• Skip to main content
  • Skip to primary sidebar
  • Skip to footer
  • Home
  • About
  • Contact

Serhat Engül

Istanbul Gezi Rehberi

Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

10 August 2021 by Serhat Engül Leave a Comment

Roma’da Tetrarşi Dönemi ile başlayan yazı dizisinde, İstanbul’un tarihini en detaylı şekilde aktarmaya çalışıyorum. İlk üç yazıda Bizans’ı ve onun başkenti Konstantinopolis’i tanıdıktan sonra, Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısına gelmiş olduk.

Bir önceki yazıda Birleşik Roma’nın son imparatoru olan I. Theodosius’tan başlamıştık. Sonrasında Doğu Roma’nın (Bizans) ilk imparatoru olarak kabul edilen Arcadius’tan bahsettik. Devamında ise İstanbul’a Şerefiye Sarnıcı ve İstanbul şehir surlarını miras bırakan II. Theodosius’u andık.

Bu yazıda altıncı yüzyılda Bizans İmparatorluğu’nda gerçekleşen olayları bulabilirsiniz. İmparatorluğun zirve yıllarını yansıtan bu dönemde, İstanbul’da bugün halen görebildiğimiz birçok tarihi eser de inşa edilmişti.

İçerik Listesi

  • Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları
    • 1. İmparator I. Anastasius
      • İmparatoriçe Ariadne
      • Maviler ve Yeşiller
    • 2. İmparator I. Justinus
    • 3. İmparator Justinianus
      • Codex Justinianus (Roma Hukuku Derlemesi)
      • Nika Ayaklanması
      • Ayasofya’nın İnşası
      • İtalya’nın Yeniden Fethi
      • Gotlarla Savaş
      • Perslerle Savaş ve Saray Entrikaları
      • Got Totila
      • Bizans’taki Teolojik Problemler
      • Papa’nın Sürgüne Gönderilmesi
      • İtalya’nın Yeniden Fethi
      • Justinianus’un Mirası
    • 4. İmparator II. Justinus
    • 5. İmparator II. Tiberius
    • 6. İmparator Mavrikios
      • Roma’daki Papa ve Konstantinopolis’teki Patrik
      • Bizans’ta Maddi Krizler ve İsyan
      • Mavrikios’un (Mauricius) Mirası
      • Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!
  • Altıncı Yüzyıl’da Bizans Yazısı Kaynakları

Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

Altıncı Yüzyıl’da Bizans imparatorları arasında I. Anastasius, I. Justinus, I. Justinianus (Ayasofya’yı ve Yerebatan Sarnıcı’nı inşa eden hükümdar), II. Justinus, II. Tiberius ve Mavrikios (Mauricius) var.

Bu yazı serisinde İstanbul’un tarihini detaylı bir biçimde ele alırken, şehirdeki Osmanlı öncesi tarihi eserlerin de hangi imparatorlar döneminde inşa edildiğini görebiliyoruz. Keyifli okumalar dilerim.

1. İmparator I. Anastasius

İmparator I. Anastasius, Doğu Roma İmparatorluğu’nu (Bizans) 491 ile 518 yılları arasında yönetti. İmparatorun adı yabancı kaynaklarda Anastasius I Dicorus olarak geçer.

Önceki yazının sonunda bahsettiğimiz İmparator Zeno, Isauralı olması sebebiyle halkın nezdinde kabul görmüyordu. Din tartışmaları (Patrik Akakios ve Papa III. Felix’in birbirini aforoz etmesi), saray entrikaları (Pelagios’un haksızca idam edilmesi) ve oğlu Zenon’un kötü şöhreti nedeniyle Zeno iyice gözden düştü. Bir epilepsi nöbeti sırasında öldüğünde, yas tutan bile olmadı.

İmparatoriçe Ariadne

Varisi olmadan ölen imparatorların yerine, imparatoriçenin yapacağı yeni evlilikle imparator atanıyordu. Bu sebeple halk imparatoriçe Ariadne’ye “İmparatorluğa Ortodoks bir imparator ver, İmparatorluğa Romalı bir imparator ver.” diye yakardı. Ariadne, iyi eğitimli ve asil Flavius Anastasius ile evlenerek bu dileği yerine getirmiş oldu.

İmparator Anastasius tahta çıkmış en cimri hükümdarlardan biriydi. Vahşi hayvan gösterilerini ve gece eğlencelerini yasakladı. Kamu harcamaları kısıldı ve 27 yıllık Anastasius iktidarı sonunda muazzam bir tasarruf yapılmış oldu. Yapılan bu tasarruflara karşılık, yoksulların belini büken “Khrysargron” adındaki ağır vergi kaldırıldı.

Maviler ve Yeşiller

Hipodrom’da yapılan araba yarışlarının tarafları olan Maviler ve Yeşiller arasındaki rekabet, Anastasius döneminde doruğa çıkmıştı. Aristokratların desteklediği Maviler ile burjuvazinin desteklediği Yeşiller, birer spor kulübünden çok fazlasıydı. Maviler kendilerini Ortodoks olarak tanımlarken, Yeşiller ise zamanla Monofizit görüşü benimsediler.

Nevi şahsına münhasır bir imparator olan Anastasius, monofizitliğe sempati duymaya başladı ve yeşillerden yana tavır koydu. İmparatorun hiçbir zaman açıkça belirtmese de Monofizit olması, bu inanca sahip insanlara da cesaret vermişti. Monofizitlerin kiliselerde attığı sloganlar, başkentte büyük bir kavganın fitilini ateşledi ve iki taraftan da bir sürü insan öldü.

Başkenti saran isyanları dindirmek isteyen Anastasius, Hipodrom’daki imparatorluk locasına çıktı ve tahttan feragat edebileceğini açıkladı. Halk o anda sessizliğe büründü ve öfkeleri yatıştı. Anastasius’un halkın gözünde halen kredisi vardı.

Bizans imparatoru Anastasius, tahta çıktığında zaten 60 yaşında tecrübeli bir bürokrattı. 87 yaşına kadar yaşadıktan sonra eceliyle öldü. Yerine kimin geçeceği ciddi bir tartışma konusuydu. İmparatorluğun koruma muhafızı olan Justinus iyi bir askerdi, ancak eğitimsizdi. Yine de ordu ve bürokraside birçok kişi onun tahta çıkmasını istiyordu.

2. İmparator I. Justinus

İmparator I. Justinus yıllar önce Konstantinopolis’e beş parasız olarak gelmiş, fakat yetenekleri sayesinde hızla yükselmiş biriydi. Anastasius’un ölümünden sonra askerleri tarafından kalkanlar üzerinde kaldırıldı ve imparator olarak selamlandı. Yeni imparator her ne kadar devleti yönetecek bilgi ve donanımdan yoksun da olsa, perde arkasında yeğeni (Petrus Sabbatius) vardı.

İktidarı boyunca imparatorun arkasındaki gizli güç, keskin bir zeka ve mükemmel bir eğitime sahip olan Petrus’tu. İmparator Justinus onu evlat edindi ve devlet işlerine ortak etti. Petrus, imparatorun varisi olarak ilan edildiğinde Justinianus adını aldı.

Justinianus henüz imparator olmadan büyük başarılara imza attı. Bunlardan en önemlisi de Zenon döneminden beri arası açık olan Roma’daki Papa ile Konstantinopolis’teki Patrik’in arasını düzeltmek oldu. 1054’teki kalıcı bölünmeye (Great Schism) kadar birçok kez kavga eden ve barışan iki tarafın ne ilk ne de son kapışmasıydı.

Justinianus, Hipodrom’daki kadın dansçılardan birine (Theodora) aşık oldu. Bazı Bizans tarihçileri tarafından kıyasıya aşağılanan Theodora, Maviler takımını destekleyen biriydi. Aynı şekilde Maviler’e düşkün olan Justinianus ile Hipodrom’da tanıştılar.

Justinianus aşık olmuştu ve evlenmek istiyordu. Fakat amcası Justinus’un eşi Euphemia şiddetle muhalefet etti. Müstakbel imparatorun “ahlaksız” diye adı çıkmış bir kadınla evlenmesini istemiyordu. Justinianus ve Theodora uzun yıllar beklemek zorunda kaldılar. İmparatoriçenin ölümünün ardından (524) sessizce evlendiler.

Karısının ölümünden 3 yıl sonra (527) Bizans imparatoru I. Justinus da hayata gözlerini yumdu. Böylece zaten devleti perde arkasından yöneten Justinianus (Jüstinyen), resmen imparator oldu.

3. İmparator Justinianus

Altıncı Yüzyılda Bizans İmparatorları

İmparator Justinianus Augustus unvanı ile tahta çıkarken, eşi Theodora da eş zamanlı olarak Augusta olmuştu. Yani devleti karı-koca beraber yöneteceklerdi. İmparatoriçe Theodora’nın yaptığı ilk işlerden biri, günümüzde “Küçük Ayasofya” olarak bilinen Sergios ve Bakhos Kilisesi’ni inşa etmek oldu.

Justinianus’un tahttaki erken dönemine iki bürokrat damgasını vurdu. Bunlardan biri vergi toplayıcısı Kapadokyalı Ioannes, diğer ise Pamphylialı Tribonianus idi.

Yüksek vizyonu ve hayalleri olan imparator, isteklerini gerçekleştirmek için paraya ihtiyaç duyuyordu. Halkı iliğine kadar sömüren Ioannes, imparatorluk hazinesine kaynak sağlamak için doğru adamdı. Ne var ki, yöntemleri yüzünden kendisinden nefret ediliyordu.

Codex Justinianus (Roma Hukuku Derlemesi)

Tribonianus ise Bizans tarih yazıcılarına göre rüşvetçi bir hukukçuydu. Saray hakimi olarak zenginlerin işine gelen yasalar çıkarıyor ve servetine servet katıyordu. Ancak tüm bu kötü şöhretine rağmen muazzam bir işin başarılmasına imza attı.

