• Skip to main content
  • Skip to primary sidebar
  • Skip to footer
  • Home
  • About
  • Contact

Serhat Engül

Istanbul Gezi Rehberi

Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

10 August 2021 by Serhat Engül Leave a Comment

Roma’da Tetrarşi Dönemi ile başlayan yazı dizisinde, İstanbul’un tarihini en detaylı şekilde aktarmaya çalışıyorum. İlk üç yazıda Bizans’ı ve onun başkenti Konstantinopolis’i tanıdıktan sonra, Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısına gelmiş olduk.

Bir önceki yazıda Birleşik Roma’nın son imparatoru olan I. Theodosius’tan başlamıştık. Sonrasında Doğu Roma’nın (Bizans) ilk imparatoru olarak kabul edilen Arcadius’tan bahsettik. Devamında ise İstanbul’a Şerefiye Sarnıcı ve İstanbul şehir surlarını miras bırakan II. Theodosius’u andık.

Bu yazıda altıncı yüzyılda Bizans İmparatorluğu’nda gerçekleşen olayları bulabilirsiniz. İmparatorluğun zirve yıllarını yansıtan bu dönemde, İstanbul’da bugün halen görebildiğimiz birçok tarihi eser de inşa edilmişti.

İçerik Listesi

  • Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları
    • 1. İmparator I. Anastasius
      • İmparatoriçe Ariadne
      • Maviler ve Yeşiller
    • 2. İmparator I. Justinus
    • 3. İmparator Justinianus
      • Codex Justinianus (Roma Hukuku Derlemesi)
      • Nika Ayaklanması
      • Ayasofya’nın İnşası
      • İtalya’nın Yeniden Fethi
      • Gotlarla Savaş
      • Perslerle Savaş ve Saray Entrikaları
      • Got Totila
      • Bizans’taki Teolojik Problemler
      • Papa’nın Sürgüne Gönderilmesi
      • İtalya’nın Yeniden Fethi
      • Justinianus’un Mirası
    • 4. İmparator II. Justinus
    • 5. İmparator II. Tiberius
    • 6. İmparator Mavrikios
      • Roma’daki Papa ve Konstantinopolis’teki Patrik
      • Bizans’ta Maddi Krizler ve İsyan
      • Mavrikios’un (Mauricius) Mirası
      • Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!
  • Altıncı Yüzyıl’da Bizans Yazısı Kaynakları

Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları

Altıncı Yüzyıl’da Bizans imparatorları arasında I. Anastasius, I. Justinus, I. Justinianus (Ayasofya’yı ve Yerebatan Sarnıcı’nı inşa eden hükümdar), II. Justinus, II. Tiberius ve Mavrikios (Mauricius) var.

Bu yazı serisinde İstanbul’un tarihini detaylı bir biçimde ele alırken, şehirdeki Osmanlı öncesi tarihi eserlerin de hangi imparatorlar döneminde inşa edildiğini görebiliyoruz. Keyifli okumalar dilerim.

1. İmparator I. Anastasius

İmparator I. Anastasius, Doğu Roma İmparatorluğu’nu (Bizans) 491 ile 518 yılları arasında yönetti. İmparatorun adı yabancı kaynaklarda Anastasius I Dicorus olarak geçer.

Önceki yazının sonunda bahsettiğimiz İmparator Zeno, Isauralı olması sebebiyle halkın nezdinde kabul görmüyordu. Din tartışmaları (Patrik Akakios ve Papa III. Felix’in birbirini aforoz etmesi), saray entrikaları (Pelagios’un haksızca idam edilmesi) ve oğlu Zenon’un kötü şöhreti nedeniyle Zeno iyice gözden düştü. Bir epilepsi nöbeti sırasında öldüğünde, yas tutan bile olmadı.

İmparatoriçe Ariadne

Varisi olmadan ölen imparatorların yerine, imparatoriçenin yapacağı yeni evlilikle imparator atanıyordu. Bu sebeple halk imparatoriçe Ariadne’ye “İmparatorluğa Ortodoks bir imparator ver, İmparatorluğa Romalı bir imparator ver.” diye yakardı. Ariadne, iyi eğitimli ve asil Flavius Anastasius ile evlenerek bu dileği yerine getirmiş oldu.

İmparator Anastasius tahta çıkmış en cimri hükümdarlardan biriydi. Vahşi hayvan gösterilerini ve gece eğlencelerini yasakladı. Kamu harcamaları kısıldı ve 27 yıllık Anastasius iktidarı sonunda muazzam bir tasarruf yapılmış oldu. Yapılan bu tasarruflara karşılık, yoksulların belini büken “Khrysargron” adındaki ağır vergi kaldırıldı.

Maviler ve Yeşiller

Hipodrom’da yapılan araba yarışlarının tarafları olan Maviler ve Yeşiller arasındaki rekabet, Anastasius döneminde doruğa çıkmıştı. Aristokratların desteklediği Maviler ile burjuvazinin desteklediği Yeşiller, birer spor kulübünden çok fazlasıydı. Maviler kendilerini Ortodoks olarak tanımlarken, Yeşiller ise zamanla Monofizit görüşü benimsediler.

Nevi şahsına münhasır bir imparator olan Anastasius, monofizitliğe sempati duymaya başladı ve yeşillerden yana tavır koydu. İmparatorun hiçbir zaman açıkça belirtmese de Monofizit olması, bu inanca sahip insanlara da cesaret vermişti. Monofizitlerin kiliselerde attığı sloganlar, başkentte büyük bir kavganın fitilini ateşledi ve iki taraftan da bir sürü insan öldü.

Başkenti saran isyanları dindirmek isteyen Anastasius, Hipodrom’daki imparatorluk locasına çıktı ve tahttan feragat edebileceğini açıkladı. Halk o anda sessizliğe büründü ve öfkeleri yatıştı. Anastasius’un halkın gözünde halen kredisi vardı.

Bizans imparatoru Anastasius, tahta çıktığında zaten 60 yaşında tecrübeli bir bürokrattı. 87 yaşına kadar yaşadıktan sonra eceliyle öldü. Yerine kimin geçeceği ciddi bir tartışma konusuydu. İmparatorluğun koruma muhafızı olan Justinus iyi bir askerdi, ancak eğitimsizdi. Yine de ordu ve bürokraside birçok kişi onun tahta çıkmasını istiyordu.

2. İmparator I. Justinus

İmparator I. Justinus yıllar önce Konstantinopolis’e beş parasız olarak gelmiş, fakat yetenekleri sayesinde hızla yükselmiş biriydi. Anastasius’un ölümünden sonra askerleri tarafından kalkanlar üzerinde kaldırıldı ve imparator olarak selamlandı. Yeni imparator her ne kadar devleti yönetecek bilgi ve donanımdan yoksun da olsa, perde arkasında yeğeni (Petrus Sabbatius) vardı.

İktidarı boyunca imparatorun arkasındaki gizli güç, keskin bir zeka ve mükemmel bir eğitime sahip olan Petrus’tu. İmparator Justinus onu evlat edindi ve devlet işlerine ortak etti. Petrus, imparatorun varisi olarak ilan edildiğinde Justinianus adını aldı.

Justinianus henüz imparator olmadan büyük başarılara imza attı. Bunlardan en önemlisi de Zenon döneminden beri arası açık olan Roma’daki Papa ile Konstantinopolis’teki Patrik’in arasını düzeltmek oldu. 1054’teki kalıcı bölünmeye (Great Schism) kadar birçok kez kavga eden ve barışan iki tarafın ne ilk ne de son kapışmasıydı.

Justinianus, Hipodrom’daki kadın dansçılardan birine (Theodora) aşık oldu. Bazı Bizans tarihçileri tarafından kıyasıya aşağılanan Theodora, Maviler takımını destekleyen biriydi. Aynı şekilde Maviler’e düşkün olan Justinianus ile Hipodrom’da tanıştılar.

Justinianus aşık olmuştu ve evlenmek istiyordu. Fakat amcası Justinus’un eşi Euphemia şiddetle muhalefet etti. Müstakbel imparatorun “ahlaksız” diye adı çıkmış bir kadınla evlenmesini istemiyordu. Justinianus ve Theodora uzun yıllar beklemek zorunda kaldılar. İmparatoriçenin ölümünün ardından (524) sessizce evlendiler.

Karısının ölümünden 3 yıl sonra (527) Bizans imparatoru I. Justinus da hayata gözlerini yumdu. Böylece zaten devleti perde arkasından yöneten Justinianus (Jüstinyen), resmen imparator oldu.

3. İmparator Justinianus

Altıncı Yüzyılda Bizans İmparatorları

İmparator Justinianus Augustus unvanı ile tahta çıkarken, eşi Theodora da eş zamanlı olarak Augusta olmuştu. Yani devleti karı-koca beraber yöneteceklerdi. İmparatoriçe Theodora’nın yaptığı ilk işlerden biri, günümüzde “Küçük Ayasofya” olarak bilinen Sergios ve Bakhos Kilisesi’ni inşa etmek oldu.

Justinianus’un tahttaki erken dönemine iki bürokrat damgasını vurdu. Bunlardan biri vergi toplayıcısı Kapadokyalı Ioannes, diğer ise Pamphylialı Tribonianus idi.

