 yılı aşkın sürede o kadar çok memleketten insan tanıdım ki, hiçbir ülkeye ön yargım kalmadı diyebilirim. Devlet politikaları ile sıradan insanların ajandası ve hayata yaklaşımları kesinlikle çok farklı. Az buçuk mürekkep yalamış ve sağduyulu bir insan dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın birçok şeye karşı objektif bir bakış açısı geliştirebiliyor. Bir de böyle farklı millet ve ırklardan insanların birlikte mutlu olduğunu görmek çok hoşuma gidiyor. Hakikaten çeşitlilik bir zenginlik. Geçenlerde Afroamerikan bir erkek ve Asyalı bir kızı gezdirmiştim onların da uyumu çok hoşuma gitmişti. Hem de her ilişkinin kendine has bir öyküsü var ve onları dinlemek çok hoşuma gidiyor. Önceki günlüklerde seyahat arşivlerimi açacağımdan bahsetmiştim. Geçmişte Facebook'ta "Objektifime Gülümseyenler" adlı bir albümüm vardı ve onlarca milletten insanın portre fotoğraflarını paylaşıyordum. İşte bu fotoğraf da onlardan biri. 2010 yılında Endonezya'daki Bali Adası'na gittiğimde çekmiştim. Dikkat ettim de son yıllarda hiç portre çekmemişim. Hep geniş açı mimari çekim yapmışım. Fotoğraf çekmek insana dijital bir hafıza da sağlıyor. Hayatınızın hangi yöne gittiğini de görüyorsunuz. Fark ediyorum ki insanlardan uzaklaşmışım ve yanlış yapmışım. Pandemi ertesi birçok şeyi değiştirmek istiyorum. Hadi bakalım hayırlısı! #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No: 9 Dün Kadıköy'ün Balık Pazarı #Günlük No: 9 Dün Kadıköy'ün Balık Pazarı ile Bahariye Caddesi arasındaki kısmını gezdim. Her ne kadar Moda'yı başka bir güne saklamış olsam da ucundan bazı yeni kafelerini de keşfetmekten geri kalamadım. Pandemi döneminde hangi restoranlar ve kafeler açılmış veya kapanmış diye bakarken bu görseldeki kafenin daha önce hiç içine girmediğimi fark ettim. Kafenin dışı zaten çok güzel ve Küba esintisi yaratıyor. Ancak içinde çok daha hoş bir Küba atmosferi var. Anılarım depreşti ve fark ettim ki Küba'yı çok özlemişim. Eski harici sabit diskimi bilgisayara bağlamak zor oluyor diye arşivleri düzenlemeyi erteledikçe erteliyordum. En sonunda sabit disk bozulma sinyalleri vermeye başlayınca apar topar her şeyi yedekledim. Şimdiki sabit disk çok pratik bağlanıyor ve hızlı çalışıyor. Hal böyleyken bir ara Küba arşivlerini de açmak lazım. Her şeye olduğu gibi şu Instagram'a da çok geç ısındım. Bunun tek iyi tarafı elimde paylaşacak tonlarca materyal olması. Ha bu arada Küba Kafe'den sonra mutluluğun resminin çizildiği yere gittim. Orası "Çiya Restaurant". Yemek resmi paylaşmayı sevmesem de anlatması güzel oluyor. Şimdi efendim Çiya'ya gidiyorsunuz, meze tabağına zahter, kısır ve humus koyduruyorsunuz. Onu zevkle mideye indirdikten sonra bir de lahmacun ve ekşi ayran. İşte mutluluğun resmi! Ha bir de bunun üzerine Baylan'da Mus Şokola ile çay. Biraz ara verdikten sonra da Balık Pazarı'nı tepeden izleyen bir kafe olan Montag'in aromalı çekirdeklerinden bir espresso. Mmmmh! İşte bu! I love you İstanbul! Seni turist gibi gezmek çok güzel! #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 8 Göze hoş gelen fotoğraflar çekm Günlük No: 8 Göze hoş gelen fotoğraflar çekmek ne kadar kolaylaşmış yav! Ya da ben mağaradan yeni çıktım! Bundan uzun yıllar önce (90'ların