• Skip to main content
  • Skip to primary sidebar
  • Skip to footer
  • Home
  • About
  • Contact

Serhat Engül

Istanbul Gezi Rehberi

Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi Yönetimi

10 August 2021 by Serhat Engül 8 Comments

Tetrarşi dönemi, Roma İmparatorluğu tarihindeki en ilgi çekici dönemlerden biri. Bu süreçte yaşanmış olan savaşlar ve entrikalar ilk olarak John Julius Norwich’in “Bizans” adlı eserinde dikkatimi çekmişti. Sonrasında Mike Duncan’ın “Roma Tarihi” adlı podcast yayınlarında çok daha ayrıntılı olarak dinledim ve özetini çıkarmaya karar verdim.

Tetrarşi, oldukça karışık bir yönetim sistemi içeriyor. Roma İmparatorluğu bu dönem boyunca 4 imparator tarafından yönetiliyor. İlk bakışta çok mantıklı bir sistem olduğu halde, uygulamada büyük sorunlar çıkıyor.

Bu yazıda oldukça detaylı bir şekilde bu konuyu anlatmaya çalışacağım. Uzun yazıları okumaktan sıkılan biriyseniz direkt yazının sonuna gidebilir ve her şeyi özetleyen “Tetrarşi Nedir?” başlığına da bakabilirsiniz. Ancak tarihsever biriyseniz yazıyı okumanızı şiddetle tavsiye ederim.

Tetrarşi dönemi bana biraz Roma Cumhuriyeti’ndeki Üçlü Yönetimi (Triumvirlik) hatırlatıyor. O zaman da güç kavgaları patlak vermiş ve aradan sıyrılan Julius Caesar lider olmuştu. Dörtlü Yönetim’de ise en sonunda kazanan İmparator Konstantin oldu.

Şimdi Tetrarşi sistemini layıkıyla anlatmak için Roma tarihinde bir yolculuğa çıkacağız. Roma’nın Üçüncü Yüzyıl Krizi‘ne değinmeden, Tetrarşi’nin kurucusu Diocletianus’un tahta çıkmasını ve yaptığı reformları anlamak pek mümkün değildir. Keyifli okumalar dilerim.

İçerik Listesi

  • Roma’da 50 Yıllık Kriz Dönemi
  • Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi Dönemi
    • 1. Maximianus “Augustus” Oluyor
    • 2. İki Sezar Atanıyor
    • 3. Constantius’un Britanya’yı Fethi
    • 4. Gallerius’un Persler ile Mücadelesi
    • 5. Diocletianus Tahttan Feragat Ediyor
    • 6. Maxentius’un Hak İddiası
    • 7. Galerius’un İtalya Seferi
    • 8. Tetrarşi Sistemi Yeniden Düzenleniyor
    • 9. Maximianus Yine Başbelası Oluyor
    • 10. Galerius’un Ölümü
    • 11. Milvian Köprüsü Savaşı
    • 12. Licinius ve Konstantin İttifakı
    • 13. Hrisopolis Muharebesi
  • Tetrarşi Nedir?
  • Tetrarşi Dönemi Yazısı Kaynakları

Roma’da 50 Yıllık Kriz Dönemi

Antik Roma

Julius Caesar’ın evlatlığı Octavius “Augustus” adı ile tahta çıktıktan sonra, Roma İmparatorluğu uzun süren bir yükselme dönemi yaşadı. Nerva–Antonine hanedanı (Evlatlık İmparatorlar) ile zirveye çıkan refah dönemi (96–192), Severus hanedanı zamanında da iniş çıkışlarla da olsa devam etti. (193–235).

M.S. 235 yılında Severus hanedanının son üyesi olan Alexander Severus, kendi ordusu tarafından infaz edilince; uzun bir süre (235-285) Roma’da terör estirecek olan “Kriz Dönemi” başladı. Roma’da 50 yıllık kriz dönemi boyunca imparatorlar birbiri ardına suikaste uğradı ve birkaç yıldan fazla tahtta kalamadılar.

Bu uzun süreli kaos dönemini bitiren kişi ise Diocletianus (İng. Diocletian) isimli imparator oldu. Kaos döneminin son imparatoru olan Carus’un ordusunda süvari komutanı olan Diocletian, savaş meydanlarındaki başarısı sayesinde merdivenleri hızla tırmanmış bir subaydı.

Carus’un beklenmedik bir şekilde hayatını kaybetmesiyle, oğlu Carinus (ve Numerius) kontrolü ele aldılar. Ne var ki, Roma’nın önde gelenleri ve ordunun en popüler generali olan Diocletianus, Carus’un oğullarını istemiyordu. Bu sebeple Sırbistan yakınlarında vuku bulan Margus Savaşı’nda kozlarını paylaştılar. Carinus savaşta öldü ve kardeşi Numerius da -muhtemelen- suikaste uğradı.

Nihayet, 284 yılında Diocletianus, Roma İmparatoru olarak tahta çıktı. Yaklaşık 20 yıl sürecek ve imparatorluktan gönüllü olarak feragat etmesiyle sonlanacak bir dönem başlıyordu. Nevi şahsına münhasır bir adam olan Diocletian, Roma tarihinde kendi rızasıyla tahttan inen ilk kişiydi. Erguvan rengi imparatorluk cübbesini çıkarıp, Hırvatistan’ın Split şehrindeki sarayının bahçesinde lahana yetiştirdiği bir emekliliği olacaktı.

Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi Dönemi

Roma İmparatorluğu’nda Tetrarşi dönemi Diocletianus’un yaptığı büyük çaplı reformlar ile başladı. Diocletianus öncelikle imparatorluğu ikiye bölüp gerekli şartların oluşmasını bekledi. Sonrasında ise Galerius ve Constantius’u “Sezar” olarak atadı ve dörtlü yönetim başladı.

Tetrarşi aslında “Augustus” adlı kıdemli imparatorların kendi varislerini (yani Sezarları) yetiştirdiği bir sistemdi. Böylece büyük imparatorlukların bölünmesine sebep olan veraset problemi çözülmüş oluyordu. Buna ek olarak dev boyutlara ulaşmış imparatorluğun yönetimi de kolaylaşıyordu.

1. Maximianus “Augustus” Oluyor

50 Yıllık Kriz döneminde sıkça yaşanan darbeler, halkın yeni imparatora “En fazla birkaç yıl yaşar.” gözüyle bakmasına sebep oluyordu. Diocletianus, bunu bildiği için başlatacağı reformların yarım kalmasından da endişe ediyordu. Bu sebeple ilk iş olarak yönetimi ikiye bölmeyi tercih etti. Kendisi Doğu eyaletlerini yönetirken, Batı’yı ise Maximianus (İng. Maximian) isimli bir eş-imparator’a (Augustus) bırakacaktı.

Bu yıllarda Roma İmparatorluğu’nun hem doğuda, hem de batıda büyük sorunları vardı. Diocletianus’a göre bunların çözülmesi tek kişinin yapabileceği bir iş değildi. Bir imparator iki cephede birden olamazdı. Güçlü ve hızlı karar alınabilmesi için, iki cephede de mutlak otoriteye sahip birer imparator lazımdı.

Doğu’da Pers İmparatorluğu ile Suriye ve Ermenistan toprakları üzerinde bir çekişme söz konusuydu. Buna karşılık Batı’da ise Britanya’da Carausius isimli gaspçı bir imparator vardı. Roma toprakları üzerinde kendini Augustus ilan etmişti. Diocletianus’un, meslektaşı Maximianus’tan beklediği ilk şey, Britanya’nın geri alınmasıydı.

Carausius, ne kadar Romalılar tarafından gaspçı olarak görülse de, Britanya’daki lejyonlara hakim olmuş ve halk tarafından da kabul görmüştü. Britanya’daki ticareti de ustalıkla yönetiyordu. Varlık ve refah getirdiği için de, İngiltere ve çevresinde kendisine destek buluyordu.