Yüksek vizyonu ve hayalleri olan imparator, isteklerini gerçekleştirmek için paraya ihtiyaç duyuyordu. Halkı iliğine kadar sömüren Ioannes, imparatorluk hazinesine kaynak sağlamak için doğru adamdı. Ne var ki, yöntemleri yüzünden kendisinden nefret ediliyordu.

Codex Justinianus (Roma Hukuku Derlemesi)

Tribonianus ise Bizans tarih yazıcılarına göre rüşvetçi bir hukukçuydu. Saray hakimi olarak zenginlerin işine gelen yasalar çıkarıyor ve servetine servet katıyordu. Ancak tüm bu kötü şöhretine rağmen muazzam bir işin başarılmasına imza attı.

Justinianus’u Bizans İmparatorluğu’nun en önemli imparatoru yapan şeylerden biri olan Codex Justinianus’un hazırlanmasında rol almıştı. Roma İmparatorluğu’nun geçmişten gelen tüm yasalarını bir araya toplayan bu kodeks, günümüz batı hukukunun da temelini oluşturur.

Nika Ayaklanması

Bizans tarihinin en önemli imparatoru da olsa, Justinianus ile Konstantinopolis halkının yıldızı hiçbir zaman barışmadı. 527’de tahta çıktıktan yalnızca 5 yıl sonra, Hipodrom‘da müthiş bir isyan patlak verdi. Bunda Justinianus’un tahta çıkmadan önce destek verdiği Maviler’i ihmal etmesinin yanı sıra, Yeşiller’i dışlamasının da etkisi vardı.

Tarihte ilk kez iki rakip takımın seyircileri birlik oldular ve bir imparatora hep bir ağızdan aleyhte tezahürat yaptılar. Tezahüratların hakaretlere ve hatta taşkınlıklara dönüşmesi gecikmedi. İsyancılar şehrin en önemli kiliseleri ve yapılarını ateşe verdiler.

Justinianus saraydan kaçmayı ve Anadolu’ya geçmeyi planlıyordu. Ancak İmparatoriçe Theodora, ünlü sözlerini sarf ederek onu kalmaya ve savaşmaya ikna etti. “Her insan mutlaka bir gün ölecektir. Ancak unvanımı taşımadığım bir günü görmektense ölmek yeğdir. Erguvan (imparatorluk pelerini) en soylu kefendir.”

Karısı Theodora’nın dik duruşundan etkilenen imparator, en yetenekli generallerini yanına çağırdı. Justinianus’un gelecekteki fetihlerine büyük katkı sağlayacak olan Belisarius, Narses ve Mundus isimli komutanlar, imparatorluk ordusu ile saraydan çıktılar. Yan yollardan ilerleyerek Hipodrom’u kuşattılar ve birkaç saatte 30.000 kişiyi öldürdüler.

Nika Ayaklanması çok kanlı bir şekilde bastırılmıştı. Zaten başka bir yol da yoktu. Konstantinopolis halkı, imparatoru kukla gibi değiştiremeyeceğini ağır bir bedel ödeyerek öğrendi. Justinianus ise halkın gönlünü kazanmak için büyük çaplı bir restorasyon ve yeniden inşa projesine başladı. Yeni yapılacak binaların içinde Ayasofya ve Aya İrini gibi muhteşem kiliseler de vardı.

Ayasofya’nın İnşası

Ayasofya

İmparator Justinianus, yeni kilisenin devrimci bir mimari ile inşa edilmesini ve eşsiz olmasını istiyordu. Bu amaçla Anthemius ve Isidoros isimli mimarları görevlendirdi. Anthemius, bir mühendis ve matematikçi olarak zaten ün salmıştı. Büyük beğeni kazanan Sergius ve Bacchus Kilisesi’ni (Küçük Ayasofya) tasarlayan da oydu. Isidoros ise kubbeler konusunda uzman bir akademisyendi.

Bu iki deha, yalnızca 5 sene içinde, asırlar boyunca dillere destan olacak bir yapı ortaya koymayı başardılar. Ortaya çıkan sonuç karşısında Justinianus o kadar heyecanlanmıştı ki, “Seni geçtim Süleyman!” diye haykırdığı rivayet edilir. Ne de olsa o döneme kadar bilinen en büyük tapınak, ismi Tevrat’ta geçen Süleyman Mabedi idi.

İtalya’nın Yeniden Fethi

Justinianus, en seçkin generali olan Belisarius’u, İtalya’nın geri alınması için görevlendirdi. 395’te Roma İmparatorluğu’nun Doğu ve Batı olarak bölünmesinden sonra eski başkent Roma uzun süre ayakta kalamamış ve 476’da barbar kavimler tarafından işgal edilmişti.

Odoaker isimli işgalci kabile reisi, İmparator Zeno tarafından desteklenen Theodorich sayesinde devrilmiş (Justinianus’tan 3 kuşak önce) ve tahta Bizans destekli bir Got kralı çıkmıştı. Justinianus ise İtalya’yı mutlak bir şekilde Bizans hakimiyeti altına almak istiyordu.

Zaten Theodorich’in ölümünden beri Got Krallığı, Bizans’ın himayesinden çıkma sinyalleri veriyordu. Roma’sız bir Roma İmparatorluğu’nu anlamsız bulan Justinianus’a göre, bu sorun hemen çözülmeliydi.

General Belisarius, Batı seferine çıkmadan önce Doğu sınırını güvence altına almak için Dara Savaşı’nda Persleri yenilgiye uğrattı. Sonra asırlar boyunca Afrika’daki en önemli Roma kentlerinden olan Kartaca’yı, Vandal Krallığı’nın elinden geri aldı. Artık Roma’nın yeniden fethi için tüm şartlar hazırdı.

Gotlarla Savaş

Belisarius, İtalya’nın Napoli ve Roma kentlerini ele geçirmeyi başardı. Ancak Gotlar da kolay pes etmediler. Roma şehrini taktik gereği boşaltıp, toparlandıktan sonra kuşattılar. Belisarius, kuşatma altında çok zor günler geçirse de, Konstantinopolis’ten gelen destek kuvvetler ile ablukayı yarmayı başardı.

General Belisarius’un başarıları, imparatoru sevindirdiği kadar endişeye de sevk ediyordu. Askerleri tarafından çok sevilen genç ve güçlü bir komutandı. Roma tarihinde defalarca kez olduğu gibi kendini imparator ilan edebilir ve başkente yürüyebilirdi. Böyle bir felaketin önüne geçmek için, en becerikli ve sadık adamı olan Narses’i de İtalya’ya gönderdi.

Narses gibi güçlü bir karakterin İtalya’ya ayak basması, Belisarius’un ordusundaki bazı subayların arıza çıkarmasına sebep oldu. Narses’ten başka kimseden emir almayacaklarını söyleyerek, Belisarius’a açıkça tavır koydular.

Belisarius ise orduyu ikiye bölüp, kendine sadık kuvvetler ile kuzey yönünde devam etti. Ordu Milano kapılarına dayandığında bu çift başlılık yüzünden şehir kaybedildi. Bunun üzerine Justinianus, Narses’i geri çağırmak zorunda kaldı.

Nihayetinde Gotları yenilgiye uğratan ve tüm İtalya’yı geri alan Belisarius, başkente geri döndü. Kartaca’yı aldıktan sonra Konstantinopolis’te onuruna müthiş bir zafer alayı düzenlenmişti. Bu kez daha da şaşaalı bir karşılama görmeyi düşlüyordu. Ancak umduğunu bulamadı. Belki de Justinianus onun artan gücü ve şöhretinden çekinmiş ve hatta kıskanmıştı.

Perslerle Savaş ve Saray Entrikaları

Belisarius’un askeri dehasına Doğu sınırında ihtiyaç vardı. Pers İmparatorluğu’nun başına geçmiş olan en büyük hükümdarlardan I. Hüsrev, Bizans’a saldırmış ve en önemli şehirlerden Antiokheia’yı (Antakya) ele geçirmişti. Acilen bölgeye gönderilse de, ilk zamanlarda pek faydalı olamadı. Çünkü eşi Antonina’nın onu aldattığından şüpheleniyordu.

İmparatoriçe Theodora’nın arkadaşı olan Antonina, aşığı Theodosius adındaki delikanlıyı Belisarius’un gazabından uzun süre korumayı başardı. Neden sonra Theodosius dizanteriden ölünce, Belisarius yeniden kendisine gelmişti.

Derhal Hüsrev’e karşı mücadeleye girişti ve Pers ordusunun Doğu topraklarında dilediği gibi at koşturmasını engelledi. Savaş devam ederken müthiş bir veba salgını oldu ve iki tarafı da yerle bir etti. Salgın Konstantinopolis’e de sıçramış ve Justinianus bile hastalanmıştı.

İmparatorluğun bu kara günlerinde Theodora, kocasına bir şey olursa istikrarı nasıl koruyacağını düşünüyordu. Normal şartlarda yeni biriyle evlenmesi ve onu imparator ilan etmesi gerekirdi. Ancak Doğu’da Perslerle çarpışan Bizans ordusu, Konstantinopolis’te seçilecek olan yeni bir imparatoru asla tanımayacağını ilan etti. Theodora hem korkmuş, hem de öfkeden deliye dönmüştü.