Justinianus’u Bizans İmparatorluğu’nun en önemli imparatoru yapan şeylerden biri olan Codex Justinianus’un hazırlanmasında rol almıştı. Roma İmparatorluğu’nun geçmişten gelen tüm yasalarını bir araya toplayan bu kodeks, günümüz batı hukukunun da temelini oluşturur.

Nika Ayaklanması

Bizans tarihinin en önemli imparatoru da olsa, Justinianus ile Konstantinopolis halkının yıldızı hiçbir zaman barışmadı. 527’de tahta çıktıktan yalnızca 5 yıl sonra, Hipodrom‘da müthiş bir isyan patlak verdi. Bunda Justinianus’un tahta çıkmadan önce destek verdiği Maviler’i ihmal etmesinin yanı sıra, Yeşiller’i dışlamasının da etkisi vardı.

Tarihte ilk kez iki rakip takımın seyircileri birlik oldular ve bir imparatora hep bir ağızdan aleyhte tezahürat yaptılar. Tezahüratların hakaretlere ve hatta taşkınlıklara dönüşmesi gecikmedi. İsyancılar şehrin en önemli kiliseleri ve yapılarını ateşe verdiler.

Justinianus saraydan kaçmayı ve Anadolu’ya geçmeyi planlıyordu. Ancak İmparatoriçe Theodora, ünlü sözlerini sarf ederek onu kalmaya ve savaşmaya ikna etti. “Her insan mutlaka bir gün ölecektir. Ancak unvanımı taşımadığım bir günü görmektense ölmek yeğdir. Erguvan (imparatorluk pelerini) en soylu kefendir.”

Karısı Theodora’nın dik duruşundan etkilenen imparator, en yetenekli generallerini yanına çağırdı. Justinianus’un gelecekteki fetihlerine büyük katkı sağlayacak olan Belisarius, Narses ve Mundus isimli komutanlar, imparatorluk ordusu ile saraydan çıktılar. Yan yollardan ilerleyerek Hipodrom’u kuşattılar ve birkaç saatte 30.000 kişiyi öldürdüler.

Nika Ayaklanması çok kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Zaten başka bir yol da yoktu. Konstantinopolis halkı, imparatoru kukla gibi değiştiremeyeceğini ağır bir bedel ödeyerek öğrendi. Justinianus ise halkın gönlünü kazanmak için büyük çaplı bir restorasyon ve yeniden inşa projesine başladı. Yeni yapılacak binaların içinde Ayasofya ve Aya İrini gibi muhteşem kiliseler de vardı.

Ayasofya’nın İnşası

Ayasofya

İmparator Justinianus, yeni kilisenin devrimci bir mimari ile inşa edilmesini ve eşsiz olmasını istiyordu. Bu amaçla Anthemius ve Isidoros isimli mimarları görevlendirdi. Anthemius, bir mühendis ve matematikçi olarak zaten ün salmıştı. Büyük beğeni kazanan Sergius ve Bacchus Kilisesi’ni (Küçük Ayasofya) tasarlayan da oydu. Isidoros ise kubbeler konusunda uzman bir akademisyendi.

Bu iki deha, yalnızca 5 sene içinde, asırlar boyunca dillere destan olacak bir yapı ortaya koymayı başardılar. Ortaya çıkan sonuç karşısında Justinianus o kadar heyecanlanmıştı ki, “Seni geçtim Süleyman!” diye haykırdığı rivayet edilir. Ne de olsa o döneme kadar bilinen en büyük tapınak, ismi Tevrat’ta geçen Süleyman Mabedi idi.

İtalya’nın Yeniden Fethi

Justinianus, en seçkin generali olan Belisarius’u, İtalya’nın geri alınması için görevlendirdi. 395’te Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı olarak bölünmesinden sonra eski başkent Roma uzun süre ayakta kalamamış ve 476’da barbar kavimler tarafından işgal edilmişti.

Odoaker isimli işgalci kabile reisi, İmparator Zeno tarafından desteklenen Theodorich sayesinde devrilmiş (Justinianus’tan 3 kuşak önce) ve tahta Bizans destekli bir Got kralı çıkmıştı. Justinianus ise İtalya’yı mutlak bir şekilde Bizans hakimiyeti altına almak istiyordu.

Zaten Theodorich’in ölümünden beri Got Krallığı, Bizans’ın himayesinden çıkma sinyalleri veriyordu. Roma’sız bir Roma İmparatorluğu’nu anlamsız bulan Justinianus’a göre, bu sorun hemen çözülmeliydi.

General Belisarius, Batı seferine çıkmadan önce Doğu sınırını güvence altına almak için Dara Savaşı’nda Persleri yenilgiye uğrattı. Sonra asırlar boyunca Afrika’daki en önemli Roma kentlerinden olan Kartaca’yı, Vandal Krallığı’nın elinden geri aldı. Artık Roma’nın yeniden fethi için tüm şartlar hazırdı.

Gotlarla Savaş

Belisarius, İtalya’nın Napoli ve Roma kentlerini ele geçirmeyi başardı. Ancak Gotlar da kolay pes etmediler. Roma şehrini taktik gereği boşaltıp, toparlandıktan sonra kuşattılar. Belisarius, kuşatma altında çok zor günler geçirse de, Konstantinopolis’ten gelen destek kuvvetler ile ablukayı yarmayı başardı.

General Belisarius’un başarıları, imparatoru sevindirdiği kadar endişeye de sevk ediyordu. Askerleri tarafından çok sevilen genç ve güçlü bir komutandı. Roma tarihinde defalarca kez olduğu gibi kendini imparator ilan edebilir ve başkente yürüyebilirdi. Böyle bir felaketin önüne geçmek için, en becerikli ve sadık adamı olan Narses’i de İtalya’ya gönderdi.

Narses gibi güçlü bir karakterin İtalya’ya ayak basması, Belisarius’un ordusundaki bazı subayların arıza çıkarmasına sebep oldu. Narses’ten başka kimseden emir almayacaklarını söyleyerek, Belisarius’a açıkça tavır koydular.

Belisarius ise orduyu ikiye bölüp, kendine sadık kuvvetler ile kuzey yönünde devam etti. Ordu Milano kapılarına dayandığında bu çift başlılık yüzünden şehir kaybedildi. Bunun üzerine Justinianus, Narses’i geri çağırmak zorunda kaldı.

Nihayetinde Gotları yenilgiye uğratan ve tüm İtalya’yı geri alan Belisarius, başkente geri döndü. Kartaca’yı aldıktan sonra Konstantinopolis’te onuruna müthiş bir zafer alayı düzenlenmişti. Bu kez daha da şaşaalı bir karşılama görmeyi düşlüyordu. Ancak umduğunu bulamadı. Belki de Justinianus onun artan gücü ve şöhretinden çekinmiş ve hatta kıskanmıştı.

Perslerle Savaş ve Saray Entrikaları

Belisarius’un askeri dehasına Doğu sınırında ihtiyaç vardı. Pers İmparatorluğu’nun başına geçmiş olan en büyük hükümdarlardan I. Hüsrev, Bizans’a saldırmış ve en önemli şehirlerden Antiokheia’yı (Antakya) ele geçirmişti. Acilen bölgeye gönderilse de, ilk zamanlarda pek faydalı olamadı. Çünkü eşi Antonina’nın onu aldattığından şüpheleniyordu.

İmparatoriçe Theodora’nın arkadaşı olan Antonina, aşığı Theodosius adındaki delikanlıyı Belisarius’un gazabından uzun süre korumayı başardı. Neden sonra Theodosius dizanteriden ölünce, Belisarius yeniden kendisine gelmişti.

Derhal Hüsrev’e karşı mücadeleye girişti ve Pers ordusunun Doğu topraklarında dilediği gibi at koşturmasını engelledi. Savaş devam ederken müthiş bir veba salgını oldu ve iki tarafı da yerle bir etti. Salgın Konstantinopolis’e de sıçramış ve Justinianus bile hastalanmıştı.

İmparatorluğun bu kara günlerinde Theodora, kocasına bir şey olursa istikrarı nasıl koruyacağını düşünüyordu. Normal şartlarda yeni biriyle evlenmesi ve onu imparator ilan etmesi gerekirdi. Ancak Doğu’da Perslerle çarpışan Bizans ordusu, Konstantinopolis’te seçilecek olan yeni bir imparatoru asla tanımayacağını ilan etti. Theodora hem korkmuş, hem de öfkeden deliye dönmüştü.

Toplantıyı yöneten iki generalden biri (Buzes) hapse atıldı ve rütbeleri söküldü. Diğeri ise Belisarius’tu, o kaos döneminde imparatorluğun en güçlü generalini içeri tıkmak olmazdı. Ancak Theodora uzun vadede intikamını almayı başardı. Belisarius’u Kartaca ve Roma seferlerinde Vandal ve Got hazinelerini zimmetine geçirmek ile suçladı. Başkentindeki servetine el konuldu ve itibarsızlaştırıldı.

Justinianus ölüm uykusundan uyanınca ilk işi Belisarius’un servetini ve itibarını ona iade etmek oldu. Çünkü imparatorluk hem Doğu’dan (Pers istilası), hem de Batı’dan (Gotlar yine canlanmıştı) tehdit altındaydı. Bir kurtarıcı varsa, o da Bizans’ın gelmiş geçmiş en başarılı generali Belisarius’tu.

Got Totila

Ne var ki, Belisarius’un ikinci İtalya seferi baştan çıkmazdaydı. Justinianus ona istediği büyüklükte bir ordu ve maddi kaynak vermemişti. Gelecek 5 yıl içinde Belisarius İtalya’da canla başla mücadele etti. Kaynakların yetersizliği nedeniyle önce Ioannes’i (soylu bir general), sonra da karısı Antonina’yı başkente gönderip destek istedi.

Gotların başına geçmiş olan Totila adındaki genç kral yaman biriydi. Ravenna, Floransa ve Roma hariç İtalya’yı Bizans İmparatorluğu’ndan geri almıştı. Roma’ya çok yakında konumlanan Napoli’yi ele geçirmiş ve halka çok iyi davranarak onların gönlünü kazanmıştı. Roma’yı kuşattığında şehri açlık ve sefalet kapladı. Açlığın son raddesine gelen birkaç Isauralı asker, şehrin kapılarını açarak Roma’nın düşmesine yol açtılar.