Bu koşullarda gerçekleşen Maximianus’un Britanya seferi (290) başarısız oldu. Fırtına Romalıların gemilerini parçalamış ve zaten yetersiz olan donanma ile girişilen sefer tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı.

2. İki Sezar Atanıyor

Diocletianus imparatorluğun parçalanma tehlikesi olduğunu biliyordu. Britanya’da (ve ardından Mısır’da) olduğu gibi, ordu komutanları kendilerini Tiran ilan ediyor ve Roma’dan toprak çalıyorlardı.

İkili yönetimin de yeterli olmadığını düşünen Diocletian, Batı’da Constantius Chlorus; Doğu’da ise Galerian isimli iki generali “Caesar” (Sezar) mertebesine yükseltti. İki sezarın atanmasıyla ortaya şöyle bir hiyerarşik sistem çıkmıştı.


Augustus (Üst İmparatorlar)

Maximianus (Batı) < >  Diocletianus (Doğu)

Caesar (Ast İmparatorlar)

Constantius (Batı) < > Galerius (Doğu)

Not: Diocletianus kıdemli imparator, atamaları o yapıyor.


Tetrarşi Dönemi Roma Haritası

Tetrarşi (Dörtlü Yönetim)

İspanya, İtalya ve Afrika’nın batısında Maximianus; Galya ve Britanya’da Constantius; İllirya, Dalmaçya ve Balkanlar’da Galerius; Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’da Diocletianus.

3. Constantius’un Britanya’yı Fethi

Constantius, Maximianus’un ordusunda üst düzey bir askerdi. Başarısız olan Britanya seferinden bazı dersler çıkarmıştı. Bu sebeple farklı taktikler izledi. Galya’daki tüm limanları ele geçiren ve Britanya’ya giden ticaret yollarını kapatan Constantius, Carausius’un adeta can damarını kesti.

O döneme kadar başarılı bir yönetim gösteren Carausius’un düşmanları, adanın izole edilmesinden kendilerine pay çıkardı ve ona suikast düzenledi. Komplonun başındaki Allectus adındaki bürokrat kendini yeni Augustus ilan etmişti. Ancak hükümdarlığı uzun sürmeyecekti.

Constantius, bir çıkarma harekatına girişti. Düşmanı şaşırtmak için kuvvetlerini ikiye bölen Sezar, generali olan Asclepiodotus ile eşzamanlı olarak Britanya’ya çıkarma yaparak Allectus’u adeta ters köşeye yatırdı. Böylece Roma İmparatorluğu’nun o dönemdeki en zorlu operasyonu (Britanya’nın yeniden fethi) başarıyla sonuçlandı.

4. Gallerius’un Persler ile Mücadelesi

Roma Lejyonları

İkinci Pers İmparatorluğu olarak da bilinen Sasaniler’in başına Narseh adında bir imparator geçmişti. Babası Shapur’un izinden gitmek istiyordu. Zira babası Roma toprağı olan Antakya’ya (Antioch) saldırmış ve Roma İmparatoru Valerian’ı esir almıştı. Narseh de aynı şekilde Suriye ve çevresini ele geçirmek istiyordu.

Galerius, esir olarak ölen Valerian’ın intikamını almanın peşindeydi. Ayrıca Persler’in Suriye’deki hükümranlık mücadelesine de son vermek istiyordu. İki imparatorun ilk çarpışması Romalılar adına bir felaket oldu. Galerius Carrhae Savaşı’nda (Harran’da) yenildi ve Antakya’ya geri çekildi. Diocletian (Augustus) öfkeden çıldırmıştı. Astı Galerius’a (Sezar) yarım bıraktığı işi halletmesi için gözdağı verdi.

İkinci savaş (Battle of Satala) Ermenistan’da vuku buldu. Galerius, Balkanlar’dan gelen taze kuvvetlerle güçlenmiş ve savaşa hazırdı. Arazi yapısı da Roma lejyonları için çok uygundu. Buna karşılık önceki savaşlarda belirleyici olan Pers süvarilerinin ise hareket alanı kısıtlı kalmıştı.

Kendilerinin lehine şartlarda yapılan bu savaşta, Romalılar mutlak bir galibiyet aldılar. Narseh’in eşlerinin ve çocuklarının olduğu harem çadırı bile ele geçirildi. Böylece esarette ölen Valerian’ın intikamı alınmıştı.

5. Diocletianus Tahttan Feragat Ediyor

Diocletianus, 20 yıllık bir hükümdarlıktan sonra, tahttan çekilmeye karar verdi. Kurduğu Tetrarşi Yönetimi’nin devam etmesini istiyordu. Bu sebeple kendisi ile eşzamanlı olarak tahttan inmesi için Maximianus’u da teşvik etti. Maximianus, tahtı bırakmaya pek gönüllü olmasa da, kabul etmek zorunda kaldı.

Böylece Batı’da Constantius Chlorus, Doğu’da ise Galerius “Augustus” mertebesine yükselmişlerdi. Ancak “Britanya Fatihi” Constantius, Augustus olduktan yalnızca bir yıl sonra yaşamını yitirdi. Bunun üzerine oğlu Konstantin (İng. Constantine), Batı ordusu tarafından “Augustus” ilan edildi.

Ancak Galerius bu oldu bittiyi kabul etmemişti. Batı’ya eski bir silah arkadaşı olan Severus’u Augustus olarak atadı ve genç Constantine de Sezar olarak onun altında yer aldı. İleride Büyük Konstantin olarak anılacak olan genç imparator, bu terfiyi “şimdilik” yeterli görmüştü. Ayrıca Doğu’da Maximinus Daia da Sezar olarak atanmıştı.

Tetrarşi’de İkinci Yetki Dağılımı

Augustus (Üst İmparatorlar)

Valerius Severus (Batı) < > Galerius (Doğu)

Caesar (Ast İmparatorlar)

Constantine (Batı) < > Maximinus Daia (Doğu)

Not: Galerius kıdemli imparator. Onayı olmadan atama yapılamıyor.

6. Maxentius’un Hak İddiası

Yeni bir düzen kurulmuştu, ancak çok uzun sürmedi. İtalya ve çevresini yöneten “Augustus” Severus, halkı ağır vergilerle ezince, Roma’da büyük bir isyan patlak verdi. İsyanda halktan yana tavır alan ordu komutanları, eski “Augustus” Maximianus’un oğlu Maxentius‘u imparator ilan etti. Maxentius zaten babasının, Diocletianus ile birlikte tahttan çekilmesinden sonra -en azından- Sezar ilan edilmeyi bekliyordu ve hakkı olanı almanın zamanı gelmişti.

Maxentius babasının eski yönetim alanı olan İtalya’ya yerleşip güçlendi. Kendini Kartaca’da (Kuzey Afrika) imparator ilan eden gaspçı Domitius Alexander’i yenilgiye uğrattı (Not: Seferi General Pompeianus yönetmiştir.) ve orayı da topraklarına kattı. Ne var ki, Nikomedia’daki (İzmit) -kıdemli imparator- Galerius, Maxentius’un erkini asla kabul etmedi. Severus’a ise derhal Roma’yı geri almasını emretti.

Ancak Severus, Roma’yı kuşatmak için yaklaştığı sırada, askerleri onunla birlikte savaşmakta isteksiz davrandılar. Çünkü hem halk Severus’u istemiyordu, hem de askerlerin çoğu bir önceki Augustus olan Maximianus’a hizmet etmişlerdi. Şimdi kalkıp onun oğluna (Bkz: Maxentius) kılıç çekmek istemiyorlardı.

Severus, çaresiz bir durumda kalınca, Ravenna’ya çekilip asker toplamak istedi. Ancak bunu bile yapacak gücü kalmamıştı. Hayatını bağışlamaları karşılığında, Maximianus’a teslim oldu. Ne var ki, Maximianus ve oğlu Maxentius sözlerini tutmadılar ve Severus’u öldürdüler.