Toplantıyı yöneten iki generalden biri (Buzes) hapse atıldı ve rütbeleri söküldü. Diğeri ise Belisarius’tu, o kaos döneminde imparatorluğun en güçlü generalini içeri tıkmak olmazdı. Ancak Theodora uzun vadede intikamını almayı başardı. Belisarius’u Kartaca ve Roma seferlerinde Vandal ve Got hazinelerini zimmetine geçirmek ile suçladı. Başkentindeki servetine el konuldu ve itibarsızlaştırıldı.

Justinianus ölüm uykusundan uyanınca ilk işi Belisarius’un servetini ve itibarını ona iade etmek oldu. Çünkü imparatorluk hem Doğu’dan (Pers istilası), hem de Batı’dan (Gotlar yine canlanmıştı) tehdit altındaydı. Bir kurtarıcı varsa, o da Bizans’ın gelmiş geçmiş en başarılı generali Belisarius’tu.

Got Totila

Ne var ki, Belisarius’un ikinci İtalya seferi baştan çıkmazdaydı. Justinianus ona istediği büyüklükte bir ordu ve maddi kaynak vermemişti. Gelecek 5 yıl içinde Belisarius İtalya’da canla başla mücadele etti. Kaynakların yetersizliği nedeniyle önce Ioannes’i (soylu bir general), sonra da karısı Antonina’yı başkente gönderip destek istedi.

Gotların başına geçmiş olan Totila adındaki genç kral yaman biriydi. Ravenna, Floransa ve Roma hariç İtalya’yı Bizans İmparatorluğu’ndan geri almıştı. Roma’ya çok yakında konumlanan Napoli’yi ele geçirmiş ve halka çok iyi davranarak onların gönlünü kazanmıştı. Roma’yı kuşattığında şehri açlık ve sefalet kapladı. Açlığın son raddesine gelen birkaç Isauralı asker, şehrin kapılarını açarak Roma’nın düşmesine yol açtılar.

Theodoric (eski Got kralı) döneminde refah dolu ve huzurlu bir dönem geçirmiş olan İtalya halkı, Bizans’ın (Romalılar) geri dönmesinden beri açlık ve yıkımdan başka bir şey görmemişti. Bu sebeple Belisarius’un İtalya’yı ilk fethettiği dönemle, Totila ile savaşmak için geri döndüğü dönem arasında çok fark vardı.

Halk istilacı Gotlar’dan kurtulsa bile, Bizans’ın acımasız vergi memurlarının geri geleceğini biliyordu. Bu sebeple fethettiği şehirlere merhametli davranan Totila’ya yakınlaşmakta ve son 5 yılı onlar için cehenneme çevirmiş olan Bizans’a ise mesafe koymaktaydı.

Belisarius’un son bir çabayla karısı Antonina’yı (İmparatoriçe Theodora’nın arkadaşı) başkente göndermesi de bir işe yaramadı. Çünkü Theodora daha birkaç gün önce vefat etmişti. Antonina artık ne arkadaşını ikna edebilir, ne de üzüntüden perişan olmuş imparatordan ordu ve para göndermesini isteyebilirdi.

Bu olaylar zincirinin sonucunda Belisarius başkente geri çağrıldı. Roma’nın kaybı şimdilik kabul edilmişti. Justinianus, yıllarca şüpheyle yaklaştığı ve alttan alta önünü kestiği Belisarius’u içtenlikle karşıladı. Çünkü imparatoru, generale karşı sürekli kışkırtan ve aklına şüphe tohumları eken Theodora artık yoktu.

Bizans’taki Teolojik Problemler

Justinianus’un önceliği Totila’ya kaybedilen İtalya kentlerini almak değil, Bizans topraklarındaki dini ayrışmaları gidermekti. Zira imparatorluğun büyük bir çoğunluğunu oluşturan Ortodoks Hristiyanlar ile azımsanmayacak sayıdaki Monofizitler arasında büyük bir çekişme vardı.

İmparator, bir denge politikası kurma çabasındaydı. Çünkü Monofizitleri gözden çıkaramadığı gibi, onlara ılımlı yaklaştığı için Ortodoks’lardan da tepki görüyordu. Uzun yıllar birlikte hüküm süren Justinianus ve Theodora, deyim yerindeyse “iyi polis, kötü polis” rolü oynamışlardı.

Justinianus, Ortodoks çoğunluğu tatmin etmek için Monofizitler aleyhine açıklamalar yaparken, Theodora ise Monofizitler’i el altından destekliyor ve koruyordu. Ancak Theodora’nın zamansız ölümüyle bu denge bozuldu.

Belisarius, imparatoru İtalya’yı kurtarmaya ikna etmeye çalışırken, imparatorun ilgisiz kalmasının en büyük sebebi buydu. Yoksa özünde Justinianus’un en büyük amacı, Antik Roma dönemindeki toprakları yeniden fethetmekti.

Papa’nın Sürgüne Gönderilmesi

Dönemin en etkili din adamı olan Papa Vigilius, Justinianus tarafından siyasi kararlar almaya zorlandı. Vigilius yanaşmayınca, imparatorun adamları tarafından Roma’nın Got istilası tehlikesi ile karşı karşıya olması bahane edilerek, başkent Konstantinopolis’e getirildi. Dikbaşlı Vigilius ile Justinianus arasındaki çekişme, nihayetinde Papa’nın sürgüne gönderilmesine kadar devam etti.

Justinianus’un teşvik etmesiyle, ayrılıkları çözmek amacıyla Beşinci Ekümenik Konsil (I. Konstantinopolis Konsili) toplandı. Justinianus, önü alınamayan Monofizit inancı ile Ortodoksluk inancı arasında bir orta yolun bulunmasını istemişti. Ancak iki tarafı da memnun etmek isteyen İmparator, başarılı olamadı. Hatta uzun vadede ayrılık daha da derinleşti.

Asırlar boyunca imparatorların başına büyük dert olan bu teolojik (dinsel) ayrışmaları, bugünün penceresinden bakıp anlamlandırmak pek mümkün değildir. Hristiyanlığın İmparator Büyük Konstantin tarafından Milano Fermanı (313) ile serbest bırakıldığı dönemden beri bu tartışmaların ardı arkası kesilmemişti.

İtalya’nın Yeniden Fethi

Justinianus Dönemi Fetihleri

Dinsel ayrışmalara geçici çözümler bulmuş olan imparator, artık dikkatini İtalya’ya çevirmeye karar vermişti. İtalya’nın yeniden fethi için kendisine varis olarak gördüğü kuzeni Germanos’u görevlendirdi. Germanos’un emrine Belisarius’un hiç sahip olmadığı kadar güçlü ve donanımlı bir ordu tahsis edildi.

Amma velakin, Germanos hiç beklenmedik bir şekilde ateşlenerek yolda öldü. Seferi yönetmesi için bu kez Justinianus’un sağ kolu Narses görevlendirildi. 70’ine merdiven dayamış olan Narses, yaşından beklenmeyecek kadar enerji dolu ve kararlı şekilde görevi üstlendi.

İtalya’nın Ostrogot (Doğu Gotları) kralı Totila’ya kaybedilmiş olan tüm şehirlerini tek tek aldı ve kralı da savaş meydanında öldürdü.

Got ordusundan kalan adamları organize eden ve Totila’nın yerine geçen Teja da Narses’in gazabından payını aldı. Gotlar ile Vezüv Yanardağı eteklerinde yapılan savaşta, Bizans ordusu kesin bir galibiyet kazandı.

İtalya, Got istilacılardan geri alınmıştı. Seferin geri kalanını Liberius adında başka bir general sürdürdü ve Bizans’ın topraklarını İspanya’ya kadar genişletti. Bugün Endülüsya olarak bilinen Güney İspanya da, Vizigotlar’dan (Batı Gotları) geri alınmıştı.

Justinianus’un Mirası

Bizans İmparatorları adıyla kaleme aldığım bu yazı dizisinde, en çok yer ayırdığım imparator Justinianus olsa gerek. Bugünkü İstanbul’un Ayasofya, Aya İrini, Küçük Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı gibi eserlerinin altında imzası olan bu imparator, bazı tarihçiler tarafından Klasik Roma’nın son hükümdarı olarak tanımlanır.

Bir Romalı olarak doğmuş olan Justinianus, Roma’nın Latin kökenlerine bağlı kalan bir hükümdar imajı vermiş ve ömrünün büyük bir bölümünü Roma İmparatorluğu’nu eski sınırlarına kavuşturmak için harcamıştır. En büyük hayali olan İtalya’nın yeniden fethi gerçekleşmiş ve göstermelik de olsa din birliği sağlanmıştır.

Buraya kadar mükemmel bir kariyer inşa eden Justinianus’un, son 10 yılda gösterdiği isteksizliğe şaşmamak elde değildir. Ömrü boyunca bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle çalışmış olan imparator, son 10 yılda çok zor duruma düşmedikçe savaşmaktan kaçınmış ve barışı satın almak için tüm düşmanlarını maaşa bağlamıştır.