Theodoric (eski Got kralı) döneminde refah dolu ve huzurlu bir dönem geçirmiş olan İtalya halkı, Bizans’ın (Romalılar) geri dönmesinden beri açlık ve yıkımdan başka bir şey görmemişti. Bu sebeple Belisarius’un İtalya’yı ilk fethettiği dönemle, Totila ile savaşmak için geri döndüğü dönem arasında çok fark vardı.

Halk istilacı Gotlar’dan kurtulsa bile, Bizans’ın acımasız vergi memurlarının geri geleceğini biliyordu. Bu sebeple fethettiği şehirlere merhametli davranan Totila’ya yakınlaşmakta ve son 5 yılı onlar için cehenneme çevirmiş olan Bizans’a ise mesafe koymaktaydı.

Belisarius’un son bir çabayla karısı Antonina’yı (İmparatoriçe Theodora’nın arkadaşı) başkente göndermesi de bir işe yaramadı. Çünkü Theodora daha birkaç gün önce vefat etmişti. Antonina artık ne arkadaşını ikna edebilir, ne de üzüntüden perişan olmuş imparatordan ordu ve para göndermesini isteyebilirdi.

Bu olaylar zincirinin sonucunda Belisarius başkente geri çağrıldı. Roma’nın kaybı şimdilik kabul edilmişti. Justinianus, yıllarca şüpheyle yaklaştığı ve alttan alta önünü kestiği Belisarius’u içtenlikle karşıladı. Çünkü imparatoru, generale karşı sürekli kışkırtan ve aklına şüphe tohumları eken Theodora artık yoktu.

Bizans’taki Teolojik Problemler

Justinianus’un önceliği Totila’ya kaybedilen İtalya kentlerini almak değil, Bizans topraklarındaki dini ayrışmaları gidermekti. Zira imparatorluğun büyük bir çoğunluğunu oluşturan Ortodoks Hristiyanlar ile azımsanmayacak sayıdaki Monofizitler arasında büyük bir çekişme vardı.

İmparator, bir denge politikası kurma çabasındaydı. Çünkü Monofizitleri gözden çıkaramadığı gibi, onlara ılımlı yaklaştığı için Ortodoks’lardan da tepki görüyordu. Uzun yıllar birlikte hüküm süren Justinianus ve Theodora, deyim yerindeyse “iyi polis, kötü polis” rolü oynamışlardı.

Justinianus, Ortodoks çoğunluğu tatmin etmek için Monofizitler aleyhine açıklamalar yaparken, Theodora ise Monofizitler’i el altından destekliyor ve koruyordu. Ancak Theodora’nın zamansız ölümüyle bu denge bozuldu.

Belisarius, imparatoru İtalya’yı kurtarmaya ikna etmeye çalışırken, imparatorun ilgisiz kalmasının en büyük sebebi buydu. Yoksa özünde Justinianus’un en büyük amacı, Antik Roma dönemindeki toprakları yeniden fethetmekti.

Papa’nın Sürgüne Gönderilmesi

Dönemin en etkili din adamı olan Papa Vigilius, Justinianus tarafından siyasi kararlar almaya zorlandı. Vigilius yanaşmayınca, imparatorun adamları tarafından Roma’nın Got istilası tehlikesi ile karşı karşıya olması bahane edilerek, başkent Konstantinopolis’e getirildi. Dikbaşlı Vigilius ile Justinianus arasındaki çekişme, nihayetinde Papa’nın sürgüne gönderilmesine kadar devam etti.

Justinianus’un teşvik etmesiyle, ayrılıkları çözmek amacıyla Beşinci Ekümenik Konsil (I. Konstantinopolis Konsili) toplandı. Justinianus, önü alınamayan Monofizit inancı ile Ortodoksluk inancı arasında bir orta yolun bulunmasını istemişti. Ancak iki tarafı da memnun etmek isteyen İmparator, başarılı olamadı. Hatta uzun vadede ayrılık daha da derinleşti.

Asırlar boyunca imparatorların başına büyük dert olan bu teolojik (dinsel) ayrışmaları, bugünün penceresinden bakıp anlamlandırmak pek mümkün değildir. Hristiyanlığın İmparator Büyük Konstantin tarafından Milano Fermanı (313) ile serbest bırakıldığı dönemden beri bu tartışmaların ardı arkası kesilmemişti.

İtalya’nın Yeniden Fethi

Justinianus Dönemi Fetihleri

Dinsel ayrışmalara geçici çözümler bulmuş olan imparator, artık dikkatini İtalya’ya çevirmeye karar vermişti. İtalya’nın yeniden fethi için kendisine varis olarak gördüğü kuzeni Germanos’u görevlendirdi. Germanos’un emrine Belisarius’un hiç sahip olmadığı kadar güçlü ve donanımlı bir ordu tahsis edildi.

Amma velakin, Germanos hiç beklenmedik bir şekilde ateşlenerek yolda öldü. Seferi yönetmesi için bu kez Justinianus’un sağ kolu Narses görevlendirildi. 70’ine merdiven dayamış olan Narses, yaşından beklenmeyecek kadar enerji dolu ve kararlı şekilde görevi üstlendi.

İtalya’nın Ostrogot (Doğu Gotları) kralı Totila’ya kaybedilmiş olan tüm şehirlerini tek tek aldı ve kralı da savaş meydanında öldürdü.

Got ordusundan kalan adamları organize eden ve Totila’nın yerine geçen Teja da Narses’in gazabından payını aldı. Gotlar ile Vezüv Yanardağı eteklerinde yapılan savaşta, Bizans ordusu kesin bir galibiyet kazandı.

İtalya, Got istilacılardan geri alınmıştı. Seferin geri kalanını Liberius adında başka bir general sürdürdü ve Bizans’ın topraklarını İspanya’ya kadar genişletti. Bugün Endülüsya olarak bilinen Güney İspanya da, Vizigotlar’dan (Batı Gotları) geri alınmıştı.

Justinianus’un Mirası

Bizans İmparatorları adıyla kaleme aldığım bu yazı dizisinde, en çok yer ayırdığım imparator Justinianus olsa gerek. Bugünkü İstanbul’un Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı gibi eserlerinin altında imzası olan bu imparator, bazı tarihçiler tarafından Klasik Roma’nın son hükümdarı olarak tanımlanır.

Bir Romalı olarak doğmuş olan Justinianus, Roma’nın Latin kökenlerine bağlı kalan bir hükümdar imajı vermiş ve ömrünün büyük bir bölümünü Roma İmparatorluğu’nu eski sınırlarına kavuşturmak için harcamıştır. En büyük hayali olan İtalya’nın yeniden fethi gerçekleşmiş ve göstermelik de olsa din birliği sağlanmıştır.

Buraya kadar mükemmel bir kariyer inşa eden Justinianus’un, son 10 yılda gösterdiği isteksizliğe şaşmamak elde değildir. Ömrü boyunca bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle çalışmış olan imparator, son 10 yılda çok zor duruma düşmedikçe savaşmaktan kaçınmış ve barışı satın almak için tüm düşmanlarını maaşa bağlamıştır.

Devleti yönetmedeki isteksizliğine rağmen, tahttan feragat etmeyi de düşünmemiş ve tebaasını kendisinden iyice soğutmuştur. Saldırgan bir Hun kabilesinin Balkan eyaletlerine girmesi ve başkentin kapılarına kadar gelmesi sebebiyle çıkan krizde, bir kez daha eski dost Belisarius’u çağırmış ve tehdidi savuşturmuştur.

Justinianus’un mirası büyük ve görkemli olduğu kadar, kırılgan ve savunmasızdır. Kaynak yetersizliğinden ordunun hacmi 500.000 askerden, 150.000’e kadar düşmüş ve devamlı onarım isteyen sınır duvarları bakımsız kalmıştır. Zaten küçük bir Hun kabilesinin başkent surlarının önüne kadar gelebilmesi de bu yüzdendir. Bizans İmparatorluğu’nun doruk noktası, aynı zamanda asırlar sürecek düşüşün de başlangıcına işaret eder.

Aralarındaki inişli çıkışlı ilişkiye rağmen, tüm bu başarılara birlikte imza atan iki adam, birbiri ardına hayata gözlerini yumar. Belisarius, 565 yılının Mart ayında, altmışlı yaşlarında iken başkentte ölür. Ondan yaklaşık 7 ay sonra, 14 Kasım 565’te, seksenli yaşlarındaki Justinianus ani bir kalp krizi ile hayata veda eder.

4. İmparator II. Justinus

İmparator II. Justinus, Justinianus’un fazlasıyla uzun hükümdarlığından sonra tahta çıktı. Başkent halkı Justinianus’un son yıllarındaki isteksizliğinden bezdiği için, yeni imparatoru taze kan olarak görmüş olsa gerek. Ancak bu beklenti, II. Justinus’un omuzlarında taşınamaz yüke dönüştü.

Konstantinopolis tarihinde “Büyük” olarak anılan 3 imparator vardır. Bunlardan ilki I. Konstantin (Constantinus), ikincisi I. Theodosius ve üçüncüsü de I. Justinianus (Jüstinyen) idi. Tarihte böyle üstün nitelikli hükümdarlardan sonra tahta çıkanlar, genelde selefinin ağırlığı altında ezilmiştir.

Zira Justinianus’un yeğeni olan II. Justinus da, oldukça iddialı bir şekilde çıktığı tahta, akıl hastalığı belirtileri gösterdiği bir dönemde vefat ederek veda etmiştir. Amcasının yerine herhangi bir çekişme olmadan kolayca oturan II. Justinus, taç giyme töreni sırasında Justinianus’un son yıllarını eleştiren bir konuşma yapmıştı. Onun son yıllardaki yönetim zaafiyetini eleştirdikten sonra, bunları düzelteceğine söz vermişti.