7. Galerius’un İtalya Seferi

Haber Galerius‘a ulaşınca, kıdemli imparator deliye döndü. Ordusunu toplayıp İtalya’ya yola çıktı. Ancak çok geçmeden İtalya’yı almanın kolay olmadığını fark etti. Şehirler ona kapılarını kapatıyor ve yaşam alanı bırakmıyordu. Severus ile aynı kaderi paylaşmamak için geri çekilmek zorunda kaldı.

Galerius, emeklilik günlerini yaşayan Diocletianus’a danışmaya karar verdi. Tetrarşi’nin içine düştüğü krizde, herkesin sözünü dinleyeceği tek adam, Tetrarşi sisteminin kurucusu olan Diocletianus’tan başkası değildi.

Galerius’un başarısız İtalya seferinden sonra, eski imparator Maximianus ile oğlu Maxentius arasında bir güç kavgası başladı. Maxentius babasının Severus ve ardından Galerius ile mücadelesi sırasında yardım etmesinden dolayı ona müteşekkirdi. Ancak onun kendi otoritesini gölgelemesini de istemiyordu. Maximianus oğlunun aleyhine işler çevirmeye başlayınca, İtalya’dan kovuldu.

Galerius’un Nikomedia’daki sarayına giden Maximianus, sığınma istedi. Galerius’un normalde Maximianus’u İtalya’da yaptıklarından dolayı cezalandırması beklenirdi. Ancak Diocletianus ile olan görüşmesini bu olayla gölgelemek istemediğinden, eski dost Maximianus’u da toplantıya götürmeye karar verdi.

8. Tetrarşi Sistemi Yeniden Düzenleniyor

Üç imparator yıllar sonra bir araya geldi. Maximanus, Diocletianus’a geri dönmesi için adeta yalvardı. Onunla birlikte kendisi de eskisi gibi “Augustus” olmak istiyordu. Ancak Diocletianus’un siyasete dönmeye hiç niyeti yoktu. Maximanus’u da Tetrarşi’ye karışmaması için uyardı.

Yeniden düzenlenen Tetrarşi‘ye göre Galerius’un önerdiği Licinius “Augustus” oluyor, Constantine ve Maximinus Daia “Sezar” olarak devam ediyordu. Terfi bekleyen Konstantin’in “Augustus” olma beklentisi boşa çıkmış, Maxentius ise İtalya’da gaspçı ilan edilmişti.

Tetrarşi’de Üçüncü Yetki Dağılımı

Augustus (Üst İmparatorlar)

Licinius (Batı) < > Galerius (Doğu)

Caesar (Ast İmparatorlar)

Constantine (Batı) < > Maximinus Daia (Doğu)


9. Maximianus Yine Başbelası Oluyor

İtalya’daki oğlunun yanından kovulan ve Doğu’da Galerius tarafından da pek hoş karşılanmayan Maximianus, damadı Konstantin’in yanına yerleşmeye karar verdi.

Konstantin, eski Augustus olan Maximianus’un kızı Fausta ile evliydi. Bu sebeple Konstantin, gaspçı oğluna rağmen (Bkz: Maxentius) ona kötü davranmadı. Fakat emekli imparator burada da rahat durmadı. Konstantin’in Galya’daki lejyonlarını ona karşı kışkırtmaya kalkınca, intihar etmeye zorlanarak ortadan kaldırıldı.

20 yıl boyunca Diocletianus ile birlikte “Augustus” olarak görev yapmış olan ve Tetrarşi’nin kurucularından Maximianus; böylece tarihe karışmıştı. Zaten kurdukları sistemin de sonu yakındı.

10. Galerius’un Ölümü

Bu sırada beklenmedik bir şey oldu ve kıdemli imparator Galerius öldü. Doğu’daki Sezar Maximinus Daia, kendini “Augustus” ilan etti ve başkent Nikomedia’yı ele geçirdi. Konstantin zaten uzun süredir kendini “Augustus” olarak görüyordu. Böylece Diocletianus ile yapılan toplantıdaki yeni düzenleme, sadece birkaç yıl içinde geçersiz hale geldi.

Konstantin, babasının çağdaşı olan tüm imparatorlar tarih sahnesinden silinince (Maximianus, Diocletianus ve Galerius) kendi hükümdarlık zamanının geldiğini düşünmeye başladı.

Tetrarşi Yönetimi’nde Son Durum

Tetrarşi Savaşları

İspanya, Fransa ve İngiltere’de Constantine; İtalya ve Kuzey Afrika’da Maxentius; İlirya ve Balkanlarda Licinius; Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır’da Maximinus Daia.

Bu noktadan itibaren kimin “Augustus” kimin “Caesar” olduğunun önemi yoktu. Herkes kendini lider olarak görüyordu ve Tetrarşi sistemi çökmüştü.

11. Milvian Köprüsü Savaşı

Şu ana kadar pek sözünü etmemiş olsak da, Roma İmparatorluğu’nun kaderini kökten değiştirecek bir süreç artık başlamıştı. Yalnızca 20 yıl içinde imparatorluğun dini Paganizm’den, Hristiyanlık inancına evrilecek ve İstanbul “Konstantinopolis” adıyla başkent olacaktı. Bunları gerçekleştirecek olan kişi ise Constantius Chlorus’un oğlu Konstantin’den başkası değildi.

Konstantin’in tek adam olma süreci, öncelikle güneydeki düşmanı Maxentius’u yok etmekle başladı. Geride bıraktığı Britanya, Galya ve İspanya’ya kuvvetlerinin 4’te 3’ünü serpiştiren Konstantin, yaklaşık 30.000 kişilik bir kuvvetle Roma’ya yürümeye başladı.

Torino ve Milano’yu kolayca alan Konstantin, Verona’da ciddi bir direnişle karşılaştı. Ancak Maxentius’un en önemli adamı olan Pompeianus (Üst satırlarda adını not etmiştik.) Verona Savaşı’nda ölünce, Roma’ya giden yol açılmıştı.

Maxentius son ana kadar savunmada kalmayı tercih etse de, Roma’dan ayrılarak Konstantin’i savaş meydanında karşıladı. Maxentius’un birlikleri daha kalabalıktı ve pekala Konstantin’i yenme şansı vardı. Ancak Konstantin’in ordusundaki savaşçılar yıllardır meydanlarda tecrübe kazanmış güçlü adamlardı. Üstelik Konstantin’e de ölümüne sadıktılar. Maxentius’un birlikleri ise işler kötüye gidince paniğe kapılmaya müsait askerlerdi ve zaten öyle de oldu.

Konstantin’in birlikleri Maxentius’u bozguna uğrattı ve sayıca az olmasına rağmen düşmanın kendilerini çevirmesine izin vermedi. Baskıya dayanamayan Maxentius, Tiber Nehri’nin gerisine çekilip orada yeniden toplanmak istiyordu. Ancak birlikleri organize olmayı başaramadılar.

Konstantin geçmesin diye tüm köprüleri yıkmışlardı ve geriye -biri halatlarla bağlı, diğeri ise yıkık dökük- iki köprü kalmıştı. Halatlarla tutturulmuş olan ahşap köprü, üzerindeki yüzlerce askerle birlikte çökünce; askerler çok dar olan taş köprüye (Milvian Bridge) koştular. Ancak çoğu ezildi veya nehre düştü. Maxentius da suya düşenlerden biriydi ve boğularak öldü. Konstantin savaştan sonra Roma’da adeta bir kahraman gibi karşılandı.

Milvian Köprüsü Savaşı, Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu içindeki durumu açısından dönüm noktası olarak kabul edilir. Rivayete göre Konstantin, savaştan bir gece önce rüyasında Hz. İsa’yı görmüştü.