sonu 2000'lerin başı) analog fotoğraf makineleri (hani şu içinde 36'lık film makarası olanlar) demode olmuş ve yerine DSLR makineler çıkmıştı. Yeni nesil DSLR fotoğrafları dijital olarak saklayan bir hafıza kartına sahipti ve yüzlerce fotoğraf çekme imkanı sağlıyordu. İşte o zamanlar birçok romantik insan bu makinelere geçmeyi reddetti. Fotoğraf forumlarında Analog SLR makinenin orijinalliğine dair bir sürü paylaşım yapıldı. Ama yıllar içinde o eski makinelerin hepsinin yerini dijital fotoğraf makineleri aldı. O dönem analog ile dijitalin karşılaştırılmasını çok anlamsız buluyordum. Dijital ne çektiğini anında gösteriyordu bir kere! Süper çekimler yaptım diyorsun, resimler banyo ediliyor, o da ne! yok karanlık çıkmış, yok kamera titremiş! Hadi bakalım yandı gülüm keten helva! Amma velakin ben de cep telefonlarını keşfetmekte, dijital makineleri yok sayıp eski püskü analog makineler ile boğuşan dinozorlar kadar geç kaldım! Bugün yanıma profesyonel DSLR makinemi aldığım halde çantadan çıkarmayıp yine cep telefonu ile çektiğimi fark edince bu işin (benim için) ömrünün dolduğuna kanaat getirdim. Cep telefonu geniş açı çekiyor, insan gözü ile çekiyor, zoom çekiyor. Bak sen şu işe! Benim küçük canavarın yaptıklarını yapabilmem için eskiden Nikon ile birlikte 11-16mm Tokina, 17-50mm Tamron ve 35mm Nikon lenslerimi yanımda taşımam gerekirdi. Yok arkadaş ben karar verdim hamallık yapamayacağım artık! İyi fotoğraf DSLR + bir çanta dolusu lens ile çekilir demiyorum artık. Samsung A72 cebimde... Üstelik renk ayarlarını bile otomatik yapıyor. Ha bu görsel çok ahım şahım bir fotoğraf değil. Ama numune olarak koydum işte kameradan çıktığı gibi her şeyi hazır. Valla bravo! #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:7 Aziz Antuan Kilisesi gerçekten de #Günlük No:7 Aziz Antuan Kilisesi gerçekten de İstanbul'un en güzel yapılarından biri. Bu kilisenin avlusuna girdiğim zaman kendimi Venedik'te gibi hissediyorum. Sadece kilise değil, kiliseyi çevreleyen binaların da mimarisi çok güzel. Özellikle de binaları birleştiren koridorlardaki sütunlar ve revaklar muhteşem. Venedik şehrini gezerken en çok pencereler ve balkonları süsleyen sütunlara ve nişlere hayran kalmıştım. Burası oradan bir esinti sunuyor. Bana kalırsa burası İstanbul'da fotoğraf çekmek isteyenler için en özel yerlerden biri. Arşivde çok fotoğrafı var da, üşendiğim için ortaya çıkarmamışım. Şimdi peyderpey paylaşacağım. #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:6 İstanbul öyle bir şehir ki, ne k #Günlük No:6 İstanbul öyle bir şehir ki, ne kadar gezerseniz gezin bitmiyor. Bu şehre yıllarını vermiş sanat tarihçisi, arkeolog ve rehberlerin söyleşilerini dinliyorum ve onlar da hala İstanbul ile ilgili yeni şeyler öğrenmenin peşindeler. Ben Kadıköy'de doğdum ve ilköğretim yıllarım Acıbadem'de geçti. Şimdi fark ediyorum da Tarihi Yarımada'ya odaklanmaktan, Kadıköy'ü baya ihmal etmişim. Geçtiğimiz günlerde katıldığım Yeldeğirmeni turunda Kadıköy ile ilgili ne kadar az şey bildiğimi fark ettim. Örneğin Bahariye Caddesi üzerinde bulunan Surp Levon Kilisesi'ne daha önce hiç gitmemişim. Tur sırasında uğradığımızda bu kilisenin rahibi bizlere harika bir konuşma yaptı. Kendisi