Devleti yönetmedeki isteksizliğine rağmen, tahttan feragat etmeyi de düşünmemiş ve tebaasını kendisinden iyice soğutmuştur. Saldırgan bir Hun kabilesinin Balkan eyaletlerine girmesi ve başkentin kapılarına kadar gelmesi sebebiyle çıkan krizde, bir kez daha eski dost Belisarius’u çağırmış ve tehdidi savuşturmuştur.

Justinianus’un mirası büyük ve görkemli olduğu kadar, kırılgan ve savunmasızdır. Kaynak yetersizliğinden ordunun hacmi 500.000 askerden, 150.000’e kadar düşmüş ve devamlı onarım isteyen sınır duvarları bakımsız kalmıştır. Zaten küçük bir Hun kabilesinin başkent surlarının önüne kadar gelebilmesi de bu yüzdendir. Bizans İmparatorluğu’nun doruk noktası, aynı zamanda asırlar sürecek düşüşün de başlangıcına işaret eder.

Aralarındaki inişli çıkışlı ilişkiye rağmen, tüm bu başarılara birlikte imza atan iki adam, birbiri ardına hayata gözlerini yumar. Belisarius, 565 yılının Mart ayında, altmışlı yaşlarında iken başkentte ölür. Ondan yaklaşık 7 ay sonra, 14 Kasım 565’te, seksenli yaşlarındaki Justinianus ani bir kalp krizi ile hayata veda eder.

4. İmparator II. Justinus

İmparator II. Justinus, Justinianus’un fazlasıyla uzun hükümdarlığından sonra tahta çıktı. Başkent halkı Justinianus’un son yıllarındaki isteksizliğinden bezdiği için, yeni imparatoru taze kan olarak görmüş olsa gerek. Ancak bu beklenti, II. Justinus’un omuzlarında taşınamaz yüke dönüştü.

Konstantinopolis tarihinde “Büyük” olarak anılan 3 imparator vardır. Bunlardan ilki I. Konstantin (Constantinus), ikincisi I. Theodosius ve üçüncüsü de I. Justinianus (Jüstinyen) idi. Tarihte böyle üstün nitelikli hükümdarlardan sonra tahta çıkanlar, genelde selefinin ağırlığı altında ezilmiştir.

Zira Justinianus’un yeğeni olan II. Justinus da, oldukça iddialı bir şekilde çıktığı tahta, akıl hastalığı belirtileri gösterdiği bir dönemde vefat ederek veda etmiştir. Amcasının yerine herhangi bir çekişme olmadan kolayca oturan II. Justinus, taç giyme töreni sırasında Justinianus’un son yıllarını eleştiren bir konuşma yapmıştı. Onun son yıllardaki yönetim zaafiyetini eleştirdikten sonra, bunları düzelteceğine söz vermişti.

Amma velakin, Justinianus’un çevredeki düşmanlara para dağıtarak sağladığı barış, onun ölümüyle hemen bozuldu. Bunda elbette II. Justinus’un kendisine fazla güvenerek tüm düşmanlarına kafa tutmasının ve ödenekleri kesmesinin de büyük payı vardı.

Kendisini müthiş bir karmaşanın ortasında bulan II. Justinus, amcasının neden sonu gelmez savaşlardan bezdiğini yaşayarak görecekti. Zira Bizans İmparatorluğu’nun üstüne ilk çullanan Avarlar oldu. Dalmaçya kıyılarını talan eden Avarlar, gönderilen bir Bizans ordusunu da yenilgiye uğrattı. II. Justinus, Avarları ancak 80.000 gümüş haraç ödeyerek durdurabildi.

Persler de aynı şekilde başkaldırdı. Suriye’ye girip, Bizans kentlerini yağmaladılar ve ateşe verdiler. Ancak imparatorluk en büyük darbeyi İtalya’ya giren Lombardlar’dan yedi. Justinianus’un büyük paralar ve emekler karşılığı ele geçirdiği İtalya’yı neredeyse tamamen işgal ettiler. Justinianus’un ölümünden yalnızca 3 yıl sonra, Bizans’ın elinde yalnızca birkaç stratejik şehir kalmıştı.

İtalyan halkı istilacılara ciddi bir direniş göstermedi. Sebebi ise Justinianus döneminden beri acımasız vergiler toplayan Bizans vergi memurlarıydı. Justinianus’un yeni fethettiği yerlere getirmek istediği iyi yönetim anlayışı, maalesef yalnızca teoride kalıyordu.

Büyük bir heyecanla fethettiği İtalya’yı, tüm Akdeniz’i çevreleyen imparatorluğu korumak için vergiye boğmuştu. (diğer eyaletler de bu amansız vergi sisteminden İtalya kadar nasibini alıyordu.)

Tüm toprak kayıplarına ve çöküşe, imparatorun Monofizitler’e karşı başlattığı cadı avı da tuz biber oldu. Justinianus’un ılımlı politika izlediği Monofizitler, II. Justinus döneminde bizzat devletten zulüm görmeye başlamıştı.

Bunu Bizans imparatoru II. Justinus’un gittikçe ilerleyen akıl hastalığı ile ilişkilendirenler de vardı. İmparatorun karısı durumun vehametini fark etti ve kocasını bir varis tayin etmeye ikna etti. Bu varis, II. Tiberius’tu. Bu atamadan kısa bir süre sonra Justinus hayata gözlerini yumdu.

5. İmparator II. Tiberius

İmparator II. Tiberius, alevler içindeki bir imparatorluğu devraldı ve buna karşın başarılı bir yönetim gösterdi. Öncelikle Justinianus ve II. Justinus döneminde ihmal edilmiş olan Demos’lara, yani Maviler ve Yeşiller’e destek verdi. İmparatorluk içinde bir sivil örgütlenme olan bu araba yarışı takımları, Bizans’ın sosyal yapısında önemli yer tutuyordu.

İkinci olarak Monofizitler’e yapılan zulme bir son verdi. Çünkü bu her yönden saldırı altında olan imparatorluğu, içeriden de parçalamaktan başka bir işe yaramıyordu.

Bizans imparatoru II. Tiberius son olarak devlete asırlarca hizmet edecek olan Vareg Muhafızları (Varangian Guards) birliğinin temelini attı. Gelecekte imparatorluğun elit birlikleri olacak bu askerler, kuzeyli (ağırlıkla İskandinav) savaşçılardan oluşuyordu.

Tüm bu iyi özelliklerine karşılık, zaten boşalmış olan imparatorluk kasasından çok para dağıttı. Osmanlı’daki cülus bahşişi misali, tahta çıkar çımkaz binlerce kilo altın dağıtmış olması, uzun vadede devlet kasası için pek iyi olmamıştır.

6. İmparator Mavrikios

İmparator Mavrikios (Mauricius), Tiberius’un bizzat atadığı bir varisti. Bizans’ın en önemli eyaletlerinden Kapadokya’da doğmuş olan Mavrikios, aynı zamanda başarılı bir subaydı. Doğu cephesinde Perslere karşı savaşmış ve büyük yararlılık göstermişti. İyi bir kumandan olduğu kadar, başarılı bir örgütleyici olması Bizans’a ilaç gibi gelmişti.

İtalya’da elde kalan en önemli kentlerden Ravenna’da ve Afrika’daki Kartaca’da birer valilik kurdu. Gönderdiği valileri üstün yetkilerle donattı ve bölgelerinde dirliği sağlamalarını salık verdi. Bizans’ın ileri karakolları haline gelen bu şehirler, imparatorluğa uzun yıllar faydalı olacaktı.

Mavrikios’un ilk yılları askeri ve siyasi olarak çok başarılı günlerdi. İmparatorluğu bunaltan Pers saldırılarına karşı koydu ve Hüsrev’in yerine geçen oğlu Hürmüz’ü yenilgiye uğrattı. Yeni Pers İmparatoru Hürmüz, kısa zamanda toparlanıp tekrar saldırıya geçtiyse de; kendi memleketinde çıkan bir isyan yüzünden geri adım attı.

Pers diyarında tahtını koruma mücadelesi veren Hürmüz, rakiplerince öldürüldü. Yerine geçen oğlu II. Hüsrev ise Bizans imparatorundan yardım istedi. Mavrikios, şayet tahta geçerse kayıtsız şartsız barış yapılması şartıyla II. Hüsrev’e yardım etme sözü verdi. Bizans yıllardır Persler ile ya savaşıyor, ya da ağır vergiler karşılığında barış yapıyordu. Bu sebeple bu durum bulunmaz bir fırsattı.

II. Hüsrev ülkesindeki muhalefeti bertaraf edip tahta çıktığında, söz verdiği gibi barış imzaladı. Böylece Bizans imparatoru Mavrikios, Batı’da başına bela olan Avarlar’a yoğunlaşma fırsatı buldu.

Amma velakin Mavrikios’un o ana kadar iyi giden şansı tersine dönmüştü. Bizans’ın Balkanlar’daki en önemli merkezlerinden Sirmium’u (Sırbistan’da bir kent) ele geçiren Avarlar, bu kenti üs olarak kullandı ve tüm Tuna eyaletlerini yağmaladı.

Yine de hem Doğu, hem de Batı’da savaşmak zorunda kalmayan Bizans İmparatorluğu (zira II. Justinus ve II. Tiberius’un saltanat yılları iki taraftan kuşatılmış şekilde geçmişti) Avarlar ve Slavlar ile Avrupa cephesinde etkin bir şekilde mücadele etmeyi başardı. Yalnız bu arada yeni bir sorun ortaya çıkmıştı ve elbette problem yine her imparatorun başına bela olan din kavgasıydı.