Eğer İsa’nın adının Grekçe baş harflerini (X ve P) askerlerinin kalkanlarına işaretlerse, savaşı kazanacağı müjdelenmişti. Olaya dindar tarihçi Eusebius haricinde kimse yer vermese de, enteresan bir efsanedir. İmparatorun kısa bir süre sonra Hristiyan olacağı göz önüne alınırsa, doğru da olabilir.

12. Licinius ve Konstantin İttifakı

Batı’da mutlak hakimiyet sağlayan Konstantin ve Balkanlar’da konumlanmış olan Licinius ittifak yaptılar. Amaçları Orta Doğu’daki tüm ticaret yollarını ele geçirmiş olan Maximinus Daia’yı ortadan kaldırmaktı. Galerius’un ölümünden sonra Doğu’yu tamamen ele geçiren Maximinus Daia, elinde kalabalık bir ordu olmasına rağmen, Licinius’a yenildi.

Bu arada Maximinus Daia, Antik Roma’dan kalma çok tanrılı Pagan dinini ve Jüpiter Kültü’nü halen destekleyen tek imparatordu. Konstantin, Milvian Köprüsü zaferini takiben Milano Fermanı’nı (Bkz: Edict of Milan) yayınlamış ve Hristiyanlara karşı 300 yıldır sürdürülen zulümlere bir son vermişti. Licinius da görünüşte kararı destekliyordu.

13. Hrisopolis Muharebesi

Diocletianus’un kurduğu Tetrarşi sistemi artık kesin olarak çökmüştü. Tetrarşi’nin hemen öncesinde Diocletianus ve Maximianus döneminde olduğu gibi, Doğu’da (Licinius) ve Batı’da (Konstantin) birer imparator kalmıştı. Ancak Konstantin, ne kadar Licinius’u kızı ile evlendirmiş ve akrabalık bağları kurmuş olsa da, tek imparator olmayı arzuluyordu.

Licinius ise Konstantin’e karşı düzenlenen bir suikast girişimine karıştı ve adeta kendi sonunu hazırladı. Konstantin ve Licinius arasında Balkanlar’da (Edirne) vuku bulan ilk savaşı, Konstantin kazandı ve geçici bir barış ortamı oldu. Ancak Licinius’un Hristiyan halka karşı yürüttüğü sert politika, Batı’da büyük tepkiye neden oldu.

Çift başlılığa kesin olarak son vermek isteyen Konstantin, Byzantium’da (İstanbul’un eski ismi) savunmaya çekilmiş olan Licinius’u Çanakkale Boğazı’ndan donanması ile gelerek bozguna uğrattı. Anadolu Yakası’ndaki Üsküdar’a (Chrysopolis) kaçan Licianus’un ordusu, burada vuku bulan son savaşta yok edildi.

Hrisopolis Muharebesi‘nde Licianus esir düştü ve başta Konstantin tarafından affedilmiş olsa da, sonradan infaz edildi. Bazı kaynaklara göre bunun nedeni kendisinin ordu toplayıp yeniden Konstantin’e karşı savaşmak istemesidir.

Böylece Tetrarşi Sistemi’nden kalan son imparator da tarihe karışmış ve savaş alanlarında hiç yenilmemiş olan İmparator Konstantin, Roma İmparatorluğu’nun tek hakimi olmuştur. Kişisel olarak sevmediği başkent Roma’yı terk etmiş ve Doğu’da yeni bir başkent kurmaya karar vermiştir. Kurmayları onun Doğu’daki başkent Nicomedia’ya (İznik) taşınmasını beklerken, o kendine yepyeni bir başkent seçmiştir. (Bkz: İstanbul)

Olayların Devamını Da Okuyabilirsiniz!

Bu yazıyı kaleme alırken amaçladığım şeylerden biri de Bizans İmparatorluğu tarihinin bir özetini çıkarmaktı. İstanbul tarihi ile yakından ilgilenen biri olarak, her şeyi en başından anlatmak istedim.

Tetrarşi yazısında İstanbul’u Roma’nın başkenti yapacak olan Konstantin’in nasıl tek başına iktidara geldiğini incelemiş olduk. Buradan itibaren konuyu Dördüncü Yüzyıl’da Roma İmparatorları başlığında inceleyeceğiz.

Tetrarşi Nedir?

Bu uzun ve belki de bazı noktalarda sıkıcı hale gelen yazıyı okumayanlar olacaktır. Yazının sonuna doğru hızla gelenler için burada kısa bir açıklama yapalım. Roma İmparatorluğu, 3. yüzyılda büyük bir iç savaşa sürüklendi. İmparatorlar birbiri ardına tahta çıktılar. İstikrar tamamen yok oldu ve halk da yönetimden umudu kesmeye başladı.

Elli yıl süren bir kaos ortamının sonunda tahta çıkan Diocletianus, Roma İmparatorluğu’nun artık kontrol edilmesi çok zor olan sınırlarını güvence altına almak için Tetrarşi adı verilen bir yönetim sistemini devreye soktu. Bu sisteme göre Doğu ve Batı’da birer “Augustus” ve onların yardımcısı olarak birer de “Caesar” olacaktı. Diocletianus’un otoritesi altında mükemmel işleyen sistem, kendisi gönüllü olarak tahttan inip, inzivaya çekilince bozuldu.

Tüm bu karmaşanın içinden sıyrılan Constantine (Büyük Konstantin), tek başına imparator olmakla kalmayıp; Roma İmparatorluğu’nun siyasi ve sosyal yapısını tamamen değiştirdi. Uzun süren iktidar yarışında adım adım Hristiyanlığı meşru hale getirdi ve ardından da başkenti Roma’dan, İstanbul‘a (Konstantinopolis) taşıdı.

Son olarak şunu da eklemek gerekir ki, Tetrarşi, Diocletianus’un yaptığı reformlardan sadece biridir. Diocletianus tahta çıktığında tam anlamıyla enkaz haline gelmiş olan ekonomi, ordu ve siyaset, bir dizi reformla düzeltilmiş ve Roma İmparatorluğu rayına girmeye başlamıştır.

Diocletianus’un sisteminin zirveye ulaştığı nokta, Galerius’un Persleri yenip; Constantius’un da Britanya’yı geri aldığı dönemdir.

Tetrarşi Dönemi Yazısı Kaynakları

Tetrarşi dönemi yazısının kaynakları arasında İngiliz yazar John Julius Norwich’in “Byzantium” adlı eseri var. Bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe olarak da basıldı. Oldukça başarılı bir çeviriye sahip olan kitabı tavsiye ederim.

Buna ek olarak İngilizce hakimiyeti olanlar için Mike Duncan’ın ” The History of Rome” adlı podcast yayınını da şiddetle tavsiye ederim. Bu yayını hem internetten, hem de Spotify’dan bulabilirsiniz.

Roma’da Tetrarşi Hakkında Bilgi by Serhat Engül

Filed Under: Bizans Tarihi, Featured

blank

About Serhat Engül

Merhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

Reader Interactions

Comments

  1. blankErkan says

    14 March 2019 at 13:11

    Sevgili meslektaşım, emeklerine sağlık. Çok faydalandım.

    Reply
    • blankSerhat Engül says

      14 March 2019 at 19:01

      Merhaba Erkan Bey. Yazının işe yaramasına sevindim. Hatta bir meslektaşıma faydalı olması beni iki kat fazla mutlu etti. Nazik yorumunuz için teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla…

      Reply
  2. blankSinan Ercan says

    21 August 2020 at 11:39

    Çok detaylı, anlaşılır ve keyifle okunur bir yazı olmuş. Teşekkür ederim Serhat. Aynı sınıfta eğitim gördüğüm bir arkadaşımın bu güzel yazısını tesadüfen bulmuş ve okumuş olmak da beni ayrıca mutlu etti. Diğer yazılarını da en kısa sürede okuyacağım. Bu güzel yazıların devamını getir lütfen. 🙂

    Reply
    • blankSerhat Engül says

      21 August 2020 at 11:54

      Merhaba Sinan, “Tetrarşi Yönetimi” Bizans İmparatorluğu hakkında hazırladığım yazı dizisinin ilk parçası. Dilersen Dördüncü Yüzyıl Roma İmparatorları yazısından devam edebilirsin. Şu ana kadar Yedinci Yüzyıl Bizans İmparatorları dahil 5 yazı yayınlandı. Devamı gelecek. Güzel yorumun için teşekkür ederim ve keyifli okumalar!