teoloji alanında doktora seviyesinde öğrenim görmüş ve belli ki çok dolu biri. Böyle çok bilgili insanlar konuşmaya başladığında (hele de ilgimi çeken bir konudan bahsediyor ise) çok keyif alıyorum. Yılların okuyup yazmışlığı ve yaşanmışlığı bir kapsüle hapsedilmiş gibi bize aktarılıyormuş gibi hissediyorum. Böyle zamanlarda bilgiyi havada yakalayasım geliyor. Bu aralar turların haricinde bol bol kendim için gezmeye başladım. Sanırım pandemi boyunca tüm vaktimi alan web sitesi güncelleme işlerinin bitmesi de önümü açtı. Dün de Galataport'u enine boyuna gezdim, haritasını çıkardım ve İngilizce siteye yazmaya başadım. Hakikaten güzel olmuş. En sevdiğim pastanelerden biri olan Baylan'ın burada butik bir şube açmasına da sevindim. Bu arada ne kadar gezersem gezeyim sonunda yine Eminönü'ne dönüyorum. Mısır Çarşısı ve çevresindeki restoranlar, kafeler, camiler, ara sokaklar beni inanılmaz cezbediyor. Bu semtin nostaljik atmosferine ve insanı tazeleyen enerjisine hayranım. #serhatengul #istanbulturistrehberi #istanbulblog
#Günlük No:5 Dün Kadıköy'ün Yeldeğirmeni se #Günlük No:5 Dün Kadıköy'ün Yeldeğirmeni semtine yoğunlaşan harika bir tura katıldım. Arada İstanbul'u başka rehberlerden dinlemek insanın ufkunu açıyor. Özellikle de eski ve tecrübeli rehberlerin anlatımlarını dinlemekten büyük keyif alıyorum. Okunmuş yüzlerce kitap ve sahada geçmiş onlarca yıldan süzülüp gelen bilgileri aktarıyorlar. Öyle değerli ki! Gezi sırasında fark ettim ki, gördüğümüz binaların tarihi ve mimari özelliklerinden çok, hocaların tarihi olaylardan çıkarımlarını dinlemeyi seviyorum. İçinde bulunduğumuz bilgi çağında bir binanın tarihi hakkındaki genel bilgileri bulmak oldukça kolay. Ama hocanın bir adım geri çekilip o dönemdeki İstanbul'u anlatması ve gözümüzde bir dönem filmi gibi canlandırması harikaydı! Bir de böyle ileri yaştaki rehberleri sahada dimdik ve enerjik görmek çok hoşuma gidiyor. Böylece rehberlikte "emeklilik" diye bir şey olmadığını bir kez daha kavrıyorum. Ne de olsa İstanbul'un tarihi Çin kutusu gibi, açtıkça içinden başka şeyler çıkıyor. Elbette hiçbir zaman "her şeyi" biliyor olmayacağız! Ama en azından şarap gibi yıllandıkça, dünyanın dört bir yanından gelen tarih sever insanlarla daha olgun ve kaliteli bilgiler paylaşacağız. Bu arada çoğu zaman olduğu gibi anlattıklarımın resimle bir ilgisi yok. :) "Büyük Postane" İstanbul'daki en sevdiğim binalardan birisi ve onu geniş açıyla çekmeye çalışmışım. Bu binanın çevresindeki hareketlilik çok hoşuma gidiyor. Genelde tur harici gezdiğimde hep buralarda yemek yiyor, kahve içiyor ve keyifli zaman geçiriyorum. #istanbulblog #visitistanbul #istanbultravel #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:4 Bugün Amerika Birleşik Devletleri #Günlük No:4 Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nden (New Jersey) gelen pırıl pırıl bir genç çifti gezdirdim. Her ne kadar yarım günlük bir tur olsa da baya keyifli vakit geçirdik. Mutlu insanlarla vakit geçirmek, eşlik eden kişiye de mutluluk aşılıyor olsa gerek. Geçen gün 3 yaşındaki muhabbet kuşumu kaybettiğim için çok üzülmüştüm. Aslında hala etkisinden çıkamadım, çünkü evin içinde devamlı gözüm onu arıyor. Bir de dinlediğim müziğe kadar her