Amma velakin, Justinianus’un çevredeki düşmanlara para dağıtarak sağladığı barış, onun ölümüyle hemen bozuldu. Bunda elbette II. Justinus’un kendisine fazla güvenerek tüm düşmanlarına kafa tutmasının ve ödenekleri kesmesinin de büyük payı vardı.

Kendisini müthiş bir karmaşanın ortasında bulan II. Justinus, amcasının neden sonu gelmez savaşlardan bezdiğini yaşayarak görecekti. Zira Bizans İmparatorluğu’nun üstüne ilk çullanan Avarlar oldu. Dalmaçya kıyılarını talan eden Avarlar, gönderilen bir Bizans ordusunu da yenilgiye uğrattı. II. Justinus, Avarları ancak 80.000 gümüş haraç ödeyerek durdurabildi.

Persler de aynı şekilde başkaldırdı. Suriye’ye girip, Bizans kentlerini yağmaladılar ve ateşe verdiler. Ancak imparatorluk en büyük darbeyi İtalya’ya giren Lombardlar’dan yedi. Justinianus’un büyük paralar ve emekler karşılığı ele geçirdiği İtalya’yı neredeyse tamamen işgal ettiler. Justinianus’un ölümünden yalnızca 3 yıl sonra, Bizans’ın elinde yalnızca birkaç stratejik şehir kalmıştı.

İtalyan halkı istilacılara ciddi bir direniş göstermedi. Sebebi ise Justinianus döneminden beri acımasız vergiler toplayan Bizans vergi memurlarıydı. Justinianus’un yeni fethettiği yerlere getirmek istediği iyi yönetim anlayışı, maalesef yalnızca teoride kalıyordu.

Büyük bir heyecanla fethettiği İtalya’yı, tüm Akdeniz’i çevreleyen imparatorluğu korumak için vergiye boğmuştu. (diğer eyaletler de bu amansız vergi sisteminden İtalya kadar nasibini alıyordu.)

Tüm toprak kayıplarına ve çöküşe, imparatorun Monofizitler’e karşı başlattığı cadı avı da tuz biber oldu. Justinianus’un ılımlı politika izlediği Monofizitler, II. Justinus döneminde bizzat devletten zulüm görmeye başlamıştı.

Bunu Bizans imparatoru II. Justinus’un gittikçe ilerleyen akıl hastalığı ile ilişkilendirenler de vardı. İmparatorun karısı durumun vehametini fark etti ve kocasını bir varis tayin etmeye ikna etti. Bu varis, II. Tiberius’tu. Bu atamadan kısa bir süre sonra Justinus hayata gözlerini yumdu.

5. İmparator II. Tiberius

İmparator II. Tiberius, alevler içindeki bir imparatorluğu devraldı ve buna karşın başarılı bir yönetim gösterdi. Öncelikle Justinianus ve II. Justinus döneminde ihmal edilmiş olan Demos’lara, yani Maviler ve Yeşiller’e destek verdi. İmparatorluk içinde bir sivil örgütlenme olan bu araba yarışı takımları, Bizans’ın sosyal yapısında önemli yer tutuyordu.

İkinci olarak Monofizitler’e yapılan zulme bir son verdi. Çünkü bu her yönden saldırı altında olan imparatorluğu, içeriden de parçalamaktan başka bir işe yaramıyordu.

Bizans imparatoru II. Tiberius son olarak devlete asırlarca hizmet edecek olan Vareg Muhafızları (Varangian Guards) birliğinin temelini attı. Gelecekte imparatorluğun elit birlikleri olacak bu askerler, kuzeyli (ağırlıkla İskandinav) savaşçılardan oluşuyordu.

Tüm bu iyi özelliklerine karşılık, zaten boşalmış olan imparatorluk kasasından çok para dağıttı. Osmanlı’daki cülus bahşişi misali, tahta çıkar çımkaz binlerce kilo altın dağıtmış olması, uzun vadede devlet kasası için pek iyi olmamıştır.

6. İmparator Mavrikios

İmparator Mavrikios (Mauricius), Tiberius’un bizzat atadığı bir varisti. Bizans’ın en önemli eyaletlerinden Kapadokya’da doğmuş olan Mavrikios, aynı zamanda başarılı bir subaydı. Doğu cephesinde Perslere karşı savaşmış ve büyük yararlılık göstermişti. İyi bir kumandan olduğu kadar, başarılı bir örgütleyici olması Bizans’a ilaç gibi gelmişti.

İtalya’da elde kalan en önemli kentlerden Ravenna’da ve Afrika’daki Kartaca’da birer valilik kurdu. Gönderdiği valileri üstün yetkilerle donattı ve bölgelerinde dirliği sağlamalarını salık verdi. Bizans’ın ileri karakolları haline gelen bu şehirler, imparatorluğa uzun yıllar faydalı olacaktı.

Mavrikios’un ilk yılları askeri ve siyasi olarak çok başarılı günlerdi. İmparatorluğu bunaltan Pers saldırılarına karşı koydu ve Hüsrev’in yerine geçen oğlu Hürmüz’ü yenilgiye uğrattı. Yeni Pers İmparatoru Hürmüz, kısa zamanda toparlanıp tekrar saldırıya geçtiyse de; kendi memleketinde çıkan bir isyan yüzünden geri adım attı.

Pers diyarında tahtını koruma mücadelesi veren Hürmüz, rakiplerince öldürüldü. Yerine geçen oğlu II. Hüsrev ise Bizans imparatorundan yardım istedi. Mavrikios, şayet tahta geçerse kayıtsız şartsız barış yapılması şartıyla II. Hüsrev’e yardım etme sözü verdi. Bizans yıllardır Persler ile ya savaşıyor, ya da ağır vergiler karşılığında barış yapıyordu. Bu sebeple bu durum bulunmaz bir fırsattı.

II. Hüsrev ülkesindeki muhalefeti bertaraf edip tahta çıktığında, söz verdiği gibi barış imzaladı. Böylece Bizans imparatoru Mavrikios, Batı’da başına bela olan Avarlar’a yoğunlaşma fırsatı buldu.

Amma velakin Mavrikios’un o ana kadar iyi giden şansı tersine dönmüştü. Bizans’ın Balkanlar’daki en önemli merkezlerinden Sirmium’u (Sırbistan’da bir kent) ele geçiren Avarlar, bu kenti üs olarak kullandı ve tüm Tuna eyaletlerini yağmaladı.

Yine de hem Doğu, hem de Batı’da savaşmak zorunda kalmayan Bizans İmparatorluğu (zira II. Justinus ve II. Tiberius’un saltanat yılları iki taraftan kuşatılmış şekilde geçmişti) Avarlar ve Slavlar ile Avrupa cephesinde etkin bir şekilde mücadele etmeyi başardı. Yalnız bu arada yeni bir sorun ortaya çıkmıştı ve elbette problem yine her imparatorun başına bela olan din kavgasıydı.

Roma’daki Papa ve Konstantinopolis’teki Patrik

588 yılında, Konstantinopolis’te Patriklik makamında IV. Ioannes vardı. Hristiyan kilisesinin kurumlaştığı I. Constantinus döneminden beri Roma’daki Psikopos’un (Papa), Konstantinopolis’teki Psikopos’a (Partik) nazaran üstünlüğü vardı. Ancak iki taraf arasında sürekli bir çekişme söz konusuydu.

IV. Ioannes kendisini Ekümenik (Evrensel) kabul eden bir unvan kullanmaya başladı. Bu Papa’nın otoritesine açıkça meydan okumak anlamına geliyordu. Papa I. Gregorius buna şiddetle karşı çıktı ve imparatora şikayet etti. Ancak bir sonuç alamadı. Patrik’in imparatorun yaşadığı şehirde (Bkz: Konstantinopolis) olması, ona avantaj sağlıyordu.

Zamanla Doğu Kilisesi’nin lideri konumundaki Konstantinopolis Patriğinin “Ekümenik” unvanı kalıcı hale geldi. Bugün İstanbul’da bulunan Fener Rum Patrikhanesi, söz konusu Ekümeniklik unvanı konusunda halen ısrarcıdır.

İki kilise arasındaki bu kavgalar, tam da Bizans’ın en kötü günlerini yaşadığı zamanlarda (1054 yılında II. Basil sonrası karmaşa dönemi) geri dönülemez bir krize dönüşecekti.

Bizans’ta Maddi Krizler ve İsyan

Mavrikios’un en büyük talihsizliği, selefinden bomboş bir hazine devalmış olmasıydı. II. Tiberius’un saçtığı paralar ve Mavrikios’un iktidarı boyunca devam eden savaşlar yüzünden devlet iflasın eşiğine gelmişti.

Beslemek zorunda olduğu kocaman bir ordu varken, askeri ödenekleri 4’te 1 oranında kısmak zorunda kalmıştı. 588’de gerçekleşen bu olay, Asya’daki orduda (Doğu Ordusu) büyük bir infiale sebep oldu.

Bunu izleyen 10 yıl içerisinde durum daha da kötüye gitmişti. Artık ordunun kışlama masraflarını bile ödeyecek para kalmamıştı. Normalde imparatorluk sınırlarını korumak için Tuna Nehri’nin ötesinde barbar kavimlerle savaşan ordu, kışın Bizans topraklarındaki üssüne döner ve dinlenirdi. Ancak bu 599’da yayınlanan bir imparatorluk fermanına göre bu kez savaştıkları -bilinen uygar dünyanın dışındaki- ovalarda kamp kurmaları gerekiyordu.

Askerler büyük bir öfke seline kapıldılar. Ordunun başında imparatorun kardeşi Petrus vardı ve onları dizginlemeyi başaramadı. Ordunun önde gelen subaylarından Phokas, askerler tarafından kalkanların üzerinde yükseltildi ve imparator ilan edildi.