      Reply
  3. blankAhmet Kaytanlı says

    21 August 2020 at 11:41

    Çok faydalı ve güzel bir yazı olmuş. Yazanın ellerine sağlık.

    Reply
    • blankSerhat Engül says

      21 August 2020 at 11:50

      Merhaba Ahmet Bey, yorum için teşekkürler. Yazının size faydalı olmasına sevindim.

      Reply
  4. blankErdoğan Çırak says

    9 September 2020 at 17:43

    Bende yazılarınızı kısmen okudum ve okumaya devam edeceğim. Anlatım diliniz çok iyi. Emeğinize sağlık.

    Reply
    • blankSerhat Engül says

      9 September 2020 at 19:13

      Merhaba Erdoğan Bey, nazik sözleriniz için teşekkürler. Yazıları beğenmenize sevindim.

      Reply

Leave a Reply Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Primary Sidebar

Sosyal Medya Linkleri

  • Facebook
  • Instagram
  • Pinterest
  • Twitter
  • YouTube

Istanbul Turist Rehberi

blankMerhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

serhatengul

İstanbul ile ilgili en çok sevdiğim şeyleri bi İstanbul ile ilgili en çok sevdiğim şeyleri bir liste haline getirsem unuttuğum o kadar çok detay olurdu ki! Mesela Taksim Meydanı'na gitmek için bindiğim metronun Haliç'te aydınlığa kavuşması... Köprünün üzerinden gözüken o binlerce yıllık İstanbul manzarası... Bir tepeye doğru tırmanan metro, çevresindeki eski binaların arasından bir ok gibi Pera'ya doğru ilerler. sonra tekrar karanlığa gömüldüğünde Beyoğlu'na kavuşur. Daha demin yeryüzündeyken nasıl yerin bu kadar dibine indik diyerek yukarı doğru tırmanmaya başlarsın. Her köşe başındaki tabelada Taksim Meydanı'nı gösterir ama oraya bir türlü ulaşamazsın... Dönülen köşeler, yürüyen bantlar ve tırmanan merdivenlerin sonunda kiliselerin yüksekteki pencerelerinden merkeze süzülen ışık gibi vurur meydandan gelen aydınlık son dönemeçte insanın yüzüne... Meydana çıkmak ise hep yeni bir başlangıçtır. Sanki ilk kez geliyorsundur buraya... İstanbul denen gayya kuyusu aslında bir kasırganın gözü olsaydı, o kara delik gibi tüm bulutları ortaya çeken ve şekil veren yer de Taksim Meydanı'ydı. Gideceği yere en kısa zamanda ulaşmaya alışmış olan rehber ayaklarım beni kısa yollardan Karaköy'e ulaştırmaya çalışırken bu sefer onlara durun dedim. Bugün farklı bir yoldan gidelim. Tak şu kulaklıkları da biraz müzik dinleyip havaya girelim. Kulağımda son günlerde en çok dinlediğim müziklerin tınıları çınlarken meşhur heykelin etrafında dönüyorum. İnsanların yüzündeki gülümseme ve koşuşan çocukların neşesinin meydanı kış güneşinden daha çok ısıttığını hissediyorum. Taksim Meydanı'ndayken hep gidere doğru ilerleyen bir su gibisin aslında, eninde sonunda İstiklal Caddesi'nin başında daralan o yola girip tünele kadar akmadan huzur bulamazsın... Oraya vardığında ise artan eğimin etkisiyle yüksek kaldırımdan da Haliç'e akacaksın... >>> Burada karakter sınırı dolduğu için devamını yorumlar kısmına ekledim. :) #serhatengul #istanbulturistrehberi
Geçenlerde rüyalar ile ilgili bilimsel bir değe Geçenlerde rüyalar ile ilgili bilimsel bir değerlendirme okumuştum. Bu yazıya göre rüyalar ve ilham dediğimiz şey tamamen bilinçaltının bir yansımasıydı. İnsan böyle düşününce insan zihninin ne kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunu bir kez daha anlayıp irkiliyor. Aradan belli bir zaman geçti ve ben bu yazıyı okuduğumu bile unutmuştum. Rüyamda ise uluslararası bir müzik müsabakası vardı ve Türk sanatçı piyanosu ile muhteşem bir eser çalıyordu. Adam piyanonun tuşlarına öylesine seri ve (müziğin ritmine göre) sert bir şekilde basıyordu ki, ona delicesine özeniyor olsam da, hiçbir zaman onun gibi çalamayacağımı aklımdan geçiriyordum. Ben piyano eğitimi almamış olmama hayıflanırken eserini sonlandırdı ve seyirciyi selamlamaya başladı. Yalnız dev bir konser salonundaki seyircileri çılgına çeviren ve delicesine alkışlanan Türk piyanist, siyahi bir kardeşimizdi. Şimdi düşününce onu Fransız futbolcu Mbappe'ye benzettim. Ama bir dakika! Yoksa yıllar önce izlediğim "Green Book" filmindeki Don Shirley'e mi benziyordu. Hani şu siyahi Amerikalı piyanist ve onun İtalyan şoförünün maceralarını anlatan filmden mi anımsamıştım onu?! Eh işte bunlar hep bilinçaltı... :) Pandemi sırasında müzisyenlerin sorunları ile ilgili bir video izlemiştim. (Ben insan değil miyim? Bölüm 3) Orada röportaj veren efsane Türk müzisyenlerinden biri (Ahmet Güvenç), 13:20'den itibaren inanılmaz bir konuya giriyor ve "Gülpembe'yi nasıl bestelediniz?" sorusuna: "Ben yapmadım onların hepsi zaten var. Sen yeterince incelebilirsen ve çalışırsan oradan bir tanesini almana izin veriyorlar" demişti. Bu bana Storytel'de son dinlediğim kitap olan Orhan Pamuk'un "Kar" romanındaki şair KA'nın (Kerim Alakuşoğlu) Kars'ta kendisine gelen şiirleri bir telaşla not defterine yazmasını anımsatıyor. "Şiir geldi" diyen KA, yalnız kalabileceği en yakın yere gidip göklerden gelen ilhamı kağıda aktarıyordu. Storytel sayesinde son 2 ayda 6 kitap okudum. Üçü Orhan Pamuk'un kitaplarıydı. "Kafamda Bir Tuhaflık", "Benim Adım Kırmızı" ve son olarak da "Kar". Orhan Pamuk okuyan birinin edebiyata yakınlık duymaması imkansız olsa gerek. #serhatengul #istanbulturistrehberi
İstanbul'daki turizmin doğası gereği ne kadar İstanbul'daki turizmin doğası gereği ne kadar hareketli bir turist sezonu olursa olsun, Kasım sonunda itibaren işler yavaşlamaya başlar. Aralık, Ocak ve Şubat ayları ise oldukça sessiz ve sakin geçer. Bu durum her ne kadar ekonomik anlamda bir dezavantaj getirse de, bir yandan da insanın kendini yenilemesi için kucak dolusu boş zaman anlamına gelmektedir. Zaten turizm ile uğraşan biri senelik mali programını yaparken "winter is coming" durumunu her zaman göz önüne almak durumundadır. Bu sebeple de "Ağustos Böceği" değil, "Karınca" gibi davranmak gerekir. Velhasıl havaların soğuması ile oluşan boş zamanı değerlendirmek için birçok uğraş edindim. Bunlardan ilki kendimden daha tecrübeli rehberlerin turlarına katılıp İstanbul'a başka birinin penceresinden bakmak oldu. Gerçekten de bazen anlatan değil de, dinleyen tarafta olmayı çok seviyorum. Bir turist grubunun arasına karışıp "masum bir turist" olarak şaşkın şaşkın etrafıma bakınmak çok hoşuma gidiyor. Bir de eski rehberler ile arşınladığım semtlerle ilgili daha önce duymadığım keyifli öyküler dinliyorum. Uzun bir süre kendi bildiğiniz yerleri gezdirip, kendi bilgilerinizi paylaşınca bir çeşit körleşme yaşayabiliyorsunuz. Bu da sizin bir döngüye girmenize sebep oluyor. Bu zinciri kırmak için farklı kitaplar okumak, farklı insanlarla gezmek ve şehirde bolca yürüyüş yapmak gerekiyor. Bu arada daha önce Storytel'e yeni üye olduğumu ve çok memnun kaldığımı söylemiştim. Henüz iki ay dolmadan Sofie'nin Dünyası, Doğu Ekspresi'nde Cinayet, Bir Borsa Spekülatörünün Anıları kitaplarını bitirdim ve şimdi Orhan Pamuk'un bir kitabına başladım. İstanbul'u bu kadar seven biri olarak, Orhan Pamuk'un kitaplarını daha önce okumadığım için kendime hayret ediyorum. Şu an okuduğum (yani dinlediğim) "Kafamda Bir Tuhaflık" isimli kitabındaki İstanbul nostaljisinden çok keyif aldım. Kitap Beyoğlu başta olmak üzere İstanbul'un birçok semtinde 1950'lerden itibaren yaşanan dönüşümü okuyucuya ustalıkla aktarıyor. Böylece başka rehberlerin turlarında tekrar tekrar gezdiğim Beyoğlu'nun mahalleleri (Cihangir, Tomtom, Firuzağa v.b.) hakkında tamamlayıcı birçok bilgiye eriştim. #serhatengul #istanbulclues #istanbulturistrehberi