şey ile özdeşleşmiş kerata... Onun back vokalleri olmadan müzik bile dinlemenin keyfi kalmadı. Neyse ki dün ve bugün çok aksiyonlu geçti de çok sevdiğim bir hayvanı kaybetmenin acısını biraz hafifletti. Alakasız olacak ama yıllar önce Osman Pamukoğlu'nun bir kitabını okumuştum. Çelik gibi bir iradeye sahip olan bu adam, hayatını anlatırken zorluklara katlanmanın da reçetesini veriyordu. "Depresyonun en iyi ilacı hareket etmektir." gibi bir cümlesi vardı ve onu hiç unutmamışım. Zaten genelde okuduğunuz bir kitaptan akılda birkaç vurucu cümle kalır ve gerisi unutulur gider. Ama bazen o sözler de sizin hayat felsefenize büyük katkı yapar. Ne zaman sıkıntılı ve acılı bir dönemden geçtiğimi düşünsem, ilk üzüntü geçtikten hemen sonra kendime aksiyon yaratmaya çalışıyorum. Hakikaten de insan bir şeylerle meşgul olmadan, kafasına üşüşen kötü düşünceleri kovamıyor. Ölüm gerçekten insan aklının kabullenmekte çok zorlandığı bir şey. Bu bir insan da olsa, aileden saydığınız bir ev hayvanı da, ölümü çok zor kabulleniyorsunuz. Ama yine de durup yarayı kanırttıkça kimseye pek bir faydası olmuyor. Bu arada dünkü yürüyüşte çektiğim bir kareyi paylaşmak istedim. Aslında bu fotoğraf ters ışıkta çekilmiş ve teknik açıdan kusurlu ama telefonların yapay zekası öyle gelişmiş ki, bu berbat ışıkta bile maksimum iyileştirmeyi yapabiliyor. Bu fotoğrafı Nikon ile çeksem, herhalde felaket çıkardı. Bu arada şu Eminönü'nün hiç bitmeyen enerjisine hayranım. Şu meydanda asırlardır yaşam hiç durmadan akıyor. Osmanlı döneminde ve hatta ondan öncesinde Bizans döneminde bile böyleydi bu... Şehrin en sevdiğim yeri. #istanbulblog #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbullove #tarihnotlari #tarihiyerler #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:3 Bugün uzun zamandan sonra İstanbu #Günlük No:3 Bugün uzun zamandan sonra İstanbul'u bir turist gibi gezdim. Son zamanlarda turlarda gezdirdiğim yerler haricinde keyfi olarak "sadece kendim için" gezmemiştim. Uzun zamandır Rüstem Paşa Camii'ne gider o güzel çinilerin fotoğraflarını çekerim diyordum. Sonunda bugün yaptığım "uzun yürüyüş turunda" yolumu buraya düşürdüm. Gezmeye önce Sirkeci'den başladım, Eminönü'ne gittim, sonra Mahmutpaşa Pazarı'nı fotoğraflamak için Beyazıt'a doğru çıktım. Sonra tekrar Eminönü'ne inip, Galata Köprüsü'nden Karaköy'e geçtim. Oradan Tünel aracılığı ile Meşrutiyet Caddesi, İstiklal Caddesi, Cihangir ve sonunda Tophane'ye inerek günü tamamladım. Böylece geçenlerde aldığım Samsung A72'nin fotoğraf çekme kabiliyetini de test etmiş oldum ve ilk sonuçlar gayet başarılı. Düşünüyorum da eskiden ultra geniş açı (10-20mm arası) için başka, insan gözünün gördüğü 50mm yakınlarında çekim yapmak için başka objektif kullanıyorduk. O tuğla gibi lensleri yanımızda taşımaktan belimiz kambur oldu. Şimdi cep telefonlarına ultra geniş açı özelliği gelmiş. Ve elbette benim Tamron 11-16 kadar kaliteli çekmese de, ona yakın bir sonuç veriyor. Üstelik bir düğmeye basarak standart zoom lense geçebiliyorsunuz. Bunun için 2 ve hatta bazen ayrı 3 lens taşımak gerekirdi. Hey gidi teknoloji ve hey gidi yapay zeka! O değil de İstanbul'da turist olmak güzel şey ya! En sevdiğin semtlerde yürümek, en sevdiğin