Eş zamanlı olarak başkentte de isyanlar çıkmış ve kalabalıklar sarayın önünde toplanmıştı. Umudunu kesen Mavrikios, bir kayıkla Nikomedia’ya (İzmit) kaçtı. Giderken oğulları ve eşini de yanına almıştı. Batı ordusu ile başkente yürüyen Phokas, tahtı ele geçirdi ve kendini imparator ilan etti.

Bir noktaya kadar kaçmayı başarmış olan Mavrikios’un gücü kalmamıştı. Gut hastasıydı ve sağlık durumu seyahat etmeye uygun değildi. Acılar içinde kıvranırken Phokas’ın gönderdiği askerler tarafından yakalandı ve infaz edildi. Oğulları da aynı şekilde öldürülmüş ve İzmit Körfezi’ne atılmıştı.

Mavrikios’un (Mauricius) Mirası

Mavrikios’un saltanatı kötü bitse de, genel olarak iyi bir yönetim gösterdi. En büyük hatası akrabalarına fazla güvenmesi ve kardeşi Petrus gibi yeteneksiz insanları çok üst seviyeye getirmesiydi. Para yokluğundan orduya yeterince para akıtamamış ve başkentte şaşaalı eğlenceler organize edememişti. Bu sebeple askerler ve halk onu istemedi.

Bizans imparatoru Mavrikios’un düşüşüne çanak tutanlar, kısa bir süre sonra yaptıkları yanlışın büyüklüğünü acı bir bedel ödeyerek fark edeceklerdi. Çünkü Bizans tahtına çıkmış olan en acımasız, gaddar ve başarısız imparatorlardan biri olan Phokas’ın önünü açmışlardı.

Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!

Bu yazıda Bizans İmparatorluğu’nun zirve dönemine ulaştığını gördük. Ancak o zirveye ulaşmak için kaynakları fazla zorlayan Bizans, hemen ardından büyük bir çöküşe geçti. Bir sonraki yazıda yine benzer bir yükseliş (Heraklius dönemi) ve ardından da çöküş göreceğiz. Serinin devamını Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısından okuyabilirsiniz.

Altıncı Yüzyıl’da Bizans Yazısı Kaynakları

Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısı kaynakları arasında İngiliz yazar John Julius Norwich’in Byzantium adlı eseri var. Bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe olarak da basıldı. Oldukça başarılı bir çeviriye sahip olan kitabı tavsiye ederim.

Bizans İmparatorluğu ile ilgili oldukça ayrıntılı bir kaynak olan Robin Pierson’un The History of Byzantium podcast yayınına bakabilirsiniz.

Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları by Serhat Engül

Filed Under: Bizans Tarihi, Popular

Reader Interactions

Leave a Reply Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Primary Sidebar