Storytel sayesinde uzun zamandır okumaya bir tür Storytel sayesinde uzun zamandır okumaya bir türlü vakit bulamadığım bir kitabı bitirdim. Yıllar önce Sofie'nin Dünyası'nı (diğer birçok kitap gibi) alıp kitaplığıma koymuştum ama okumaya fırsat bulamamıştım. Okuma önceliğini mesleğimle paralel olan tarih kitaplarına verdiğim için aldığım alternatif kitaplar yıllarca kenarda bekliyor. Geçen ay Storytel'e üye olunca sanal kitaplığıma ilk eklediğim iki kitap "Doğu Ekspresinde Cinayet" ve "Sofie'nin Dünyası" olmuştu. 19 saatlik bir kayıt olan Sofie'nin Dünyası'nın yalnızca bir haftada sonuna geldim. Bu sesli kitap işi gerçekten çok hoşuma gitti. Böylece müzik dinleyerek harcadığım zamanı harika bir uğraşla değerlendirme şansı buldum. Sesli kitap elbette basılı kitapların yerini tam olarak tutmuyor. Ben okuduğum kitapların altını çizip, bazen de özetini çıkardığım için kesinlikle aynı şey değil. Ancak kitaptan aldığım ilhamla birçok Wikipedia sayfasını karıştırdığım için aklımda çok şey kaldı. Her şeyden önce "Felsefe Tarihi" ile ilgili aklımda bir zaman çizelgesi oluştu. Genel anlamda bir çocuk kitabı olarak kabul edilse de, Sofie'nin Dünyası Antik Yunan döneminden günümüze kadar yaşamış olan filozofları aklınızda bir sıraya koyuyor. Bu sayede merak ettiğiniz felsefi akımlara ve filozoflara kitap dışında yaptığınız araştırmalar ile yoğunlaşabiliyorsunuz. Sesli kitap elbette yazılı kitap kadar akılda kalıcı olmayacaktır ama anladığım kadarıyla notlar alarak daha fazla fayda sağlamak mümkün. 2 senelik pandemi sonrası İstanbul'da Nisan'dan itibaren güzel bir turizm sezonu oldu. İşlerin ufaktan yavaşlamaya başladığı şu günlerde Storytel gibi birkaç uğraş daha buldum ve onları da günlük gibi kullandığım sayfamdan paylaşacağım. Marmaray geldiğinden beri vapura çok daha az biner olduk. Ama geniş vakitlerimde halen Eminönü-Kadıköy veya Beşiktaş-Kadıköy vapurları ile seyahat etmeyi çok seviyorum. Eğer turlarımda Kadıköy olursa da ulaşım için mutlaka vapur kullanıyorum. Vapur yolculuğu İstanbul'da yaşamanın en vazgeçilmez parçalarından biri. Bir dönem her gün kullanmaya çok alışmıştım ve tadını çok da çıkaramıyordum. Şimdi ara sıra bindiğim için turistik gezi gibi geliyor. :) #serhatengul #istanbulclues
Gezilerim sırasında en çok gözlemlediğim şey Gezilerim sırasında en çok gözlemlediğim şeylerden biri insanların bir öykü anlatılırken pür dikkat kesilmesi ve tarihten çok hoşlanmayanların bile dinlemeye başlaması. Bu sebeple gezdirdiğim her yerin tarihini ve öne çıkan özelliklerini bir öykünün parçaları gibi anlatıyorum. Baştan sona dinleyen kişi hem benim o tarihi eserle ilgili bildiğim hemen her şeyi öğrenmiş oluyor ve hem de parçalar birleştiğinde bir bütünlük oluşuyor. Bu da dinleyen kişiyi tatmin ediyor. Yeni bir şeyler öğrenme hissi gelişmiş zihinler için çok kıymetli bir şey. Para biriktirip sevdiğiniz bir şeyi almak ile benzer bir kavuşma algısı yaratıyor. Beni dinleyen birçok kişinin "Evet işte şimdi kafamda her şey yerine oturdu." dediğine çok şahit oldum. O an yüzlerindeki gülümseme benim için paha biçilemez oluyor. Bazı insanlar "Ben rehbersiz de pekala gezebilirim. Bilmediğim bir şeye de herhangi bir kaynaktan bakarım." diyorlar. Ancak kendilerine rehber tarafından verilen bilginin, uzun yılların içinden süzülerek geldiğini hesaba katmıyorlar. Yani bir bölgede uzmanlaşmış bir arkeolog, sanat tarihçisi veya tur rehberinin bildiklerini öğrenmeniz için onlarca kitap okumanız ve söz konusu yere onlarca ziyaret yapmış olmanız gerekiyor. Bu detayların size hazır olarak verilmesi, adeta size çok değerli bir şeyin sunulması gibidir. Bilgi çağımızın en kıymetli hazinesi olduğu için, gelişmiş zihinler "hedeflenen bilgiye" ulaştıklarında büyük bir zevk alıyorlar. Ben tarihin belli bir döneminde (Geç Antik Çağ ve Orta Çağ) uzmanlaşmaya çalışan bir rehberim. Elbette sunumlarım da bu dönem içinde kaldıkça daha vurucu oluyor. Ancak ben de az bildiğim ve çok ilgi duyduğum bir konuda başka bir uzmandan bilgi edindiğimde benzer bir hissi yaşıyorum. Karşımdaki insanın ağzından çıkan her kelimeye adeta dikkat kesiliyorum. Çünkü biliyorum ki o bilgileri edinmek için yıllar harcamak gerekiyor. Yapay zekanın birçok mesleği yok edeceğine dair bir algı var. Ancak insanlığın en eski mesleklerinden olan "öykü anlatıcılığı" yakın zamanda kaybolacak gibi değil. Bu kabiliyete sahip olan insanların daha uzun yıllar romanları okunur, filmleri izlenir ve anlatıları da dinlenir.
Son zamanlarda fark ettim ki, Youtube üzerinden y Son zamanlarda fark ettim ki, Youtube üzerinden yayın yapan belgesel kanallarının kalitesi inanılmaz yükselmiş. Epic History TV diye bir kanalda ünlü Doğu Roma generali Belisarius'un hayatını anlatan bir belgesele denk geldim ve çok keyif aldım. Adamlar her biri yaklaşık 25 dk süren 6 parçalık bir belgesel hazırlamışlar ve ortaya adeta bir şaheser çıkmış. Eskiden bu kalitede belgeselleri ancak BBC'de veya History Channel'da görebilirdik. Şimdi önümüzde sonsuz seçenek var. Belisarius, 500'lü yıllarda İstanbul'da (o zamanki adıyla Konstantinopolis) yaşamış bir Bizans subayıydı. 532 yılında yaşanan büyük Nika İsyanı'nın bastırılmasında kilit rol oynamıştı. Daha önce Belisarius'un Afrika ve İtalya seferlerini John Julius Norwich'in "Byzantium" adlı kitabından detaylıca okumuş ve çok keyif almıştım. Şimdi bu belgesel sayesinde bir animasyon tadında bir kez daha izledim. Bazen düşünüyorum da bazı insanlar ünlü olmak için doğmuş. :) Sen Bizans'ın gücünün zirvesinde olduğu 6. yüzyılda dünyaya gel ve Justinianus gibi bir imparator ile aynı dönemde tarihe adını yazdır. "Flavius Belisarius" adamın ismi bile söylerken insanın ağzını dolduruyor. Gerçi Justinianus da öyle! Ayasofya daha inşa edilir edilmez ilk bu adamlar gezdi. Vallahi insan kıskanıyor! Yine her zaman olduğu gibi yazdığım şeylerin eklediğim resimle bir alakası yok. :) Instagramı böyle bir günlük gibi kullanmaya devam edeceğim. Belki sonradan döner nelerle ilgilenmişim diye bakarım. Ha bu arada bu sevimli kediciğin arkasındaki tarihi bina ünlü Sirkeci Tren İstasyonu. Hani şu Şark Ekspresi'nin (Orient Express) son durağı olan yer. Storytel'den Agatha Christie'nin "Doğu Ekspresinde Cinayet" romanına başlamışken iyi denk geldi. #istanbulphotos #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #serhatengul #istanbulturistrehberi