restoranlara gitmek ve en sevdiğin kafelerde mola vermek. Her ne olursa olsun İstanbul'da yaşamaktan vazgeçemem herhalde! Tarihi Yarımada'da Rüstem Paşa Camii'nde, Mısır Çarşısı'nda bolca fotoğraf çektim. Beyoğlu'nda ise Meşrutiyet Caddesi'ne yoğunlaştım. Böylece yazdığım ve yazacağım yazılara bolca görsel materyal çıktı. Peyderpey Instagram'da da paylaşacağım. #istanbulblog #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbullove #istanbulfotoğrafları #blogger #instablog #tarihnotlari #tarihiyerler #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No:2 Dün Topkapı Sarayı'nın 4. avlusu Günlük No:2 Dün Topkapı Sarayı'nın 4. avlusundan paylaşım yapmıştım. Bugün de aynı yerden devam edeyim bari. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından Sultan IV. Mehmed döneminde yaptırılmış olan bu köşk avlunun en güzel yerinde konumlanıyor. Bir önceki gönderide Instagram'ı artık bir günlük gibi kullanacağımı söylemiştim. Ama ertesi gün kendimle ilgili not edecek önemli bir şey olacağını düşünmemiştim. Evet arkadaşlar maalesef bugün 3 yaşındaki muhabbet kuşumu kaybettim. Her ne kadar küçük olsa da aileden biriydi. Şu covid dönemindeki sıkıntılı zamanlarda beni en çok oyalayan ve eğlendiren canlıydı kendisi. Bir sürü kelime öğrenmişti ve benim ses tonumdan mükemmel bir telaffuzla söylüyordu kerata... Kahve öğütme makinesi, su sesi, saç kurutma makinesi ve bilumum gürültülü şeyden hoşlanır ve keyifle şakırdı! Matkap sesi bile duysa hoşuna giderdi, yeter ki cümbüş olsun! İnsan sağken bir ev hayvanının hayatında bu kadar yer kapladığını fark edemiyor. Ama gidince evde kocaman bir sessizlik oldu. 2019'un Aralık ayında sabah kahvaltısı için kahve hazırlarken penceremin önünde bulmuştum onu... Soğuk bir kış günü, hastalanmadığını umarak eve almıştım ve o günden sonra evin ayrılmaz bir parçası oldu. Üstelik onu eve aldığımda evde kedi de vardı! Ama birlikte yaşatmanın bir yolunu bulmuştuk. Sonra kedimiz böbrek yetmezliğinden ölünce onun acısını çabuk atlatmama yardımcı olmuştu bizim sevimli "Bıcır". Koskoca Covid döneminde ben blog yazılarına gömülmüşken bana şarkılarıyla eşlik etti. Ve onun sayesinde hiç sıkılmamıştım. Ama şimdi bir anda hayatımdan çıkınca valla çok sıkıldım! Umarım bu acı çabuk geçer. Huzurla uyu Cici Bıcır! 15. Şubat. 2022
Günlük No:1 Instagram sayfamı artık bir günlük gibi kullanmaya karar verdim. Yoksa buraya arada sırada görüntü olsun diye fotoğraf koymak o kadar anlamsız geliyor ki! Yıllardır blog yazan biriyim. Yeri geliyor bir blog yazısını kurgulamak, yazmak ve İngilizceye çevirip Istanbul Clues'a eklemek için tüm günümü harcıyorum. Ama buraya bir fotoğraf eklemeye üşeniyorum. Aklıma gelen şeyleri, yaptıklarımı ve yapacaklarımı buraya not edeyim de bari bir işe yarasın. Artık girişte resimle alakalı bir iki kelam edip altına da içimde ne varsa döküvereyim bari! Biraz önce Super Bowl'un Devre Arası şovunu izledim. Yav arkadaş bu nedir yav! Böyle bir şov olamaz. Tüm tüylerim diken diken oldu! Son beş yıldır yok jet düştü, yok bomba patladı, yok Covid yayıldı diye biz eğlenmeyi unutmuşuz! Rock 'n Coke'a, Küçük Çiftlik Park'a filan abone olduğum yıllar aklıma geldi. Vallahi 2000'leri hatırlayınca üzüldüm. Galiba biz bu hengamede yaşamayı da unuttuk! 