Sosyal Medya Linkleri

  • Facebook
  • Instagram
  • Pinterest
  • Twitter
  • YouTube

Istanbul Turist Rehberi

blankMerhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

serhatengul

Günlük No: 13 Sanırım bu arşivimdeki en sevdi Günlük No: 13 Sanırım bu arşivimdeki en sevdiğim fotoğraflardan biri. 2016 yılında çekmişim. 2020'de Ayasofya camiye çevrildikten sonra girişler eskiden çıkış kapısı olan yerden yapılmaya başlanmıştı. Bu alışık olduğumuz gezi güzergahının çok dışındaydı ve insanların Ayasofya'nın koridorlarından geçerek iç mekana doğru heyecanla ilerlemesini engelliyordu. Direkt olarak iç koridora giren ziyaretçiler ne olduğunu anlamadan kendini Ayasofya'nın içinde buluyordu. Şimdi ise gezi rotasını müze olduğu zamandaki haline döndürdüler. Böylece Ayasofya'nın bahçesindeki tarihi eserleri görerek yapıya yaklaştığımız ve koridorlardan heyecanla ana mekana doğru ilerlediğimiz eski sistem geri geldi. Ben de bu fotoğrafı Ayasofya ile ilgili yazdığım yazılarda o hissi aktarabilmek için çekmiştim. Avludan henüz içeriye adım atmışken imparator kapısını ve Ayasofya'nın içini görüyoruz. Böylece ana mekan bizi bir mıknatıs gibi kendine doğru çekiyor. İmparatorluk kapısına yaklaştıkça da yavaş yavaş kubbenin de ihtişamını görmeye başlıyoruz. Ayasofya ziyaretinin hakkını veren bu eski sistemin geri gelmesine sevindim. Umarım bu iyileştirmeler devam eder. #istanbul #istanbulblog #istanbulfotoğrafları #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbultrip #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulpage #istanbulmoments #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 12 Rehberlik yaparken uzun saatler yürüyoruz ve ayakta dikiliyoruz. Sırt, bel ve bacak ağrısı çekmemek için hem zinde olmaya, hem de iyi bir ayakkabıya ihtiyaç var. Şimdilerde Pandemi dönemi boyunca düzenli olarak spora gitmenin meyvelerini topluyorum. İşler kesatken ve web sitelerini güncellemek ile meşgul iken, hareketsizliğimi dengelemek için devamlı kardiyo ve ağırlık çalıştım. Bir gün pandemiden çıkıldığında milletin çılgınlar gibi seyahat edeceğini tahmin ediyordum. Ki şimdi bu patlamanın emarelerini görmeye başladık. Bu güzel havalarda sokaklarda dolaşmak insana gerçekten iyi hissettiriyor. Baharın gelişi yalnızca mevsim değişimini değil de, uzun ve karanlık bir tünelin çıkışını da simgeliyor sanki! Yıllar önce iki tane Adidas Energy Boost almış ve parçalayana kadar dönüşümlü giymiştim. Hayatımda kullandığım fiyat/performans oranı en yüksek ve en konforlu ayakkabıydı. Sonradan Energy Boost 2,3 ve 4 gibi serileri çıktı ama bence hiçbiri ilki kadar iyi değildi. Bir süre Adidas'ı bırakıp Skechers'a geçtim. Skechers Go Walk serisi çok rahat ama çok dayanıksız. Uzun saatler yürüdükten sonra ayağı saran kısımları ve tabanı iyice gevşiyor ve ideal şeklini kaybediyor. Yıllarca Skechers modellerini kullandıktan sonra Adidas'ta nihayet Energy Boost 1'in muadilini buldum ve Adidas'a dönüş yaptım. :) Evet arkadaşlar böyle bir arayışta olan varsa "Adidas Ultra Boost" süper bir ayakkabıya benziyor. Henüz sahada test etmemiş olsam da ilk izlenim mükemmeldi. Bu sayfayı hakikaten iyice günlüğe çevirdim. Hintli kızın fotoğrafının altında ayakkabı modellerinden bahsediyorum. 3-5 kişi azmedip okuyorsa onları da kaçıracağım :))) Bu arada bu fotoğrafı 2010'da yaptığım Hindistan seyahatinde Delhi'deki Jama Masjid'te (Jama Camii) çekmiştim. #instagood #instapic #instadaily #instaphoto #instaart #instatravel #photooftheday #picoftheday #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 11 Dün yaklaşık 10 kişilik bir Türk gruba Fener Balat turu yaptım. Son birkaç aydır turlarım hep Sultanahmet'te geçiyordu. Fener ve Balat civarlarını çok özlemiştim. Sert bir kışın ardından gelen bahar gibi, turizm de 2 senelik pandemi uykusundan uyandı ve işlerimiz yoğunlaşmaya başladı. Eve kapandığımız dönemler ise benim için İngilizce ve Türkçe sitelerdeki 400 yazıyı yeniden düzenlemek ve güncellemek için altın bir fırsattı. Şimdi bakıyorum da yoğunlaşan işlerin getirdiği yazışmalar ve turlar başlayınca bu işe bir daha kalkışamazmışım. Kendi çapımda krizi fırsata çevirmiş oldum. Ama herkes gibi bu dönemde ben de çok sıkıldım. Zaman insan hayatında o kadar önemli ki! Bir yandan onu en iyi şekilde kullanmaya çalışırken, diğer yandan da onu cömertçe harcamak zorundayız. Çünkü hiçbir şey zaman ve emek harcamadan olmuyor. Bir yerde "İnsanlara kendinizi sevdirmeye çalışmayın! Yalnızca olduğunuz gibi davranıp her şeyi zamana bırakın!" gibi bir cümle okumuştum. O zaman bu cümlenin kıymetini pek anladığımı sanmıyorum. Ama "yaş almak" bana sabır etmeyi öğrettikçe, zamanın hayatta her şeyin en iyi ilacı olduğunu anladım. Turlar sırasında sıkça gittiğim bir restoranda garson arkadaşımdan bir espresso istedim. "Ne demek, sen iste buraya espresso makinesini getiririm!" dedi. Bunu öylesine samimi bir şekilde söyledi ki çok mutlu oldum. Dün Balat'ta ziyaret ettiğim caminin bekçisine arkası dönükken seslenip "Ne zamandır görüşemedik, sesimden tanıdın mı?" dedim. Bana dönüp kocaman bir gülümseme ile "Hatırlamaz mıyım? Sen sahilden konuşsan buradan duyulur!" dedi. Grubumla camiyi ziyaret ettim ve çıkarken bana "Eski rehberler çok azaldı. Buralara yeni gelmeye başlayanların da tadı yok!" gibi bir şeyler mırıldandı. O an bu işte biraz eskimeye başladığımı fark ettim. Bakıyorum da ilk Balat turumu yapalı 13 sene olmuş. Rehberlik kokartımı alalı ise 18 sene doldu. Bu fotoğrafı 2008 yılında İspanya'nın Sevilla kentinde çekmiştim. Flamenko ezgileri eşliğinde bu sarayı keşfetmek, seyahatimin en güzel anlarından biriydi. İnsan böyle bakınca fotoğraf çekmenin önemini bir kez daha anlıyor. Yoksa bu anı nereden hatırlayacaktım ki! #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No: 10 Bugün İranlı bir aileye rehber #Günlük No: 10 Bugün İranlı bir aileye rehberlik yaptım. Ailenin büyük oğlu yıllar önce çalışmak için İsveç'e gitmiş ve şimdi İsveçli bir kızla nişanlanmak üzereler. Sanırım bu Türkiye gezisi de ailenin tüm üyelerini yabancı gelin adayı ile tanıştırmak üzerine düzenlenmiş. Anne baba çok şeker bir çift ve huzur veren cinsten insanlar. Büyük oğul kendini çok iyi yetiştirmiş ve İsveçte tıp alanında çalışıyor. 20'li yaşlarda bir erkek kardeşi ve 16 yaşında da bir kız kardeşi var. Kendisi hariç tüm ailesi İran'da yaşıyorlar. Bazen bu kadar farklı milletlerden insanlar tanımamı sağlayan bir iş yaptığıma şükür ediyorum. Yoksa her millete yapıştırılan etiketlere bağımlı kalacak ve belki hiçbir şey bilmediğim için bazılarından nefret edecektim. Oysa turizmde geçen 20 yılı aşkın sürede o kadar çok memleketten insan tanıdım ki, hiçbir ülkeye ön yargım kalmadı diyebilirim. Devlet politikaları ile sıradan insanların ajandası ve hayata yaklaşımları kesinlikle çok farklı. Az buçuk mürekkep yalamış ve sağduyulu bir insan dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın birçok şeye karşı objektif bir bakış açısı geliştirebiliyor. Bir de böyle farklı millet ve ırklardan insanların birlikte mutlu olduğunu görmek çok hoşuma gidiyor. Hakikaten çeşitlilik bir zenginlik. Geçenlerde Afroamerikan bir erkek ve Asyalı bir kızı gezdirmiştim onların da uyumu çok hoşuma gitmişti. Hem de her ilişkinin kendine has bir öyküsü var ve onları dinlemek çok hoşuma gidiyor. Önceki günlüklerde seyahat arşivlerimi açacağımdan bahsetmiştim. Geçmişte Facebook'ta "Objektifime Gülümseyenler" adlı bir albümüm vardı ve onlarca milletten insanın portre fotoğraflarını paylaşıyordum. İşte bu fotoğraf da onlardan biri. 2010 yılında Endonezya'daki Bali Adası'na gittiğimde çekmiştim. Dikkat ettim de son yıllarda hiç portre çekmemişim. Hep geniş açı mimari çekim yapmışım. Fotoğraf çekmek insana dijital bir hafıza da sağlıyor. Hayatınızın hangi yöne gittiğini de görüyorsunuz. Fark ediyorum ki insanlardan uzaklaşmışım ve yanlış yapmışım. Pandemi ertesi birçok şeyi değiştirmek istiyorum. Hadi bakalım hayırlısı! #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No: 9 Dün Kadıköy'ün Balık Pazarı #Günlük No: 9 Dün Kadıköy'ün Balık Pazarı ile Bahariye Caddesi arasındaki kısmını gezdim. Her ne kadar Moda'yı başka bir güne saklamış olsam da ucundan bazı yeni kafelerini de keşfetmekten geri kalamadım. Pandemi döneminde hangi restoranlar ve kafeler açılmış veya kapanmış diye bakarken bu görseldeki kafenin daha önce hiç içine girmediğimi fark ettim. Kafenin dışı zaten çok güzel ve Küba esintisi yaratıyor. Ancak içinde çok daha hoş bir Küba atmosferi var. Anılarım depreşti ve fark ettim ki Küba'yı çok özlemişim. Eski harici sabit diskimi bilgisayara bağlamak zor oluyor diye arşivleri düzenlemeyi erteledikçe erteliyordum. En sonunda sabit disk bozulma sinyalleri vermeye başlayınca apar topar her şeyi yedekledim. Şimdiki sabit disk çok pratik bağlanıyor ve hızlı çalışıyor. Hal böyleyken bir ara Küba arşivlerini de açmak lazım. Her şeye olduğu gibi şu Instagram'a da çok geç ısındım. Bunun tek iyi tarafı elimde paylaşacak tonlarca materyal olması. Ha bu arada Küba Kafe'den sonra mutluluğun resminin çizildiği yere gittim. Orası "Çiya Restaurant". Yemek resmi paylaşmayı sevmesem de anlatması güzel oluyor. Şimdi efendim Çiya'ya gidiyorsunuz, meze tabağına zahter, kısır ve humus koyduruyorsunuz. Onu zevkle mideye indirdikten sonra bir de lahmacun ve ekşi ayran. İşte mutluluğun resmi! Ha bir de bunun üzerine Baylan'da Mus Şokola ile çay. Biraz ara verdikten sonra da Balık Pazarı'nı tepeden izleyen bir kafe olan Montag'in aromalı çekirdeklerinden bir espresso. Mmmmh! İşte bu! I love you İstanbul! Seni turist gibi gezmek çok güzel! #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No: 8 Göze hoş gelen fotoğraflar çekm Günlük No: 8 Göze hoş gelen fotoğraflar