Roma’daki Papa ve Konstantinopolis’teki Patrik

588 yılında, Konstantinopolis’te Patriklik makamında IV. Ioannes vardı. Hristiyan kilisesinin kurumlaştığı I. Constantinus döneminden beri Roma’daki Psikopos’un (Papa), Konstantinopolis’teki Psikopos’a (Partik) nazaran üstünlüğü vardı. Ancak iki taraf arasında sürekli bir çekişme söz konusuydu.

IV. Ioannes kendisini Ekümenik (Evrensel) kabul eden bir unvan kullanmaya başladı. Bu Papa’nın otoritesine açıkça meydan okumak anlamına geliyordu. Papa I. Gregorius buna şiddetle karşı çıktı ve imparatora şikayet etti. Ancak bir sonuç alamadı. Patrik’in imparatorun yaşadığı şehirde (Bkz: Konstantinopolis) olması, ona avantaj sağlıyordu.

Zamanla Doğu Kilisesi’nin lideri konumundaki Konstantinopolis Patriğinin “Ekümenik” unvanı kalıcı hale geldi. Bugün İstanbul’da bulunan Fener Rum Patrikhanesi, söz konusu Ekümeniklik unvanı konusunda halen ısrarcıdır.

İki kilise arasındaki bu kavgalar, tam da Bizans’ın en kötü günlerini yaşadığı zamanlarda (1054 yılında II. Basil sonrası karmaşa dönemi) geri dönülemez bir krize dönüşecekti.

Bizans’ta Maddi Krizler ve İsyan

Mavrikios’un en büyük talihsizliği, selefinden bomboş bir hazine devalmış olmasıydı. II. Tiberius’un saçtığı paralar ve Mavrikios’un iktidarı boyunca devam eden savaşlar yüzünden devlet iflasın eşiğine gelmişti.

Beslemek zorunda olduğu kocaman bir ordu varken, askeri ödenekleri 4’te 1 oranında kısmak zorunda kalmıştı. 588’de gerçekleşen bu olay, Asya’daki orduda (Doğu Ordusu) büyük bir infiale sebep oldu.

Bunu izleyen 10 yıl içerisinde durum daha da kötüye gitmişti. Artık ordunun kışlama masraflarını bile ödeyecek para kalmamıştı. Normalde imparatorluk sınırlarını korumak için Tuna Nehri’nin ötesinde barbar kavimlerle savaşan ordu, kışın Bizans topraklarındaki üssüne döner ve dinlenirdi. Ancak bu 599’da yayınlanan bir imparatorluk fermanına göre bu kez savaştıkları -bilinen uygar dünyanın dışındaki- ovalarda kamp kurmaları gerekiyordu.

Askerler büyük bir öfke seline kapıldılar. Ordunun başında imparatorun kardeşi Petrus vardı ve onları dizginlemeyi başaramadı. Ordunun önde gelen subaylarından Phokas, askerler tarafından kalkanların üzerinde yükseltildi ve imparator ilan edildi.

Eş zamanlı olarak başkentte de isyanlar çıkmış ve kalabalıklar sarayın önünde toplanmıştı. Umudunu kesen Mavrikios, bir kayıkla Nikomedia’ya (İzmit) kaçtı. Giderken oğulları ve eşini de yanına almıştı. Batı ordusu ile başkente yürüyen Phokas, tahtı ele geçirdi ve kendini imparator ilan etti.

Bir noktaya kadar kaçmayı başarmış olan Mavrikios’un gücü kalmamıştı. Gut hastasıydı ve sağlık durumu seyahat etmeye uygun değildi. Acılar içinde kıvranırken Phokas’ın gönderdiği askerler tarafından yakalandı ve infaz edildi. Oğulları da aynı şekilde öldürülmüş ve İzmit Körfezi’ne atılmıştı.

Mavrikios’un (Mauricius) Mirası

Mavrikios’un saltanatı kötü bitse de, genel olarak iyi bir yönetim gösterdi. En büyük hatası akrabalarına fazla güvenmesi ve kardeşi Petrus gibi yeteneksiz insanları çok üst seviyeye getirmesiydi. Para yokluğundan orduya yeterince para akıtamamış ve başkentte şaşaalı eğlenceler organize edememişti. Bu sebeple askerler ve halk onu istemedi.

Bizans imparatoru Mavrikios’un düşüşüne çanak tutanlar, kısa bir süre sonra yaptıkları yanlışın büyüklüğünü acı bir bedel ödeyerek fark edeceklerdi. Çünkü Bizans tahtına çıkmış olan en acımasız, gaddar ve başarısız imparatorlardan biri olan Phokas’ın önünü açmışlardı.

Olayların Devamını Buradan Okuyabilirsiniz!

Bu yazıda Bizans İmparatorluğu’nun zirve dönemine ulaştığını gördük. Ancak o zirveye ulaşmak için kaynakları fazla zorlayan Bizans, hemen ardından büyük bir çöküşe geçti. Bir sonraki yazıda yine benzer bir yükseliş (Heraklius dönemi) ve ardından da çöküş göreceğiz. Serinin devamını Yedinci Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısından okuyabilirsiniz.

Altıncı Yüzyıl’da Bizans Yazısı Kaynakları

Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları yazısı kaynakları arasında İngiliz yazar John Julius Norwich’in Byzantium adlı eseri var. Bu kitap Kabalcı Yayınları tarafından Türkçe olarak da basıldı. Oldukça başarılı bir çeviriye sahip olan kitabı tavsiye ederim.

Bizans İmparatorluğu ile ilgili oldukça ayrıntılı bir kaynak olan Robin Pierson’un The History of Byzantium podcast yayınına bakabilirsiniz.

Altıncı Yüzyıl’da Bizans İmparatorları by Serhat Engül

Filed Under: Bizans Tarihi, Popular

blank

About Serhat Engül

Merhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

Reader Interactions

Leave a Reply Cancel reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Primary Sidebar

Sosyal Medya Linkleri

  • Facebook
  • Instagram
  • Pinterest
  • Twitter
  • YouTube

Istanbul Turist Rehberi

blankMerhaba, ben Serhat Engül. İstanbul'da faaliyet gösteren bir profesyonel turist rehberiyim. Bu sitede İstanbul tarihi ile ilgili yazılar bulabilirsiniz. Ayrıca elimden geldiğince İstanbul'un gölgede kalmış tarihi eserlerini de tanıtıyorum. Keyifli okumalar dilerim.