50 CENT, Eminem, Snoop Dogg babalar bir araya gelmiş inanılmaz bir şov yapmışlar. Bu arada bakıyorum da Amerika'da Covid kaygısı filan kalmamış. On binlerce kişi stadyumda çılgınlar gibi eğleniyor. Buradan Amerikan yetkililerine sesleniyorum: Kardeş şu Türkiye'ye seyahat uyarısını kaldırın da Amerigalı turistlerimiz geri gelsin, ortalık bir şenlensin! Gerçi son günlerde benim bloglardaki hareketliliğe bakarsak geri dönüyorlar yavaş yavaş. Trafik arttı, İstanbul ile ilgili soru soranlar arttı. Covid filan derken eve iyice alıştık gezmeyi unuttuk! Bari müşteriler gelsin de sağda solda yeni açılan yerleri birlikte keşfedelim! Mesela Sirkeci'deki muhteşem Legacy Ottoman Otel'in üstünde yeni bir restoran açılmış. Adella isimli bir balık restoranı sanırsam. Sosyetik müşterilerimden biriyle birlikte deneyimlerim artık! Gülmeyin valla son zamlardan sonra İstanbul'daki restoranları, kafeleri filan otlakçılık yoluyla deneyimlemek durumundayız! Yoksa Nusret'te, 360'ta, Çırağan'da filan yemek neyimize artık! :( Bunları bari buraya not edeyim de unutmayayım! Nasıl olsa kimsenin resim altındaki yazıları okuduğu yok. :)) Lan yoksa!! O değil de resimdeki Topkapı Sarayı'nın 4. bahçesi ne güzel ya! Aynı Elhamra Sarayı gibi valla! :)
İtalya gezisi sırasında Bologna'dan, Floransa'y İtalya gezisi sırasında Bologna'dan, Floransa'ya giderken Pisa şehrine de günübirlik uğramıştım. Pisa Kulesi gerçekten de şöhretinin adını verecek kadar güzeldi. Her ne kadar çoğu insan Pisa'ya kulenin şöhreti için gidiyor olsa da, oraya vardıklarında Mucizeler Meydanı'nın (Piazza dei Miracoli) büyüsüne kapılıyorlar. Pisa Katedrali ve onu çevreleyen meydandaki yapılar öyle güzel bir bütünlük oluşturuyor ki, adeta zamanda yolculuğa çıkmış gibi heyecanlanıyorsunuz. İtalya'yı kuzeyden güneye gezdiğim 3 haftalık gezide onlarca katedral ve kilise ziyaret ettim. Pisa Katedrali ise beni en çok etkileyenlerden biri oldu. Sanırım bu hoş kiliseyi listenin ilk 5'ine hiç düşünmeden eklerdim. Pisa Kulesi ile ilgili araştırmayı derinleştirdikçe ilginç detaylara rastlıyorsunuz. Örneğin kule daha yapım aşamasında eğilmeye başlamış. 1170'lerde inşaatın daha ikinci katı yapılırken kule eğilmeye başlayınca (toplam 8 kat var) mimarlar "Eyvah .ıçtık" demiş olsa gerek. Amma velakin katedral bir kez inşa edilince çan kulesinin de yanına yapılması gerekiyordu ve durmamış devam etmişler. Pisa Kulesi eğilmiş eğilmesine ama yumuşak zeminin azizliği olmasa belki de bu kadar ünlü olmayacaktı. Ben İtalyanların heykellerine kafayı takmış biri olarak kuleyi feda edip heykeli kadrajın ortasına almışım. Ama Kule-Heykel-Bulut üçlemesini 15 yıl önceki fotoğraf makinemin görüş açısına ancak bu kadar sığdırabilmiştim. Bu arada başarılı bir denizci kavim olan Pisalılar, İstanbul tarihine de çok uzak değiller. Zira biz her ne kadar tarih kitaplarından Venedikliler ve Cenevizlileri hatırlasak da, 12. yüzyılda Konstantinopolis'in limanında Pisa ticaret kolonisi de faaliyet gösteriyordu. #italya #pisa #pisatower #seyahat #gezi #geziblog #seyahatblog #sanattarihi #instaphoto #serhatengul #istanbulturistrehberi