çekmek ne kadar kolaylaşmış yav! Ya da ben mağaradan yeni çıktım! Bundan uzun yıllar önce (90'ların sonu 2000'lerin başı) analog fotoğraf makineleri (hani şu içinde 36'lık film makarası olanlar) demode olmuş ve yerine DSLR makineler çıkmıştı. Yeni nesil DSLR fotoğrafları dijital olarak saklayan bir hafıza kartına sahipti ve yüzlerce fotoğraf çekme imkanı sağlıyordu. İşte o zamanlar birçok romantik insan bu makinelere geçmeyi reddetti. Fotoğraf forumlarında Analog SLR makinenin orijinalliğine dair bir sürü paylaşım yapıldı. Ama yıllar içinde o eski makinelerin hepsinin yerini dijital fotoğraf makineleri aldı. O dönem analog ile dijitalin karşılaştırılmasını çok anlamsız buluyordum. Dijital ne çektiğini anında gösteriyordu bir kere! Süper çekimler yaptım diyorsun, resimler banyo ediliyor, o da ne! yok karanlık çıkmış, yok kamera titremiş! Hadi bakalım yandı gülüm keten helva! Amma velakin ben de cep telefonlarını keşfetmekte, dijital makineleri yok sayıp eski püskü analog makineler ile boğuşan dinozorlar kadar geç kaldım! Bugün yanıma profesyonel DSLR makinemi aldığım halde çantadan çıkarmayıp yine cep telefonu ile çektiğimi fark edince bu işin (benim için) ömrünün dolduğuna kanaat getirdim. Cep telefonu geniş açı çekiyor, insan gözü ile çekiyor, zoom çekiyor. Bak sen şu işe! Benim küçük canavarın yaptıklarını yapabilmem için eskiden Nikon ile birlikte 11-16mm Tokina, 17-50mm Tamron ve 35mm Nikon lenslerimi yanımda taşımam gerekirdi. Yok arkadaş ben karar verdim hamallık yapamayacağım artık! İyi fotoğraf DSLR + bir çanta dolusu lens ile çekilir demiyorum artık. Samsung A72 cebimde... Üstelik renk ayarlarını bile otomatik yapıyor. Ha bu görsel çok ahım şahım bir fotoğraf değil. Ama numune olarak koydum işte kameradan çıktığı gibi her şeyi hazır. Valla bravo! #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:7 Aziz Antuan Kilisesi gerçekten de #Günlük No:7 Aziz Antuan Kilisesi gerçekten de İstanbul'un en güzel yapılarından biri. Bu kilisenin avlusuna girdiğim zaman kendimi Venedik'te gibi hissediyorum. Sadece kilise değil, kiliseyi çevreleyen binaların da mimarisi çok güzel. Özellikle de binaları birleştiren koridorlardaki sütunlar ve revaklar muhteşem. Venedik şehrini gezerken en çok pencereler ve balkonları süsleyen sütunlara ve nişlere hayran kalmıştım. Burası oradan bir esinti sunuyor. Bana kalırsa burası İstanbul'da fotoğraf çekmek isteyenler için en özel yerlerden biri. Arşivde çok fotoğrafı var da, üşendiğim için ortaya çıkarmamışım. Şimdi peyderpey paylaşacağım. #istanbulblog #visitistanbul #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:6 İstanbul öyle bir şehir ki, ne k #Günlük No:6 İstanbul öyle bir şehir ki, ne kadar gezerseniz gezin bitmiyor. Bu şehre yıllarını vermiş sanat tarihçisi, arkeolog ve rehberlerin söyleşilerini dinliyorum ve onlar da hala İstanbul ile ilgili yeni şeyler öğrenmenin peşindeler. Ben Kadıköy'de doğdum ve ilköğretim yıllarım Acıbadem'de geçti. Şimdi fark ediyorum da Tarihi Yarımada'ya odaklanmaktan, Kadıköy'ü baya ihmal etmişim. Geçtiğimiz günlerde katıldığım Yeldeğirmeni turunda Kadıköy ile ilgili ne kadar az şey bildiğimi fark ettim. Örneğin Bahariye Caddesi üzerinde bulunan Surp Levon Kilisesi'ne daha önce hiç gitmemişim. Tur sırasında uğradığımızda bu kilisenin rahibi bizlere harika bir konuşma yaptı. Kendisi teoloji alanında doktora seviyesinde öğrenim görmüş ve belli ki çok dolu biri. Böyle çok bilgili insanlar konuşmaya başladığında (hele de ilgimi çeken bir konudan bahsediyor ise) çok keyif alıyorum. Yılların okuyup yazmışlığı ve yaşanmışlığı bir kapsüle hapsedilmiş gibi bize aktarılıyormuş gibi hissediyorum. Böyle zamanlarda bilgiyi havada yakalayasım geliyor. Bu aralar turların haricinde bol bol kendim için gezmeye başladım. Sanırım pandemi boyunca tüm vaktimi alan web sitesi güncelleme işlerinin bitmesi de önümü açtı. Dün de Galataport'u enine boyuna gezdim, haritasını çıkardım ve İngilizce siteye yazmaya başadım. Hakikaten güzel olmuş. En sevdiğim pastanelerden biri olan Baylan'ın burada butik bir şube açmasına da sevindim. Bu arada ne kadar gezersem gezeyim sonunda yine Eminönü'ne dönüyorum. Mısır Çarşısı ve çevresindeki restoranlar, kafeler, camiler, ara sokaklar beni inanılmaz cezbediyor. Bu semtin nostaljik atmosferine ve insanı tazeleyen enerjisine hayranım. #serhatengul #istanbulturistrehberi #istanbulblog
#Günlük No:5 Dün Kadıköy'ün Yeldeğirmeni se #Günlük No:5 Dün Kadıköy'ün Yeldeğirmeni semtine yoğunlaşan harika bir tura katıldım. Arada İstanbul'u başka rehberlerden dinlemek insanın ufkunu açıyor. Özellikle de eski ve tecrübeli rehberlerin anlatımlarını dinlemekten büyük keyif alıyorum. Okunmuş yüzlerce kitap ve sahada geçmiş onlarca yıldan süzülüp gelen bilgileri aktarıyorlar. Öyle değerli ki! Gezi sırasında fark ettim ki, gördüğümüz binaların tarihi ve mimari özelliklerinden çok, hocaların tarihi olaylardan çıkarımlarını dinlemeyi seviyorum. İçinde bulunduğumuz bilgi çağında bir binanın tarihi hakkındaki genel bilgileri bulmak oldukça kolay. Ama hocanın bir adım geri çekilip o dönemdeki İstanbul'u anlatması ve gözümüzde bir dönem filmi gibi canlandırması harikaydı! Bir de böyle ileri yaştaki rehberleri sahada dimdik ve enerjik görmek çok hoşuma gidiyor. Böylece rehberlikte "emeklilik" diye bir şey olmadığını bir kez daha kavrıyorum. Ne de olsa İstanbul'un tarihi Çin kutusu gibi, açtıkça içinden başka şeyler çıkıyor. Elbette hiçbir zaman "her şeyi" biliyor olmayacağız! Ama en azından şarap gibi yıllandıkça, dünyanın dört bir yanından gelen tarih sever insanlarla daha olgun ve kaliteli bilgiler paylaşacağız. Bu arada çoğu zaman olduğu gibi anlattıklarımın resimle bir ilgisi yok. :) "Büyük Postane" İstanbul'daki en sevdiğim binalardan birisi ve onu geniş açıyla çekmeye çalışmışım. Bu binanın çevresindeki hareketlilik çok hoşuma gidiyor. Genelde tur harici gezdiğimde hep buralarda yemek yiyor, kahve içiyor ve keyifli zaman geçiriyorum. #istanbulblog #visitistanbul #istanbultravel #istanbullovers #istanbulphotos #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:4 Bugün Amerika Birleşik Devletleri #Günlük No:4 Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nden (New Jersey) gelen pırıl pırıl bir genç çifti gezdirdim. Her ne kadar yarım günlük bir tur olsa da baya keyifli vakit geçirdik. Mutlu insanlarla vakit geçirmek, eşlik eden kişiye de mutluluk aşılıyor olsa gerek. Geçen gün 3 yaşındaki muhabbet kuşumu kaybettiğim için çok üzülmüştüm. Aslında hala etkisinden çıkamadım, çünkü evin içinde devamlı gözüm onu arıyor. Bir de dinlediğim müziğe kadar her şey ile özdeşleşmiş kerata... Onun back vokalleri olmadan müzik bile dinlemenin keyfi kalmadı. Neyse ki dün ve bugün çok aksiyonlu geçti de çok sevdiğim bir hayvanı kaybetmenin acısını biraz hafifletti. Alakasız olacak ama yıllar önce Osman Pamukoğlu'nun bir kitabını okumuştum. Çelik gibi bir iradeye sahip olan bu adam, hayatını anlatırken zorluklara katlanmanın da reçetesini veriyordu. "Depresyonun en iyi ilacı hareket etmektir." gibi bir cümlesi vardı ve onu hiç unutmamışım. Zaten genelde okuduğunuz bir kitaptan akılda birkaç vurucu cümle kalır ve gerisi unutulur gider. Ama bazen o sözler de sizin hayat felsefenize büyük katkı yapar. Ne zaman sıkıntılı ve acılı bir dönemden geçtiğimi düşünsem, ilk üzüntü geçtikten hemen sonra kendime aksiyon yaratmaya çalışıyorum. Hakikaten de insan bir şeylerle meşgul olmadan, kafasına üşüşen kötü düşünceleri kovamıyor. Ölüm gerçekten insan aklının kabullenmekte çok zorlandığı bir şey. Bu bir insan da olsa, aileden saydığınız bir ev hayvanı da, ölümü çok zor kabulleniyorsunuz. Ama yine de durup yarayı kanırttıkça kimseye pek bir faydası olmuyor. Bu arada dünkü yürüyüşte çektiğim bir kareyi paylaşmak istedim. Aslında bu fotoğraf ters ışıkta çekilmiş ve teknik açıdan kusurlu ama telefonların yapay zekası öyle gelişmiş ki, bu berbat ışıkta bile maksimum iyileştirmeyi yapabiliyor. Bu fotoğrafı Nikon ile çeksem, herhalde felaket çıkardı. Bu arada şu Eminönü'nün hiç bitmeyen enerjisine hayranım. Şu meydanda asırlardır yaşam hiç durmadan akıyor. Osmanlı döneminde ve hatta ondan öncesinde Bizans döneminde bile böyleydi bu... Şehrin en sevdiğim yeri. #istanbulblog #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbullove #tarihnotlari #tarihiyerler #serhatengul #istanbulturistrehberi
#Günlük No:3 Bugün uzun zamandan sonra İstanbu #Günlük No:3 Bugün uzun zamandan sonra İstanbul'u bir turist gibi gezdim. Son zamanlarda turlarda gezdirdiğim yerler haricinde keyfi olarak "sadece kendim için" gezmemiştim. Uzun zamandır Rüstem Paşa Camii'ne gider o güzel çinilerin fotoğraflarını çekerim diyordum. Sonunda bugün yaptığım "uzun yürüyüş turunda" yolumu buraya düşürdüm. Gezmeye önce Sirkeci'den başladım, Eminönü'ne gittim, sonra Mahmutpaşa Pazarı'nı fotoğraflamak için Beyazıt'a doğru çıktım. Sonra tekrar Eminönü'ne inip, Galata Köprüsü'nden Karaköy'e geçtim. Oradan Tünel aracılığı ile Meşrutiyet Caddesi, İstiklal Caddesi, Cihangir ve sonunda Tophane'ye inerek günü tamamladım. Böylece geçenlerde aldığım Samsung A72'nin fotoğraf çekme kabiliyetini de test etmiş oldum ve ilk sonuçlar gayet başarılı. Düşünüyorum da eskiden ultra geniş açı (10-20mm arası) için başka, insan gözünün gördüğü 50mm yakınlarında çekim yapmak için başka objektif kullanıyorduk. O tuğla gibi lensleri yanımızda taşımaktan belimiz kambur oldu. Şimdi cep telefonlarına ultra geniş açı özelliği gelmiş. Ve elbette benim Tamron 11-16 kadar kaliteli çekmese de, ona yakın bir sonuç veriyor. Üstelik bir düğmeye basarak standart zoom lense geçebiliyorsunuz. Bunun için 2 ve hatta bazen ayrı 3 lens taşımak gerekirdi. Hey gidi teknoloji ve hey gidi yapay zeka! O değil de İstanbul'da turist olmak güzel şey ya! En sevdiğin semtlerde yürümek, en sevdiğin restoranlara gitmek ve en sevdiğin kafelerde mola vermek. Her ne olursa olsun İstanbul'da yaşamaktan vazgeçemem herhalde! Tarihi Yarımada'da Rüstem Paşa Camii'nde, Mısır Çarşısı'nda bolca fotoğraf çektim. Beyoğlu'nda ise Meşrutiyet Caddesi'ne yoğunlaştım. Böylece yazdığım ve yazacağım yazılara bolca görsel materyal çıktı. Peyderpey Instagram'da da paylaşacağım. #istanbulblog #istanbuldayasam #istanbullovers #istanbullove #istanbulfotoğrafları #blogger #instablog #tarihnotlari #tarihiyerler #serhatengul #istanbulturistrehberi