serhatengul

İstanbul ile ilgili en çok sevdiğim şeyleri bi İstanbul ile ilgili en çok sevdiğim şeyleri bir liste haline getirsem unuttuğum o kadar çok detay olurdu ki! Mesela Taksim Meydanı'na gitmek için bindiğim metronun Haliç'te aydınlığa kavuşması... Köprünün üzerinden gözüken o binlerce yıllık İstanbul manzarası... Bir tepeye doğru tırmanan metro, çevresindeki eski binaların arasından bir ok gibi Pera'ya doğru ilerler. sonra tekrar karanlığa gömüldüğünde Beyoğlu'na kavuşur. Daha demin yeryüzündeyken nasıl yerin bu kadar dibine indik diyerek yukarı doğru tırmanmaya başlarsın. Her köşe başındaki tabelada Taksim Meydanı'nı gösterir ama oraya bir türlü ulaşamazsın... Dönülen köşeler, yürüyen bantlar ve tırmanan merdivenlerin sonunda kiliselerin yüksekteki pencerelerinden merkeze süzülen ışık gibi vurur meydandan gelen aydınlık son dönemeçte insanın yüzüne... Meydana çıkmak ise hep yeni bir başlangıçtır. Sanki ilk kez geliyorsundur buraya... İstanbul denen gayya kuyusu aslında bir kasırganın gözü olsaydı, o kara delik gibi tüm bulutları ortaya çeken ve şekil veren yer de Taksim Meydanı'ydı. Gideceği yere en kısa zamanda ulaşmaya alışmış olan rehber ayaklarım beni kısa yollardan Karaköy'e ulaştırmaya çalışırken bu sefer onlara durun dedim. Bugün farklı bir yoldan gidelim. Tak şu kulaklıkları da biraz müzik dinleyip havaya girelim. Kulağımda son günlerde en çok dinlediğim müziklerin tınıları çınlarken meşhur heykelin etrafında dönüyorum. İnsanların yüzündeki gülümseme ve koşuşan çocukların neşesinin meydanı kış güneşinden daha çok ısıttığını hissediyorum. Taksim Meydanı'ndayken hep gidere doğru ilerleyen bir su gibisin aslında, eninde sonunda İstiklal Caddesi'nin başında daralan o yola girip tünele kadar akmadan huzur bulamazsın... Oraya vardığında ise artan eğimin etkisiyle yüksek kaldırımdan da Haliç'e akacaksın... >>> Burada karakter sınırı dolduğu için devamını yorumlar kısmına ekledim. :) #serhatengul #istanbulturistrehberi
Geçenlerde rüyalar ile ilgili bilimsel bir değe Geçenlerde rüyalar ile ilgili bilimsel bir değerlendirme okumuştum. Bu yazıya göre rüyalar ve ilham dediğimiz şey tamamen bilinçaltının bir yansımasıydı. İnsan böyle düşününce insan zihninin ne kadar kompleks bir yapıya sahip olduğunu bir kez daha anlayıp irkiliyor. Aradan belli bir zaman geçti ve ben bu yazıyı okuduğumu bile unutmuştum. Rüyamda ise uluslararası bir müzik müsabakası vardı ve Türk sanatçı piyanosu ile muhteşem bir eser çalıyordu. Adam piyanonun tuşlarına öylesine seri ve (müziğin ritmine göre) sert bir şekilde basıyordu ki, ona delicesine özeniyor olsam da, hiçbir zaman onun gibi çalamayacağımı aklımdan geçiriyordum. Ben piyano eğitimi almamış olmama hayıflanırken eserini sonlandırdı ve seyirciyi selamlamaya başladı. Yalnız dev bir konser salonundaki seyircileri çılgına çeviren ve delicesine alkışlanan Türk piyanist, siyahi bir kardeşimizdi. Şimdi düşününce onu Fransız futbolcu Mbappe'ye benzettim. Ama bir dakika! Yoksa yıllar önce izlediğim "Green Book" filmindeki Don Shirley'e mi benziyordu. Hani şu siyahi Amerikalı piyanist ve onun İtalyan şoförünün maceralarını anlatan filmden mi anımsamıştım onu?! Eh işte bunlar hep bilinçaltı... :) Pandemi sırasında müzisyenlerin sorunları ile ilgili bir video izlemiştim. (Ben insan değil miyim? Bölüm 3) Orada röportaj veren efsane Türk müzisyenlerinden biri (Ahmet Güvenç), 13:20'den itibaren inanılmaz bir konuya giriyor ve "Gülpembe'yi nasıl bestelediniz?" sorusuna: "Ben yapmadım onların hepsi zaten var. Sen yeterince incelebilirsen ve çalışırsan oradan bir tanesini almana izin veriyorlar" demişti. Bu bana Storytel'de son dinlediğim kitap olan Orhan Pamuk'un "Kar" romanındaki şair KA'nın (Kerim Alakuşoğlu) Kars'ta kendisine gelen şiirleri bir telaşla not defterine yazmasını anımsatıyor. "Şiir geldi" diyen KA, yalnız kalabileceği en yakın yere gidip göklerden gelen ilhamı kağıda aktarıyordu. Storytel sayesinde son 2 ayda 6 kitap okudum. Üçü Orhan Pamuk'un kitaplarıydı. "Kafamda Bir Tuhaflık", "Benim Adım Kırmızı" ve son olarak da "Kar". Orhan Pamuk okuyan birinin edebiyata yakınlık duymaması imkansız olsa gerek. #serhatengul #istanbulturistrehberi
İstanbul'daki turizmin doğası gereği ne kadar İstanbul'daki turizmin doğası gereği ne kadar hareketli bir turist sezonu olursa olsun, Kasım sonunda itibaren işler yavaşlamaya başlar. Aralık, Ocak ve Şubat ayları ise oldukça sessiz ve sakin geçer. Bu durum her ne kadar ekonomik anlamda bir dezavantaj getirse de, bir yandan da insanın kendini yenilemesi için kucak dolusu boş zaman anlamına gelmektedir. Zaten turizm ile uğraşan biri senelik mali programını yaparken "winter is coming" durumunu her zaman göz önüne almak durumundadır. Bu sebeple de "Ağustos Böceği" değil, "Karınca" gibi davranmak gerekir. Velhasıl havaların soğuması ile oluşan boş zamanı değerlendirmek için birçok uğraş edindim. Bunlardan ilki kendimden daha tecrübeli rehberlerin turlarına katılıp İstanbul'a başka birinin penceresinden bakmak oldu. Gerçekten de bazen anlatan değil de, dinleyen tarafta olmayı çok seviyorum. Bir turist grubunun arasına karışıp "masum bir turist" olarak şaşkın şaşkın etrafıma bakınmak çok hoşuma gidiyor. Bir de eski rehberler ile arşınladığım semtlerle ilgili daha önce duymadığım keyifli öyküler dinliyorum. Uzun bir süre kendi bildiğiniz yerleri gezdirip, kendi bilgilerinizi paylaşınca bir çeşit körleşme yaşayabiliyorsunuz. Bu da sizin bir döngüye girmenize sebep oluyor. Bu zinciri kırmak için farklı kitaplar okumak, farklı insanlarla gezmek ve şehirde bolca yürüyüş yapmak gerekiyor. Bu arada daha önce Storytel'e yeni üye olduğumu ve çok memnun kaldığımı söylemiştim. Henüz iki ay dolmadan Sofie'nin Dünyası, Doğu Ekspresi'nde Cinayet, Bir Borsa Spekülatörünün Anıları kitaplarını bitirdim ve şimdi Orhan Pamuk'un bir kitabına başladım. İstanbul'u bu kadar seven biri olarak, Orhan Pamuk'un kitaplarını daha önce okumadığım için kendime hayret ediyorum. Şu an okuduğum (yani dinlediğim) "Kafamda Bir Tuhaflık" isimli kitabındaki İstanbul nostaljisinden çok keyif aldım. Kitap Beyoğlu başta olmak üzere İstanbul'un birçok semtinde 1950'lerden itibaren yaşanan dönüşümü okuyucuya ustalıkla aktarıyor. Böylece başka rehberlerin turlarında tekrar tekrar gezdiğim Beyoğlu'nun mahalleleri (Cihangir, Tomtom, Firuzağa v.b.) hakkında tamamlayıcı birçok bilgiye eriştim. #serhatengul #istanbulclues #istanbulturistrehberi
Storytel sayesinde uzun zamandır okumaya bir tür Storytel sayesinde uzun zamandır okumaya bir türlü vakit bulamadığım bir kitabı bitirdim. Yıllar önce Sofie'nin Dünyası'nı (diğer birçok kitap gibi) alıp kitaplığıma koymuştum ama okumaya fırsat bulamamıştım. Okuma önceliğini mesleğimle paralel olan tarih kitaplarına verdiğim için aldığım alternatif kitaplar yıllarca kenarda bekliyor. Geçen ay Storytel'e üye olunca sanal kitaplığıma ilk eklediğim iki kitap "Doğu Ekspresinde Cinayet" ve "Sofie'nin Dünyası" olmuştu. 19 saatlik bir kayıt olan Sofie'nin Dünyası'nın yalnızca bir haftada sonuna geldim. Bu sesli kitap işi gerçekten çok hoşuma gitti. Böylece müzik dinleyerek harcadığım zamanı harika bir uğraşla değerlendirme şansı buldum. Sesli kitap elbette basılı kitapların yerini tam olarak tutmuyor. Ben okuduğum kitapların altını çizip, bazen de özetini çıkardığım için kesinlikle aynı şey değil. Ancak kitaptan aldığım ilhamla birçok Wikipedia sayfasını karıştırdığım için aklımda çok şey kaldı. Her şeyden önce "Felsefe Tarihi" ile ilgili aklımda bir zaman çizelgesi oluştu. Genel anlamda bir çocuk kitabı olarak kabul edilse de, Sofie'nin Dünyası Antik Yunan döneminden günümüze kadar yaşamış olan filozofları aklınızda bir sıraya koyuyor. Bu sayede merak ettiğiniz felsefi akımlara ve filozoflara kitap dışında yaptığınız araştırmalar ile yoğunlaşabiliyorsunuz. Sesli kitap elbette yazılı kitap kadar akılda kalıcı olmayacaktır ama anladığım kadarıyla notlar alarak daha fazla fayda sağlamak mümkün. 2 senelik pandemi sonrası İstanbul'da Nisan'dan itibaren güzel bir turizm sezonu oldu. İşlerin ufaktan yavaşlamaya başladığı şu günlerde Storytel gibi birkaç uğraş daha buldum ve onları da günlük gibi kullandığım sayfamdan paylaşacağım. Marmaray geldiğinden beri vapura çok daha az biner olduk. Ama geniş vakitlerimde halen Eminönü-Kadıköy veya Beşiktaş-Kadıköy vapurları ile seyahat etmeyi çok seviyorum. Eğer turlarımda Kadıköy olursa da ulaşım için mutlaka vapur kullanıyorum. Vapur yolculuğu İstanbul'da yaşamanın en vazgeçilmez parçalarından biri. Bir dönem her gün kullanmaya çok alışmıştım ve tadını çok da çıkaramıyordum. Şimdi ara sıra bindiğim için turistik gezi gibi geliyor. :) #serhatengul #istanbulclues