Covid, enflasyon, ekonomik kriz derken bir süre d Covid, enflasyon, ekonomik kriz derken bir süre daha seyahate çıkamayacağız gibi gözüküyor. Arşivlerle yetinmemiz gereken bu günlerde İtalya dosyasını karıştırmaya başladım. 2007 yılında çıktığım seyahatte sırt çantamı kapıp Venedik'e gitmiştim ve 21 günlük ziyaretimde ziyaret ettiğim ilk yer Frari Santa Maria Bazilikası'ydı. İtalya'nın vaat ettiği sonsuz sanatsal zenginliği adeta kana kana içmek istiyordum. Kaldığım yere en yakın tarihi yapı olan bu katedral de beni hayal kırıklığına uğratmadı doğrusu! İçi muhteşem heykellerle süslü bu katedralde koca bir tur atmış ve bolca fotoğraf çekmişim. Ama en net hatırladığım şey arka taraftaki avluda bulunan bu heykeldi. Bir gizli hazine! Bu İtalyanların içtiği sudan mıdır, yediği yemekten midir neye ellerini atsalar bir sanat eserine dönüşüyor. Araba yapsalar Ferrari oluyor, giysi tasarlasalar Gucci oluyor. Zaten içinde bulunduğum şehir bir sanat eseriyken, onun içindeki bir katedraldeki bir melek heykelini hiç unutmamışım. Gerçi ben Fransa'nın Lyon şehrine de bir heykel görmek için gitmiştim. İspanya'nın Toledo şehrine de tek bir resim. (El Greco'nun) Orta boy bir sırt çantası ama bavullar dolu merak ile seyahat ettiğim günlerdi o zamanlar. Şimdi bakıyorum da anılarımı sadece İstanbul'la sınırlı tuttuğum bu sayfa bana dar gelmeye başladı. E o zaman açalım arşivleri, gözümüz ne gördüyse paylaşalım! Aynı deliler gibi yurt dışı seyahat yazıları yazdığımız zamanlardaki gibi! #italya #seyahat #blog #gezi #gezirehberi #geziblog #seyahat #seyahatblog #venedik #venice #travelphotography #fotoğrafçılık #instatravel
Alman Çeşmesi (German Fountain) Alman Çeşmesi (German Fountain)
Spice Bazaar (Mısır Çarşısı) June, 2020. #is Spice Bazaar (Mısır Çarşısı) June, 2020. #istanbul #travelblogger #travelphotography
Ayasofya #istanbul #tarih #blog Ayasofya #istanbul #tarih #blog
Süleymaniye Camii'nin kubbesi. Maalesef eskisi gi Süleymaniye Camii'nin kubbesi. Maalesef eskisi gibi canım istediğinde gidip fotoğraf çekemiyorum. Umarım Covid-19 salgını en kısa zamanda biter de daha güzel fotoğraflarını çekerim. Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı ve Süleymaniye hepinizi çok özledim.
Fransız Geçidi, Karaköy. Karaköy semti ile ilg Fransız Geçidi, Karaköy. Karaköy semti ile ilgili daha fazla bilgi: https://serhatengul.com/karakoy-gezilecek-yerler/ More information on Karakoy Neighborhood: https://istanbulclues.com/istanbul-karakoy-neighborhood/
Load More Follow on Instagram

Footer

Istanbul Tarih Yazıları

Merhaba ben Serhat Engül. Sayfamda İstanbul’un tarihine dair yazılar bulabilirsiniz. Roma döneminden başlayıp, Bizans ile devam eden ve Osmanlı İmparatorluğu ile sona eren bir yazı dizisi olmasını planlıyorum.

İstanbul ile ilgili daha ayrıntılı bir gezi rehberi okumak isterseniz, IstanbulTuristRehberi.com isimli sitemi de ziyaret edebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.

Son Yazılar

  • Fener Balat Turu Gezi Rehberi ve Gezilecek Tarihi Yerler
  • Sekizinci Yüzyılda Bizans İmparatorları
  • Sultanahmet Meydanı (Hipodrom)
  • Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları
  • Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

Powered by Reborn Travel

blank

İçerikler İzinsiz Kopyalanamaz © 2022