Turlarım genelde Sultanahmet, Fener-Balat ve Beyo Turlarım genelde Sultanahmet, Fener-Balat ve Beyoğlu semtlerinde oluyor. Ancak turlardan sonra vakit buldukça çocukluk aşkım Kadıköy'e kaçıyor ve burada vakit geçiriyorum. İstanbul'da yabancı turistleri gezdirdiğim ve ballandıra ballandıra tarihini anlattığım yerler ile kendi vakit geçirmek istediğim yerler arasında biraz fark var. Örneğin turlarım biter bitmez Sultanahmet'i hemen terk ediyorum. Balat'ta vakit geçirmeyi biraz daha fazla sevsem de ilk sıralarda olduğunu söyleyemem. Buna karşın Eminönü ve Kadıköy ise İstanbul'da dolaşmayı en çok sevdiğim yerler. Üçüncü sıraya ise Beyoğlu'nun Tünel'den Galatasaray Lisesi'ne kadar olan kısmını koyabilirim. #istanbulphotos #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #serhatengul #istanbulturistrehberi
Yerebatan Sarnıcı 2015 ile 2020 yılları arası Yerebatan Sarnıcı 2015 ile 2020 yılları arasında kısmen tadilattaydı. Bu sebeple sarnıcın yarısına denk gelen bir bölümü göremiyorduk. 2020 yılında (pandemi sırasında) tamamen kapanan sarnıçtaki tadilat hızlandırıldı ve 2022'nin yaz aylarında yeniden açıldı. Şu sıralar İstanbul'da gezebileceğiniz en şık tarihi eserin, oldukça başarılı bir tadilat geçiren Yerebatan Sarnıcı olduğunu söyleyebilirim. İçerideki kırmızı ve yeşil ışıklar harika bir ambians yaratıyor. Son tadilattan sonra sarnıcı süsleyen modern sanat eserleri bazıları tarafından beğenildi, bazıları tarafından ise eleştirildi. Açıkçası ben beğenen taraftayım. Sarnıcın atmosferi ile uyum sağlayan hoş sanat eserleri eklenmiş oldu. Şu sıralar Ayasofya'nın önünde inanılmaz kuyruklar var. Bazı kısımlar (üst kat galerileri) de kapalı. Sultanahmet Camii tadilatta ve mavi çiniler inşaat iskelesinden dolayı görülemiyor. Topkapı Sarayı'nda ise Hazine Dairesi'nin restorasyonu henüz bitmedi. Daha başka birçok tarihi eser (Kariye Camii, Fehiye Müzesi v.b.) tadilatlar sebebi ile kapalıyken Yerebatan Sarnıcı'nın tüm görkemiyle geri dönmesi güzel oldu. Darısı diğer yerlerin başına diyelim. #istanbulphotos #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #serhatengul #istanbulturistrehberi
Dünyada kedilerin bu kadar yaygın yaşadığı b Dünyada kedilerin bu kadar yaygın yaşadığı bir şehir var mıdır bilmiyorum. Ben gezdiğim yerler arasında hiç görmedim. Avrupa'da zaten sokaklarda hayvan gezmiyor. Hindistan'da biraz kedi görmüştüm ama çok zayıf ve bakımsızlardı. Bizim kedilerin onlara göre maşallahı var. Elbette kışın onlar için hayat biraz zorlaşıyor. Bir de trafik belası var. Ama bağışıklık sistemi sağlam olan kediler, araçlardan ve türlü beladan kendini koruyup uzun bir yaşam sürebiliyor. Son dönem Sirkeci Garı'nda bir kedi kolonisi görüyorum. Bu yaz başında hepsi yavruydu, şimdi büyüdüler. Sultanahmet, Fener Balat, Cihangir ve Kadıköy zaten kedi dolu. Onların mutlu ve huzurlu olduğunu gördükçe ben de seviniyorum. Bagajda koca bir kutu kedi maması taşımak 7 yıldır alışkanlık oldu. Doğadan soyutlanmış ve stresle dolu şehir hayatında belgesel izler gibi kedileri izliyor ve terapi misali ruhumuzu tedavi ediyoruz. Çok yaşayın minikler! #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #istanbullife #cats #catsoftheworld #serhatengul #istanbulturistrehberi
It is a great pleasure to wander in the historical It is a great pleasure to wander in the historical bazaars of Istanbul. Especially getting lost in the Grand Bazaar is a funny experience for every first time tourist in Istanbul. Home to more than 3000 shops spread over 67 streets, the Grand Bazaar is like a gigantic labyrinth. Here you can buy many things about Turkish handicrafts. Among the main things that can be found in the Grand Bazaar are Turkish carpets, Iznik tiles, scarves, bags and watches. However, what stands out in front of all in terms of visuality are colored lanterns. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
There is a giant mosque on the top of the Historic There is a giant mosque on the top of the Historic Peninsula, which can be seen from almost anywhere in Golden Horn. This mosque was built in the 16th century by Mimar Sinan, the most famous architect in Ottoman history. This mosque, which was built on one of the most prominent hills of old Istanbul, was built in the name of Sultan Suleyman, who was the ruler during the peak years of the empire. The Suleymaniye Mosque overlooks the city from a hill. On the other hand, there is another mosque on the left of the photograph, which looks like its little baby. This second mosque was built for Rustem Pasha. He was married to the daughter of Suleyman the Magnificent and was also a Grand Vizier. Rustem Pasha Mosque, which hosts the most beautiful examples of Iznik tiles, is one of my favorite mosques in Istanbul. Since the Blue Mosque is under restoration these days, we cannot see the magnificent tiles inside. But similar tiles can be seen in the Rustem Pasha Mosque. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulblog #istanbulmoments #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Fener Balat walking tour is one of the most enjoya Fener Balat walking tour is one of the most enjoyable activities to do in Istanbul. Here you can visit hundreds of years old mosques, churches and synagogues. You can also take pictures of colorful houses and retro cafes. Fener and Balat are also one of the districts of Istanbul that stand out with their cats. Many stray cats live on "Kiremit Street", where there are colorful houses. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #cats #istanbulcats #istanbulblog #instagood #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Ortakoy is one of the most beautiful districts in Ortakoy is one of the most beautiful districts in Istanbul. Having breakfast in "Ortakoy" at the weekend and walking to "Bebek" is one of my favorite activities as an Istanbulite. Ortakoy Mosque is the most iconic mosque of the Bosphorus shores. Almost everyone in Istanbul has a photograph of the Ortakoy Mosque and the Bosphorus Bridge in the background. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #ortakoy #ortaköysahil #ortaköycamii #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