Gezilerim sırasında en çok gözlemlediğim şey Gezilerim sırasında en çok gözlemlediğim şeylerden biri insanların bir öykü anlatılırken pür dikkat kesilmesi ve tarihten çok hoşlanmayanların bile dinlemeye başlaması. Bu sebeple gezdirdiğim her yerin tarihini ve öne çıkan özelliklerini bir öykünün parçaları gibi anlatıyorum. Baştan sona dinleyen kişi hem benim o tarihi eserle ilgili bildiğim hemen her şeyi öğrenmiş oluyor ve hem de parçalar birleştiğinde bir bütünlük oluşuyor. Bu da dinleyen kişiyi tatmin ediyor. Yeni bir şeyler öğrenme hissi gelişmiş zihinler için çok kıymetli bir şey. Para biriktirip sevdiğiniz bir şeyi almak ile benzer bir kavuşma algısı yaratıyor. Beni dinleyen birçok kişinin "Evet işte şimdi kafamda her şey yerine oturdu." dediğine çok şahit oldum. O an yüzlerindeki gülümseme benim için paha biçilemez oluyor. Bazı insanlar "Ben rehbersiz de pekala gezebilirim. Bilmediğim bir şeye de herhangi bir kaynaktan bakarım." diyorlar. Ancak kendilerine rehber tarafından verilen bilginin, uzun yılların içinden süzülerek geldiğini hesaba katmıyorlar. Yani bir bölgede uzmanlaşmış bir arkeolog, sanat tarihçisi veya tur rehberinin bildiklerini öğrenmeniz için onlarca kitap okumanız ve söz konusu yere onlarca ziyaret yapmış olmanız gerekiyor. Bu detayların size hazır olarak verilmesi, adeta size çok değerli bir şeyin sunulması gibidir. Bilgi çağımızın en kıymetli hazinesi olduğu için, gelişmiş zihinler "hedeflenen bilgiye" ulaştıklarında büyük bir zevk alıyorlar. Ben tarihin belli bir döneminde (Geç Antik Çağ ve Orta Çağ) uzmanlaşmaya çalışan bir rehberim. Elbette sunumlarım da bu dönem içinde kaldıkça daha vurucu oluyor. Ancak ben de az bildiğim ve çok ilgi duyduğum bir konuda başka bir uzmandan bilgi edindiğimde benzer bir hissi yaşıyorum. Karşımdaki insanın ağzından çıkan her kelimeye adeta dikkat kesiliyorum. Çünkü biliyorum ki o bilgileri edinmek için yıllar harcamak gerekiyor. Yapay zekanın birçok mesleği yok edeceğine dair bir algı var. Ancak insanlığın en eski mesleklerinden olan "öykü anlatıcılığı" yakın zamanda kaybolacak gibi değil. Bu kabiliyete sahip olan insanların daha uzun yıllar romanları okunur, filmleri izlenir ve anlatıları da dinlenir.
Son zamanlarda fark ettim ki, Youtube üzerinden y Son zamanlarda fark ettim ki, Youtube üzerinden yayın yapan belgesel kanallarının kalitesi inanılmaz yükselmiş. Epic History TV diye bir kanalda ünlü Doğu Roma generali Belisarius'un hayatını anlatan bir belgesele denk geldim ve çok keyif aldım. Adamlar her biri yaklaşık 25 dk süren 6 parçalık bir belgesel hazırlamışlar ve ortaya adeta bir şaheser çıkmış. Eskiden bu kalitede belgeselleri ancak BBC'de veya History Channel'da görebilirdik. Şimdi önümüzde sonsuz seçenek var. Belisarius, 500'lü yıllarda İstanbul'da (o zamanki adıyla Konstantinopolis) yaşamış bir Bizans subayıydı. 532 yılında yaşanan büyük Nika İsyanı'nın bastırılmasında kilit rol oynamıştı. Daha önce Belisarius'un Afrika ve İtalya seferlerini John Julius Norwich'in "Byzantium" adlı kitabından detaylıca okumuş ve çok keyif almıştım. Şimdi bu belgesel sayesinde bir animasyon tadında bir kez daha izledim. Bazen düşünüyorum da bazı insanlar ünlü olmak için doğmuş. :) Sen Bizans'ın gücünün zirvesinde olduğu 6. yüzyılda dünyaya gel ve Justinianus gibi bir imparator ile aynı dönemde tarihe adını yazdır. "Flavius Belisarius" adamın ismi bile söylerken insanın ağzını dolduruyor. Gerçi Justinianus da öyle! Ayasofya daha inşa edilir edilmez ilk bu adamlar gezdi. Vallahi insan kıskanıyor! Yine her zaman olduğu gibi yazdığım şeylerin eklediğim resimle bir alakası yok. :) Instagramı böyle bir günlük gibi kullanmaya devam edeceğim. Belki sonradan döner nelerle ilgilenmişim diye bakarım. Ha bu arada bu sevimli kediciğin arkasındaki tarihi bina ünlü Sirkeci Tren İstasyonu. Hani şu Şark Ekspresi'nin (Orient Express) son durağı olan yer. Storytel'den Agatha Christie'nin "Doğu Ekspresinde Cinayet" romanına başlamışken iyi denk geldi. #istanbulphotos #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #serhatengul #istanbulturistrehberi
Turlarım genelde Sultanahmet, Fener-Balat ve Beyo Turlarım genelde Sultanahmet, Fener-Balat ve Beyoğlu semtlerinde oluyor. Ancak turlardan sonra vakit buldukça çocukluk aşkım Kadıköy'e kaçıyor ve burada vakit geçiriyorum. İstanbul'da yabancı turistleri gezdirdiğim ve ballandıra ballandıra tarihini anlattığım yerler ile kendi vakit geçirmek istediğim yerler arasında biraz fark var. Örneğin turlarım biter bitmez Sultanahmet'i hemen terk ediyorum. Balat'ta vakit geçirmeyi biraz daha fazla sevsem de ilk sıralarda olduğunu söyleyemem. Buna karşın Eminönü ve Kadıköy ise İstanbul'da dolaşmayı en çok sevdiğim yerler. Üçüncü sıraya ise Beyoğlu'nun Tünel'den Galatasaray Lisesi'ne kadar olan kısmını koyabilirim. #istanbulphotos #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #serhatengul #istanbulturistrehberi
Yerebatan Sarnıcı 2015 ile 2020 yılları arası Yerebatan Sarnıcı 2015 ile 2020 yılları arasında kısmen tadilattaydı. Bu sebeple sarnıcın yarısına denk gelen bir bölümü göremiyorduk. 2020 yılında (pandemi sırasında) tamamen kapanan sarnıçtaki tadilat hızlandırıldı ve 2022'nin yaz aylarında yeniden açıldı. Şu sıralar İstanbul'da gezebileceğiniz en şık tarihi eserin, oldukça başarılı bir tadilat geçiren Yerebatan Sarnıcı olduğunu söyleyebilirim. İçerideki kırmızı ve yeşil ışıklar harika bir ambians yaratıyor. Son tadilattan sonra sarnıcı süsleyen modern sanat eserleri bazıları tarafından beğenildi, bazıları tarafından ise eleştirildi. Açıkçası ben beğenen taraftayım. Sarnıcın atmosferi ile uyum sağlayan hoş sanat eserleri eklenmiş oldu. Şu sıralar Ayasofya'nın önünde inanılmaz kuyruklar var. Bazı kısımlar (üst kat galerileri) de kapalı. Sultanahmet Camii tadilatta ve mavi çiniler inşaat iskelesinden dolayı görülemiyor. Topkapı Sarayı'nda ise Hazine Dairesi'nin restorasyonu henüz bitmedi. Daha başka birçok tarihi eser (Kariye Camii, Fehiye Müzesi v.b.) tadilatlar sebebi ile kapalıyken Yerebatan Sarnıcı'nın tüm görkemiyle geri dönmesi güzel oldu. Darısı diğer yerlerin başına diyelim. #istanbulphotos #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #serhatengul #istanbulturistrehberi
Dünyada kedilerin bu kadar yaygın yaşadığı b Dünyada kedilerin bu kadar yaygın yaşadığı bir şehir var mıdır bilmiyorum. Ben gezdiğim yerler arasında hiç görmedim. Avrupa'da zaten sokaklarda hayvan gezmiyor. Hindistan'da biraz kedi görmüştüm ama çok zayıf ve bakımsızlardı. Bizim kedilerin onlara göre maşallahı var. Elbette kışın onlar için hayat biraz zorlaşıyor. Bir de trafik belası var. Ama bağışıklık sistemi sağlam olan kediler, araçlardan ve türlü beladan kendini koruyup uzun bir yaşam sürebiliyor. Son dönem Sirkeci Garı'nda bir kedi kolonisi görüyorum. Bu yaz başında hepsi yavruydu, şimdi büyüdüler. Sultanahmet, Fener Balat, Cihangir ve Kadıköy zaten kedi dolu. Onların mutlu ve huzurlu olduğunu gördükçe ben de seviniyorum. Bagajda koca bir kutu kedi maması taşımak 7 yıldır alışkanlık oldu. Doğadan soyutlanmış ve stresle dolu şehir hayatında belgesel izler gibi kedileri izliyor ve terapi misali ruhumuzu tedavi ediyoruz. Çok yaşayın minikler! #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #istanbullife #cats #catsoftheworld #serhatengul #istanbulturistrehberi
It is a great pleasure to wander in the historical It is a great pleasure to wander in the historical bazaars of Istanbul. Especially getting lost in the Grand Bazaar is a funny experience for every first time tourist in Istanbul. Home to more than 3000 shops spread over 67 streets, the Grand Bazaar is like a gigantic labyrinth. Here you can buy many things about Turkish handicrafts. Among the main things that can be found in the Grand Bazaar are Turkish carpets, Iznik tiles, scarves, bags and watches. However, what stands out in front of all in terms of visuality are colored lanterns. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #istanbulmoments #istanbulpage #istanbulblog #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
There is a giant mosque on the top of the Historic There is a giant mosque on the top of the Historic Peninsula, which can be seen from almost anywhere in Golden Horn. This mosque was built in the 16th century by Mimar Sinan, the most famous architect in Ottoman history. This mosque, which was built on one of the most prominent hills of old Istanbul, was built in the name of Sultan Suleyman, who was the ruler during the peak years of the empire. The Suleymaniye Mosque overlooks the city from a hill. On the other hand, there is another mosque on the left of the photograph, which looks like its little baby. This second mosque was built for Rustem Pasha. He was married to the daughter of Suleyman the Magnificent and was also a Grand Vizier. Rustem Pasha Mosque, which hosts the most beautiful examples of Iznik tiles, is one of my favorite mosques in Istanbul. Since the Blue Mosque is under restoration these days, we cannot see the magnificent tiles inside. But similar tiles can be seen in the Rustem Pasha Mosque. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulblog #istanbulmoments #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Fener Balat walking tour is one of the most enjoya Fener Balat walking tour is one of the most enjoyable activities to do in Istanbul. Here you can visit hundreds of years old mosques, churches and synagogues. You can also take pictures of colorful houses and retro cafes. Fener and Balat are also one of the districts of Istanbul that stand out with their cats. Many stray cats live on "Kiremit Street", where there are colorful houses. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #cats #istanbulcats #istanbulblog #instagood #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Ortakoy is one of the most beautiful districts in Ortakoy is one of the most beautiful districts in Istanbul. Having breakfast in "Ortakoy" at the weekend and walking to "Bebek" is one of my favorite activities as an Istanbulite. Ortakoy Mosque is the most iconic mosque of the Bosphorus shores. Almost everyone in Istanbul has a photograph of the Ortakoy Mosque and the Bosphorus Bridge in the background. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #ortakoy #ortaköysahil #ortaköycamii #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