Günlük No:2 Dün Topkapı Sarayı'nın 4. avlusu Günlük No:2 Dün Topkapı Sarayı'nın 4. avlusundan paylaşım yapmıştım. Bugün de aynı yerden devam edeyim bari. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından Sultan IV. Mehmed döneminde yaptırılmış olan bu köşk avlunun en güzel yerinde konumlanıyor. Bir önceki gönderide Instagram'ı artık bir günlük gibi kullanacağımı söylemiştim. Ama ertesi gün kendimle ilgili not edecek önemli bir şey olacağını düşünmemiştim. Evet arkadaşlar maalesef bugün 3 yaşındaki muhabbet kuşumu kaybettim. Her ne kadar küçük olsa da aileden biriydi. Şu covid dönemindeki sıkıntılı zamanlarda beni en çok oyalayan ve eğlendiren canlıydı kendisi. Bir sürü kelime öğrenmişti ve benim ses tonumdan mükemmel bir telaffuzla söylüyordu kerata... Kahve öğütme makinesi, su sesi, saç kurutma makinesi ve bilumum gürültülü şeyden hoşlanır ve keyifle şakırdı! Matkap sesi bile duysa hoşuna giderdi, yeter ki cümbüş olsun! İnsan sağken bir ev hayvanının hayatında bu kadar yer kapladığını fark edemiyor. Ama gidince evde kocaman bir sessizlik oldu. 2019'un Aralık ayında sabah kahvaltısı için kahve hazırlarken penceremin önünde bulmuştum onu... Soğuk bir kış günü, hastalanmadığını umarak eve almıştım ve o günden sonra evin ayrılmaz bir parçası oldu. Üstelik onu eve aldığımda evde kedi de vardı! Ama birlikte yaşatmanın bir yolunu bulmuştuk. Sonra kedimiz böbrek yetmezliğinden ölünce onun acısını çabuk atlatmama yardımcı olmuştu bizim sevimli "Bıcır". Koskoca Covid döneminde ben blog yazılarına gömülmüşken bana şarkılarıyla eşlik etti. Ve onun sayesinde hiç sıkılmamıştım. Ama şimdi bir anda hayatımdan çıkınca valla çok sıkıldım! Umarım bu acı çabuk geçer. Huzurla uyu Cici Bıcır! 15. Şubat. 2022
Günlük No:1 Instagram sayfamı artık bir günlük gibi kullanmaya karar verdim. Yoksa buraya arada sırada görüntü olsun diye fotoğraf koymak o kadar anlamsız geliyor ki! Yıllardır blog yazan biriyim. Yeri geliyor bir blog yazısını kurgulamak, yazmak ve İngilizceye çevirip Istanbul Clues'a eklemek için tüm günümü harcıyorum. Ama buraya bir fotoğraf eklemeye üşeniyorum. Aklıma gelen şeyleri, yaptıklarımı ve yapacaklarımı buraya not edeyim de bari bir işe yarasın. Artık girişte resimle alakalı bir iki kelam edip altına da içimde ne varsa döküvereyim bari! Biraz önce Super Bowl'un Devre Arası şovunu izledim. Yav arkadaş bu nedir yav! Böyle bir şov olamaz. Tüm tüylerim diken diken oldu! Son beş yıldır yok jet düştü, yok bomba patladı, yok Covid yayıldı diye biz eğlenmeyi unutmuşuz! Rock 'n Coke'a, Küçük Çiftlik Park'a filan abone olduğum yıllar aklıma geldi. Vallahi 2000'leri hatırlayınca üzüldüm. Galiba biz bu hengamede yaşamayı da unuttuk! 50 CENT, Eminem, Snoop Dogg babalar bir araya gelmiş inanılmaz bir şov yapmışlar. Bu arada bakıyorum da Amerika'da Covid kaygısı filan kalmamış. On binlerce kişi stadyumda çılgınlar gibi eğleniyor. Buradan Amerikan yetkililerine sesleniyorum: Kardeş şu Türkiye'ye seyahat uyarısını kaldırın da Amerigalı turistlerimiz geri gelsin, ortalık bir şenlensin! Gerçi son günlerde benim bloglardaki hareketliliğe bakarsak geri dönüyorlar yavaş yavaş. Trafik arttı, İstanbul ile ilgili soru soranlar arttı. Covid filan derken eve iyice alıştık gezmeyi unuttuk! Bari müşteriler gelsin de sağda solda yeni açılan yerleri birlikte keşfedelim! Mesela Sirkeci'deki muhteşem Legacy Ottoman Otel'in üstünde yeni bir restoran açılmış. Adella isimli bir balık restoranı sanırsam. Sosyetik müşterilerimden biriyle birlikte deneyimlerim artık! Gülmeyin valla son zamlardan sonra İstanbul'daki restoranları, kafeleri filan otlakçılık yoluyla deneyimlemek durumundayız! Yoksa Nusret'te, 360'ta, Çırağan'da filan yemek neyimize artık! :( Bunları bari buraya not edeyim de unutmayayım! Nasıl olsa kimsenin resim altındaki yazıları okuduğu yok. :)) Lan yoksa!! O değil de resimdeki Topkapı Sarayı'nın 4. bahçesi ne güzel ya! Aynı Elhamra Sarayı gibi valla! :)
İtalya gezisi sırasında Bologna'dan, Floransa'y İtalya gezisi sırasında Bologna'dan, Floransa'ya giderken Pisa şehrine de günübirlik uğramıştım. Pisa Kulesi gerçekten de şöhretinin adını verecek kadar güzeldi. Her ne kadar çoğu insan Pisa'ya kulenin şöhreti için gidiyor olsa da, oraya vardıklarında Mucizeler Meydanı'nın (Piazza dei Miracoli) büyüsüne kapılıyorlar. Pisa Katedrali ve onu çevreleyen meydandaki yapılar öyle güzel bir bütünlük oluşturuyor ki, adeta zamanda yolculuğa çıkmış gibi heyecanlanıyorsunuz. İtalya'yı kuzeyden güneye gezdiğim 3 haftalık gezide onlarca katedral ve kilise ziyaret ettim. Pisa Katedrali ise beni en çok etkileyenlerden biri oldu. Sanırım bu hoş kiliseyi listenin ilk 5'ine hiç düşünmeden eklerdim. Pisa Kulesi ile ilgili araştırmayı derinleştirdikçe ilginç detaylara rastlıyorsunuz. Örneğin kule daha yapım aşamasında eğilmeye başlamış. 1170'lerde inşaatın daha ikinci katı yapılırken kule eğilmeye başlayınca (toplam 8 kat var) mimarlar "Eyvah .ıçtık" demiş olsa gerek. Amma velakin katedral bir kez inşa edilince çan kulesinin de yanına yapılması gerekiyordu ve durmamış devam etmişler. Pisa Kulesi eğilmiş eğilmesine ama yumuşak zeminin azizliği olmasa belki de bu kadar ünlü olmayacaktı. Ben İtalyanların heykellerine kafayı takmış biri olarak kuleyi feda edip heykeli kadrajın ortasına almışım. Ama Kule-Heykel-Bulut üçlemesini 15 yıl önceki fotoğraf makinemin görüş açısına ancak bu kadar sığdırabilmiştim. Bu arada başarılı bir denizci kavim olan Pisalılar, İstanbul tarihine de çok uzak değiller. Zira biz her ne kadar tarih kitaplarından Venedikliler ve Cenevizlileri hatırlasak da, 12. yüzyılda Konstantinopolis'in limanında Pisa ticaret kolonisi de faaliyet gösteriyordu. #italya #pisa #pisatower #seyahat #gezi #geziblog #seyahatblog #sanattarihi #instaphoto #serhatengul #istanbulturistrehberi
Covid, enflasyon, ekonomik kriz derken bir süre d Covid, enflasyon, ekonomik kriz derken bir süre daha seyahate çıkamayacağız gibi gözüküyor. Arşivlerle yetinmemiz gereken bu günlerde İtalya dosyasını karıştırmaya başladım. 2007 yılında çıktığım seyahatte sırt çantamı kapıp Venedik'e gitmiştim ve 21 günlük ziyaretimde ziyaret ettiğim ilk yer Frari Santa Maria Bazilikası'ydı. İtalya'nın vaat ettiği sonsuz sanatsal zenginliği adeta kana kana içmek istiyordum. Kaldığım yere en yakın tarihi yapı olan bu katedral de beni hayal kırıklığına uğratmadı doğrusu! İçi muhteşem heykellerle süslü bu katedralde koca bir tur atmış ve bolca fotoğraf çekmişim. Ama en net hatırladığım şey arka taraftaki avluda bulunan bu heykeldi. Bir gizli hazine! Bu İtalyanların içtiği sudan mıdır, yediği yemekten midir neye ellerini atsalar bir sanat eserine dönüşüyor. Araba yapsalar Ferrari oluyor, giysi tasarlasalar Gucci oluyor. Zaten içinde bulunduğum şehir bir sanat eseriyken, onun içindeki bir katedraldeki bir melek heykelini hiç unutmamışım. Gerçi ben Fransa'nın Lyon şehrine de bir heykel görmek için gitmiştim. İspanya'nın Toledo şehrine de tek bir resim. (El Greco'nun) Orta boy bir sırt çantası ama bavullar dolu merak ile seyahat ettiğim günlerdi o zamanlar. Şimdi bakıyorum da anılarımı sadece İstanbul'la sınırlı tuttuğum bu sayfa bana dar gelmeye başladı. E o zaman açalım arşivleri, gözümüz ne gördüyse paylaşalım! Aynı deliler gibi yurt dışı seyahat yazıları yazdığımız zamanlardaki gibi! #italya #seyahat #blog #gezi #gezirehberi #geziblog #seyahat #seyahatblog #venedik #venice #travelphotography #fotoğrafçılık #instatravel
Alman Çeşmesi (German Fountain) Alman Çeşmesi (German Fountain)
Spice Bazaar (Mısır Çarşısı) June, 2020. #is Spice Bazaar (Mısır Çarşısı) June, 2020. #istanbul #travelblogger #travelphotography
Ayasofya #istanbul #tarih #blog Ayasofya #istanbul #tarih #blog
Süleymaniye Camii'nin kubbesi. Maalesef eskisi gi Süleymaniye Camii'nin kubbesi. Maalesef eskisi gibi canım istediğinde gidip fotoğraf çekemiyorum. Umarım Covid-19 salgını en kısa zamanda biter de daha güzel fotoğraflarını çekerim. Ayasofya, Sultanahmet, Topkapı ve Süleymaniye hepinizi çok özledim.
Fransız Geçidi, Karaköy. Karaköy semti ile ilg Fransız Geçidi, Karaköy. Karaköy semti ile ilgili daha fazla bilgi: https://serhatengul.com/karakoy-gezilecek-yerler/ More information on Karakoy Neighborhood: https://istanbulclues.com/istanbul-karakoy-neighborhood/
Load More Follow on Instagram

Footer

Istanbul Tarih Yazıları

Merhaba ben Serhat Engül. Sayfamda İstanbul’un tarihine dair yazılar bulabilirsiniz. Roma döneminden başlayıp, Bizans ile devam eden ve Osmanlı İmparatorluğu ile sona eren bir yazı dizisi olmasını planlıyorum.

İstanbul ile ilgili daha ayrıntılı bir gezi rehberi okumak isterseniz, IstanbulTuristRehberi.com isimli sitemi de ziyaret edebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.

Son Yazılar

  • Fener Balat Turu Gezi Rehberi ve Gezilecek Tarihi Yerler
  • Sekizinci Yüzyılda Bizans İmparatorları
  • Sultanahmet Meydanı (Hipodrom)
  • Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları
  • Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

Powered by Reborn Travel

blank

İçerikler İzinsiz Kopyalanamaz © 2022