The history of GALATA TOWER goes back to the 14th The history of GALATA TOWER goes back to the 14th century. During the Byzantine period, some Italian trade colonies were given commercial privileges. Among them were the Venetians and the Genoese. During the Middle Ages, the Golden Horn was a dividing line between Orthodox and Catholics. Orthodox peoples lived in Constantinople to the south of the Golden Horn, and Catholics lived within the walls of Galata in the north. In 1204, during the Fourth Crusade, the Latins invaded and plundered Constantinople. The "Venetians" fell out of favor with Byzantium for helping this plunder. Since the "Genoese" supported Byzantium, the Galata region was allocated to them. The Genoese built the Galata Tower in 1348 to observe and protect the harbor on the Galata coast. The contribution of the Genoese to Istanbul was not limited to this. For example, Yoros Castle on the Black Sea coast was also built by them. After the Ottomans conquered Constantinople in 1453, they wanted to continue trade. In this way, Venetians and Genoese preserved their privileges as in the Byzantine period. Galata Tower was also used as a fire watchtower in the last period of the Ottoman Empire. Firefighters would see the fires in the city from here and go to help. The tower was converted into a museum during the republic period and became the best place to watch the panoramic view of Istanbul. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #instadaily #instacool #galatatower #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Fener and Balat walk is one of the most popular ac Fener and Balat walk is one of the most popular activities among Istanbulites in recent years. The most beautiful streets to take photos in these districts are "Kiremit Street" (the place seen in the picture) and the nearby "Merdivenli Yokus Street". I think this is one of my favorite photos in my archive. In 2018, I took my favorite lenses, "Tokina 11-16mm" (Ultra wide angle) and "Tamron 17-50mm", and went to visit Fener and Balat districts. That day was quite productive for me in terms of photography. I decorated many articles I wrote on "IstanbulClues.com" about these districts with the photos I took during this walk. Of course, many things have changed since then. For example, in my recent visits, I cannot see the iconic street art works in front of "Atolye Kafasi", the famous cafe of the district. There were pictures of the most famous actors and actresses of Turkish cinema, but they are no more. Similarly, while some things have lost their popularity in Fener and Balat in recent years, others have come to the fore. If you want to learn more about this subject, you can paste this link into your browser and read the related article on my blog: https://istanbulclues.com/istanbul-fener-balat/ #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulfener #istanbulbalat #balat #balatistanbul #feneristanbul #fenerbalat #istanbultourguide #instagood #instadaily #instacool #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Istanbul's Historical Peninsula has always been an Istanbul's Historical Peninsula has always been an important center since the 7th century BC. The story of Old Istanbul begins with the Ancient Greek city of "Byzantium", continues with the Roman capital "Constantinople", and extends to the Ottoman capital "Istanbul". Today, the most important historical monuments of Istanbul, such as Hagia Sophia, Blue Mosque, Topkapi Palace, Grand Bazaar and Spice Bazaar, are all located in the Historic Peninsula. Surrounded by Roman walls, this area forms the core of Istanbul. The Galata Bridge in the photo connects Old Istanbul and relatively Modern Istanbul (Beyoglu and beyond). The mosque seen on the horizon is the Suleymaniye Mosque, the largest and most beautiful mosque in Istanbul. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Istanbul is a city famous for its stray cats. The Istanbul is a city famous for its stray cats. The most famous of these cats was Gli, who lived in Hagia Sophia for 15 years. Gli became an angel a few years ago. But there are still many beautiful cats in the Old City. There is a documentary called "Kedi", which reflects the life of stray cats in Istanbul. You can find this documentary, which also has an English version, on Youtube. Thus, as you see Istanbul through the eyes of cats, you can also see how the majority of Istanbulites are passionately attached to cats. I guess I am one of those cat-loving Istanbulites. Because I always keep a box of cat food in the trunk of my car. So I feed the cats in front of my house at least once a day. #cats #catsofistanbul #catsofinstagram #istanbulphotos #istanbultravel #istanbullife #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #serhatengul #istanbulturistrehberi
Baghdad Pavilion is one of the most special struct Baghdad Pavilion is one of the most special structures in Topkapi Palace. The mansion is located in the fourth courtyard of the palace and overlooks the Golden Horn. One of the last representatives of the classical period architecture of the Ottoman Empire, the pavilion has decoration items such as calligraphy, pencil works, pearl inlaid cabinets and Iznik tiles. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Galata Tower is one of the buildings from the Byza Galata Tower is one of the buildings from the Byzantine period in Istanbul. The tower was built in the 14th century by the Genoese trading colony to guard and watch over the port of Constantinople. Today, the area around the Galata Tower is one of the most lively squares in the city. It is a great pleasure to sit in one of the cafes surrounding Galata Square, known as "Kuledibi" in the local language, and watch the flow of life. You can also shop in the streets surrounding the tower (eg Serdar-i Ekrem Street and Buyuk Hendek Street). Neve Shalom, the most important synagogue of Istanbul, is also located in this vicinity. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulmoments #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Hagia Sophia was converted from a museum to a mosq Hagia Sophia was converted from a museum to a mosque in July 2020. For this reason, the famous mosaic of Mary and Jesus in the apse was covered with curtains. According to Islamic rules, it is not allowed to have human images in a place of worship through sculpture or painting. For this reason, this mosaic, which is at eye level of those who pray, is now closed. However, those who want to trace the mosaics from the Byzantine period in Hagia Sophia can still see the "Emperor Leo VI mosaic" and the "Emperors Constantine and Justinian mosaic" Unfortunately, the upper floor galleries are still closed and therefore the mosaics there cannot be seen. Those who want to visit Hagia Sophia should consider that the mosque is open to visitors from 10:00 in the morning. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #istanbulclues #serhatengul #istanbulturistrehberi
Load More Follow on Instagram

Footer

Istanbul Tarih Yazıları

Merhaba ben Serhat Engül. Sayfamda İstanbul’un tarihine dair yazılar bulabilirsiniz. Roma döneminden başlayıp, Bizans ile devam eden ve Osmanlı İmparatorluğu ile sona eren bir yazı dizisi olmasını planlıyorum.

İstanbul ile ilgili daha ayrıntılı bir gezi rehberi okumak isterseniz, IstanbulTuristRehberi.com isimli sitemi de ziyaret edebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.

Son Yazılar

  • Türkiye’de Gezilecek Tarihi Şehirler (Güncel → 2023)
  • Türkiye’de Tatile Gidilecek Yerler (Güncel → 2023)
  • Türkiye’nin En Güzel Plajları Listesi (Güncel Bilgi → 2023)
  • Kapadokya Manastırları & Kiliseleri Hakkında Bilgi (2023)
  • KAPADOKYA’da Gezilecek Yerler (Güncel Liste → 2023)

Powered by Reborn Travel

blank

İçerikler İzinsiz Kopyalanamaz © 2023