The history of GALATA TOWER goes back to the 14th The history of GALATA TOWER goes back to the 14th century. During the Byzantine period, some Italian trade colonies were given commercial privileges. Among them were the Venetians and the Genoese. During the Middle Ages, the Golden Horn was a dividing line between Orthodox and Catholics. Orthodox peoples lived in Constantinople to the south of the Golden Horn, and Catholics lived within the walls of Galata in the north. In 1204, during the Fourth Crusade, the Latins invaded and plundered Constantinople. The "Venetians" fell out of favor with Byzantium for helping this plunder. Since the "Genoese" supported Byzantium, the Galata region was allocated to them. The Genoese built the Galata Tower in 1348 to observe and protect the harbor on the Galata coast. The contribution of the Genoese to Istanbul was not limited to this. For example, Yoros Castle on the Black Sea coast was also built by them. After the Ottomans conquered Constantinople in 1453, they wanted to continue trade. In this way, Venetians and Genoese preserved their privileges as in the Byzantine period. Galata Tower was also used as a fire watchtower in the last period of the Ottoman Empire. Firefighters would see the fires in the city from here and go to help. The tower was converted into a museum during the republic period and became the best place to watch the panoramic view of Istanbul. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #instadaily #instacool #galatatower #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Fener and Balat walk is one of the most popular ac Fener and Balat walk is one of the most popular activities among Istanbulites in recent years. The most beautiful streets to take photos in these districts are "Kiremit Street" (the place seen in the picture) and the nearby "Merdivenli Yokus Street". I think this is one of my favorite photos in my archive. In 2018, I took my favorite lenses, "Tokina 11-16mm" (Ultra wide angle) and "Tamron 17-50mm", and went to visit Fener and Balat districts. That day was quite productive for me in terms of photography. I decorated many articles I wrote on "IstanbulClues.com" about these districts with the photos I took during this walk. Of course, many things have changed since then. For example, in my recent visits, I cannot see the iconic street art works in front of "Atolye Kafasi", the famous cafe of the district. There were pictures of the most famous actors and actresses of Turkish cinema, but they are no more. Similarly, while some things have lost their popularity in Fener and Balat in recent years, others have come to the fore. If you want to learn more about this subject, you can paste this link into your browser and read the related article on my blog: https://istanbulclues.com/istanbul-fener-balat/ #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulfener #istanbulbalat #balat #balatistanbul #feneristanbul #fenerbalat #istanbultourguide #instagood #instadaily #instacool #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Istanbul's Historical Peninsula has always been an Istanbul's Historical Peninsula has always been an important center since the 7th century BC. The story of Old Istanbul begins with the Ancient Greek city of "Byzantium", continues with the Roman capital "Constantinople", and extends to the Ottoman capital "Istanbul". Today, the most important historical monuments of Istanbul, such as Hagia Sophia, Blue Mosque, Topkapi Palace, Grand Bazaar and Spice Bazaar, are all located in the Historic Peninsula. Surrounded by Roman walls, this area forms the core of Istanbul. The Galata Bridge in the photo connects Old Istanbul and relatively Modern Istanbul (Beyoglu and beyond). The mosque seen on the horizon is the Suleymaniye Mosque, the largest and most beautiful mosque in Istanbul. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Istanbul is a city famous for its stray cats. The Istanbul is a city famous for its stray cats. The most famous of these cats was Gli, who lived in Hagia Sophia for 15 years. Gli became an angel a few years ago. But there are still many beautiful cats in the Old City. There is a documentary called "Kedi", which reflects the life of stray cats in Istanbul. You can find this documentary, which also has an English version, on Youtube. Thus, as you see Istanbul through the eyes of cats, you can also see how the majority of Istanbulites are passionately attached to cats. I guess I am one of those cat-loving Istanbulites. Because I always keep a box of cat food in the trunk of my car. So I feed the cats in front of my house at least once a day. #cats #catsofistanbul #catsofinstagram #istanbulphotos #istanbultravel #istanbullife #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #serhatengul #istanbulturistrehberi
Baghdad Pavilion is one of the most special struct Baghdad Pavilion is one of the most special structures in Topkapi Palace. The mansion is located in the fourth courtyard of the palace and overlooks the Golden Horn. One of the last representatives of the classical period architecture of the Ottoman Empire, the pavilion has decoration items such as calligraphy, pencil works, pearl inlaid cabinets and Iznik tiles. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbultrip #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Galata Tower is one of the buildings from the Byza Galata Tower is one of the buildings from the Byzantine period in Istanbul. The tower was built in the 14th century by the Genoese trading colony to guard and watch over the port of Constantinople. Today, the area around the Galata Tower is one of the most lively squares in the city. It is a great pleasure to sit in one of the cafes surrounding Galata Square, known as "Kuledibi" in the local language, and watch the flow of life. You can also shop in the streets surrounding the tower (eg Serdar-i Ekrem Street and Buyuk Hendek Street). Neve Shalom, the most important synagogue of Istanbul, is also located in this vicinity. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulmoments #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #istanbullife #serhatengul #istanbulturistrehberi
Hagia Sophia was converted from a museum to a mosq Hagia Sophia was converted from a museum to a mosque in July 2020. For this reason, the famous mosaic of Mary and Jesus in the apse was covered with curtains. According to Islamic rules, it is not allowed to have human images in a place of worship through sculpture or painting. For this reason, this mosaic, which is at eye level of those who pray, is now closed. However, those who want to trace the mosaics from the Byzantine period in Hagia Sophia can still see the "Emperor Leo VI mosaic" and the "Emperors Constantine and Justinian mosaic" Unfortunately, the upper floor galleries are still closed and therefore the mosaics there cannot be seen. Those who want to visit Hagia Sophia should consider that the mosque is open to visitors from 10:00 in the morning. #istanbulphotos #istanbultravel #istanbulprivateguide #istanbullocalguide #istanbultourguide #instagood #picoftheday #instadaily #instacool #photography #istanbulclues #serhatengul #istanbulturistrehberi
Load More Follow on Instagram

Footer

Istanbul Tarih Yazıları

Merhaba ben Serhat Engül. Sayfamda İstanbul’un tarihine dair yazılar bulabilirsiniz. Roma döneminden başlayıp, Bizans ile devam eden ve Osmanlı İmparatorluğu ile sona eren bir yazı dizisi olmasını planlıyorum.

İstanbul ile ilgili daha ayrıntılı bir gezi rehberi okumak isterseniz, IstanbulTuristRehberi.com isimli sitemi de ziyaret edebilirsiniz. Keyifli okumalar dilerim.

Son Yazılar

  • Türkiye’de Gezilecek Tarihi Şehirler (Güncel → 2023)
  • Türkiye’de Tatile Gidilecek Yerler (Güncel → 2023)
  • Türkiye’nin En Güzel Plajları Listesi (Güncel Bilgi → 2023)
  • Kapadokya Manastırları & Kiliseleri Hakkında Bilgi (2023)
  • KAPADOKYA’da Gezilecek Yerler (Güncel Liste → 2023)

Powered by Reborn Travel

blank

İçerikler İzinsiz Kopyalanamaz © 2023